Abhazların
ve Çerkeslerin yaşadıkları bölge, Kuzey Kafkasya şeridinin kuzeyinde
yer alır. XIX. yüzyılın başında yaşanan Rus işgalinden önce, bu iki
halkın yaşadıkları alan bütün Karadeniz kıyıları boyunca Azak denizine
(Adıgece Khı Mıvt’e) kadar uzanmaktaydı. Bu iki topluluğa, vaktiyle aynı
bölgede yaşamış ve kavimsel, coğrafi ve dilbilimsel açılardan her
ikisinin arasında yer alan, fakat günümüzde küçük birkaç grup halinde
sadece Anadolu’da varlığını sürdürebilmekle birlikte Kafkaslarda eriyip
gitmiş olan Ubıhları da eklemek gerekir.
Bu
üç halk (XV.yüzyılda başlayan bir sürecin sonucu olarak),
XVIII.yüzyılda İslamı kabul etmiştir. İslam öncesi dinleri, dizgenin
kökenini ortaya çıkartmaya yetmeyecek birkaç inanç kırıntısı dışında
tamamen ve çabucak yok olmuştur.
Bütün
diğer Kafkas halkları gibi (Gürcüler ve Osetler), bunların da günümüza
adı dışında bir şey ulaşmamış olan bir üst tanrıya inandıkları
anlaşılmaktadır.
Abhazların
üst tanrısı Anka’dır. Anka’yı kelimesi kelimesine “onlar, onları”
şeklinde tanımlamak, yani bütün evrene dağılmış olduğuna, fakat tek bir
Vahdet’te birleştiğine inanılan küçük kutsal parçalar bütünü olarak
anlamak gerekir. Bu vahdette çokluk, Gürcülerin üst tanrısı Morige hakkında bildiklerimizle uyuşmaktadır.
Ubıhlarda
ve Çerkeslerde üst tanrının işlevi birbirinden ayrılmış ve iki
bütünlüğe bölünmüştür. Biri insanın iyiliği için ortaya çıkarken,
diğerinden korkulduğunu biliyoruz.
Ubıhlarda
sadece özel isimdeki farklılık değil, bunun ötesinde biraz da anlayış
farklılığı göze çarpar. Bunlar, kendisinden iyilikler elde etmek için
çağrılan tanrıyı, sadece beddualarda ortaya çıkan tanrıdan
ayırmaktadırlar. İyiliksever olan birincisinin adı Wa’dır. Bazı yerlerde
Waba şeklinde geçmektedir. Burada muhtemelen, Çerkeslerde mevcut olan
ve “gök” anlamına gelen We’yi görmek gerekir. O halde, tıpkı İslam
öncesi Türklerde olduğu gibi, tanrının ilk önceki esas adı sadece “Gök”
olmalıdır.
Waşha, kendinden korkulması ve çekinilmesi gereken tanrıdır; tıpkı kelimenin kökeninde olduğu gibi: ”Gök” anlamındaki wa ve “barut” anlamına gelen şha
yani “gürleyen, şimşek çakan gök”. Şüphesiz fırtınayla
bütünleştirilmiştir. Bu ikiye bölünme, bugün üst tanrıya verilen tek
isim olan The ile sadece beddualar sırasında anılan Waşhe’yi eskiden
birbirinden ayıran Çerkeslerde de mevcuttur.
I.Fırtına tanrıları
Çerkeslerin
fırtına tanrısı, yıldırım kelimesiyle aynı olan Şible adını taşır; bu,
sözcük olarak “yılan-at” demek olan hayal gücüyle yaratılmış bir
kelimedir. Abhazlarda da tanrının adı, doğayı idare eden fenomenin
adıyla karışır: Afi. Birçok duada adının anılmasının gösterdiği gibi,
Afi de üst tanrı Anka tarzında, bazen çoğul, bazen de tekil olarak kabul
edilir.
Her
iki halkta da birkaç ayrıntı dışında kasırga tanrısına karşı yerine
getirilen ibadetler aynıdır. Gürcistan ve Osetya’da insan olsun, hayvan
olsun yıldırım çarpması sonucu meydana gelen ölümler kutsal bir kazanç,
sevindirici bir işaret olarak kabul edilmektedir ve her ikisine de aynı
rit yapılır. Köyün dışında, genellikle ormanda veya bir ağacın
yakınında, temelde toprağa saplanmış dört büyük kızılağaç (ya da
yaprakları dökülmüş yaş ağaç) dalından oluşan kaide üzerine, yakındaki
kirişlerle tutturulmuş oldukça yüksek bir çeşit iskele kurulur. Üst
tarafa, bir nevi sedir oluşturacak şekilde yapraklı kızılağaç dalları
yerleştirilir. İnsana ya da hayvana ait ceset oraya bırakılır ve üzeri
yapraklarla örtülür. Birçok kurban, tercihen da beyaz keçi bu iskelenin
yanında kesilir ve başları hemen ayrılarak yere saplanmış kazıkların
ucuna geçirilir. Danslar, şölenler ve şarkılar günlerce devam eder. Rit
tamamlandıktan sonra da bütün tertibat en az üç gün (bazı bölgelerde
yedi gün) boyunca yerinde kalır. Bu sürenin sonunda, şayet yıldırım
çarpmasıyla ölen bir insan ise ceset toprağa indirilir ve gömülür.
