Hititler ile ilgili bilgilerimiz daha bu yüzyılın başlarına dayanır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar, Hititlerin tarih içindeki konumu bilinmiyordu. Gerçi Mısır metinleri ve Tevrat bir kavimden söz ediyordu ama bu kavmin Anadolu kökenli olabileceği kimsenin aklına gelmemişti.
İç Anadolu'nun İlk Çağ tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar , On dokuzuncu yüzyılda buraları gezen Charles Texier , William Hamilton gibi gezginlerin izlenimlerinden öteye gitmemiştir.
Daha sonra "Yozgat Tabletleri" adı verilen , Boğazköy arşivine ait eserle
bulunmuş ve ünlü Çek bilgini Hronzy tarafından 1917 yılında çözülmüştür.
Hititleri tanımak Anadolu uygarlığını, hatta Anadolu'nun bugününü tanımak
demektir.
Anadolu toprakları üzerinde Hittiler'in mirasçısı olan bizler , bu kültürü tanıdıkça, inançlarını öğrendikçe, bugünkü kültürümüzü daha iyi anlayabiliriz.
Anadolu toprakları üzerinde Hittiler'in mirasçısı olan bizler , bu kültürü tanıdıkça, inançlarını öğrendikçe, bugünkü kültürümüzü daha iyi anlayabiliriz.
Hattiler
Hititler'i incelemeye başlamadan önce, Hitit göçlerinden önce aynı yerlerde uygarlık kurmuş olan ve Hititler'i büyük ölçüde etkilemiş olan Hatti uygarlığını incelemek gerekmektedir.
Yaklaşık MÖ 2500-1700 yılları arasında Anadolu'da büyük bir
uygarlık oluşturmuş Hattiler hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır.
Hattiler Anadolu'nun yerli halkı olarak kabul edilmekle
beraber, göçlerle geldiklerini - hatta Türk kökenli olduklarını- savunanlar da
vardır.
Yapılan araştırmalar Hititler'in uygarlık ve inanç/mitoloji
bakımından Hattiler'den oldukça etkilendiklerini ortaya koymuştur.
Hititler kendilerini başka isimle anmalarına rağmen,
ülkelerine Hatti ülkesi demeleri ve din ile ilgili tabletlerde rahibin Hatti
dilinde konuştuğunu belirtmeleri bu etkiyi göstermektedir. Ayrıca özel isimlerin
bir çoğu da Hatti dilinden gelmektedir.
Hatti uygarlığına
ait en önemli eserler Alacahöyük'te
bulunmuştur. 1935'de Atatürk'ün himayesinde başlayan kazılarda bugün ’nde sergilenen güneş
kursları, heykelcikler, altın kupalar bir çok eser bulunmuştur.
Yapılan kazılarda ölülerin hocker pozisyonunda bulunması (ana
rahminde olduğu gibi, cenin vaziyetinde) , toprak ve yeniden dirilme kültlerini
varlığını, dolayısıyla da ana tanrıça kültünün varlığını göstermektedir.
Bir başka buluntu yeri de Tokat Horoztepe'dir. Burada da ana
tanrıçaya ait idoller ve tören zilleri bulunmuştur. Ancak buluntuların büyük
bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.
Hattiler'e ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu'nun bir
çok yerinde görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu ve önemini
göstermektedir.
Hatti halkı, hayvan biçimli tanrıların kültünü geliştirmiş,
özellikle de boğa en önemli simge olmuştur. Boğa ile gök/güneş kurslarının
birlikteliği boğa/gök ilişkisini düşündürtmüştür. Buna göre boğa en büyük gök
tanrıyı temsil etmektedir.
Hattiler Hititler'le kaynaşmış, Hatti uygarlığı Hitit
uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.
Hititler'in Kökeni
Anadolu Uygarlıkları içinde en önemlilerinden olan Hititler'in kökeni hala tartışmalıdır. Ancak Hititler'in Anadolu'nun yerli halkı olmayıp dışarıdan geldikleri kesindir. Hatta Hitit adı da daha sonra Eski Ahit'e göre uydurulmuş bir isimdir. Hitit diye andığımız bu halkın kendilerine Nesi dili konuşan Nesili dediklerini biliyoruz.
Batı dünyasındaki bilim adamlarının üzerinde anlaşmaya vardıkları Hititler'in Hint-Avrupa kökenli bir kavim oldukları yolundadır. Konuştukları dil ve ataerkil yapısı ve diğer kültür özellikleri bu görüşü destekler nitelikledir.
Ancak Hititler'in nereden göç ettikleri tam olarak açığa kavuşmamıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında , o zamanki isimleriyle, Etiler'in Türk olduğu söylenmiştir. Hatta Etibank da adını buradan almıştır. Öte yandan Hititler'in olmasa da Hattiler'in Asiatik kavimlerle alakası vardır. Özellikle dilleri ve kültürleri bu bağlantıyı güçlendirmektedir.
Öte yandan bir başka teori de Hititler'in Çerkes kökenli olduğu yolundadır. Bu tez de Hattiler söz konusu olduğunda dil ve kültür öğeleri bakımından desteklenmektedir ve olanaksız gözükmemektedir. Ancak daha etraflı araştırma yapılmalıdır. Örneğin Çurey Hattiler ile Hititler'i yer yer karıştırdığından ortaya anlaşılması güç ,hatalı teoriler çıkmış.