Yüzyılımızın
başında bile hâlâ canlı olan bu gelenek, birçok Antikçağ kaynakları
tarafından dile getirilen ve kuzey kısmı, Abhazların bugünkü sınırları
içerisinde kalan bölgeye karşılık gelen Kolkhos ülkesinde yaşayanların
ölü gömme törenlerini hatırlatmaktadır.
XVII.yüzyılda
Archangelo Lamberti, Abhazların “bir ağaç kütüğünü tabut şeklinde
oyduklarını ve içerisine ölüyü koyarak bir ağacın tepesine bağ
çubuklarıyla astıklarını” söylemektedir.
Hiç
kuşkusuz ölünün kızılağaç dallarından yapılan iskelede geçici bir süre
için sergilenmesi, geçmişte hemen hemen bütün ölülere ya da en azından
bütün erkek ölülere uygulanmış olması gereken arkaik ölü gömme
törenlerinin sınırlanmasını ve hafiflemesini gösterir.
II.Demirci tanrılar
Çerkeslerin
ve Abhazların (Gürcülerin aksine) hiçbir zaman bir ruhban sınıfı
olmamıştır. Rahibin işi ya kabilenin, sülalenin veya büyük ailenin
yaşlısı tarafından ya da genellikle olduğu gibi demirci tarafından
yerine getiriliyordu. Bu halklarda demirci tanrı seçkin bir yere sahipti
ve görevleri sadece kendi zanaat sahasıyla sınırlı kalmayıp başka
alanlara da sıçramaktaydı.
Çerkes
tanrısı Tlepş de çıplak elleriyle çalışarak madeni eriten, “su verilmiş
çelik”ten bir demircidir. Alnı yedi boynuzla süslenmiştir. Örsünde
kıymetli ve sihirli güçlere sahip çeşitli eşyalar ve özellikle de
silahlar yapar. Yalnız bunun için çalışmasını kimsenin görmemesi
gerekir. Bu tanrı (özellikle de buna Kurdalgon adını veren
Osetyalılarda), kahramanlar için efsanevi silahlar imal ederek ve
yarı-tanrı madeni Batraz’a tam anlamıyla su vererek, Nart destanında da
önemli bir rol üstlenir.
Her
iki halkta da demirhane kutsaldır ve değişik ritlerin yapıldığı
mekandır. Abhazlar burada en ağır yeminlerini ederler. Çerkesler ise
havayı değiştirmek, genellikle de yağmur yağdırmak amacıyla ayinler
yaparlar. Gerçekten demir tanrısı, ateşle olan bariz yakınlığı
dolayısıyla, fırtınayla ve şimşek çaktıran melek Şible ile
bağlantılıdır. O kadınların doğurganlığı, çocukların, özellikle de erkek
çocukların doğumu ve eğitimi gibi konularda güç sahibidir. Mesela zor
bir doğum gerçekleştiren kadına, kılıç yapımında kullanılmış sudan
içirilir. Bebek, demirci dükkanında bir nevi vaftiz edilir: Demircinin
döğmek için kızarttığı madenleri tekrar soğutmada kullandığı suyun
içerisine batırılarak, bebeğe “su verilmiş” olunur. Abhazlarda yeni
doğan çocuk, üzerinde her zaman demir ya da diğer araç-gereçlerin
işlendiği demir ocağına, dahası (bereket versin sönüm olan) kömür
yatağına bırakılır (Oset efsanesine göre, Oset demir tanrısının garip
bir şekilde genç Batraz’a itaat ettiği uygulamaya bakılabilir).
Tanrının
onuruna uzun ve karmaşık ayinler yapılır. Abhazlar bu işte sıradan bir
demirhane değil, küçük bir yapı içerisine konmuş ve küçültülmüş formlar
halinde demircinin bütün araç-gereçlerini ihtiva eden minyatür bir
atölye kullanırlar. Üç gün süren esas törenin arefesinde, demirci, bütün
ailesinin eşliğinde, gün batımında “tanrı evinde iken” kurban etmek
üzere bir oğlağı oyuncak demir ocağına kadar sürükler. Buna ilaveten
erkek için bir horoz, kadın için de bir tavuk adanır. Müteakip günler
boyunca çok sayıda fişek çekilir, zira demirci-tanrı av tekniklerine ve
avcıların başarılarına müdahale eder (av tanrıları ise gerçek anlamıyla
avlanma faaliyetinden ziyade, av hayvanını himaye ederler).
Demirci
dükkanının muazzam dinsel ikilemine dikkat çekmek gerekir: Gerçek
atölye, demircinin doğrudan mesleki faayetlerini kapsamayan bütün ritler
için kutsal bir mekan oluşturur. Bu faaliyet gerçek bir ocakta değil de
minyatür bir ocakta yapılan kültü doğurmuştur.