Hitit Tarihine Kısa Bir Bakış
Hititler'in kökeni sorununa göz attıktan sonra, Hititler'i Hint Avrupa kökenli, Kafkaslar yolu ile Anadolu'ya girmiş bir kavim olarak kabul edebiliriz.
Konumuz itibarı ile Hitit tarihini ancak çok kısa olarak gözden geçirmek gerekmektedir. Meraklı okuyucu da bu konuda çok önemli bilgiler veren eserleri bulacaktır.
Hititler'in tarih sahnesinde görülmesi daha öncelere de dayansa Krallığın MÖ 1660-1630 yılları arasında hüküm sürmüş I. Hattuşili tarafından kurulduğu söylenir. Bu konu belgelere bakıldığında biraz karışıktır, çünkü Hattuşili de kendinden önce gelen Labarna ve başşehir Kussara'dan sözetmektedir. Bu dönem ise oldukça karışıktır çünkü anadolu'da yerel krallar hüküm sürmektedir.
Aslında Hattuşili , merkez Hattuşaş olarak krallığı kuran kişidir. Akurgal bu durumu şöyle özetlemektedir:
" Yazılı kaynaklardan belli olduğuna göre sonuç olarak diyebiliriz ki, Labarna adlı bir kral Kussara'da hükümdar olduktan sonra yerine yeğeni Labarna ya da Tabarna adı ile kral oluyor. Ancak bu ikinci Labarna, bir süre sonra idare merkezini , başkent olmaya her yönden elverişli Hattuşa'ya neklediyor ve o yüzden de Hattuşili yani Hattuşlu anlamına gelen bir ad alıyor."
Hattuşili yayılma siyaseti izlemiş ve sınırlarını güneye, bugünkü Suriye'ye ve batıya Arzawa ülkesini alarak genişletmiştir.
Bir seferde ölen Hattuşili'nin yerine Murşili geçmiştir. Murşili de babasının yayılma siyasetini izlemiş, Halpa' (Halep) yı almış ve Babil'e kadar uzanarak , yaklaşık MÖ1550 senesinde, burayı da yakıp yıkarak Hammurabi sülalesini sona erdirmiştir.
Murşili'den sonra bir çok kral gelmiştir. Bunlar içinde en önemlilerinden biri Telipinu'dur(MÖ 1535-1510) Telipinu zamanından kalma yazılar hem Hitit tarihine ışık tutmaktadır, hem de Telipinu ilk olarak krallığın kime kalacağını belirlemiştir : "Birinci kadından doğan erkek çocuk kral olur. Eğer birinci sıradan bir prens yoksa, ikinci sıradan olan erkek çocuk kral olur. Bir kral çocuğu, bir oğlan mevcut değilse, bu durumda birinci sıradan olan kız evlendirilir, onun kocası kral olur."
MÖ 1460-1190 yılları Hitit Krallığının "Büyük Krallık" dönemi olarak adlandırılır. Hurri-mitanni Devleti'nden sonra bu dönemde Anadolu'daki en büyük siyasi güç Hitit Krallığı'dır.
Bu dönemin ilk kralı II.Tuthaliya'dır. Bu önemli kralın sülalesi Hitit Krallığının sonuna kadar hüküm sürmüştür.
Bu dönemde en önemli kralardan bir Şuppiluliuma'dır. Bu kral zamanında (MÖ1350-1345) krallık sınırları iyice genişlemiş, Mısırla ilişkiler yoğunlaşmıştır.
Bir başka önemli kral da Muvatalli'dir . (MÖ 1315-1282). Onun zamanında karışıklıklar bastırılmış ve Mısır'a karşı yapılan Kadeş savaşı başarı ile sonuçlanmıştır. Daha sonra III.Hattuşuli ise ünlü Kadeş Anlaşmasını yapmıştır.
MÖ 1200'lü yılların sonuna doğru Hitit Krallığı en parlak devirlerini yaşarken kralın ölmesinden sonra çocuğu olmadığından kardeşi II. Şuppiluliuma'nın tahta geçmesi ile sarayda karışıklıklar çıkmış, hatta halk arasında da başkaldırmalar olmuştur. Bunu üzerine bir de "Kuzey kavimleri" saldırısı eklenince Hitit devleri dayanamamış, istilalar altında tarihe karışmıştır.
Daha sonraları "Geç Hitit" denilen beylikler dönemi yaşanmış, Hitit kültürü güneyde biraz daha yaşamaya devam etmişse de zamanla tarihe karışmıştır.
Hitit İnançları
Bu konu alışkanlık olduğu üzere "Hitit Dini " başlığı altında
incelenir. Zaman zaman bu terminolojiyi biz de kullanırız, ancak bu konuyu,
genel kuralları belirlenmiş, homojen bir din olmadığı için, "Hitit İnançları"
başlığı altında incelemek daha doğrudur.
Hititler, belki de Anadolu'nun o dönemdeki mozaiğinden olsa gerek, her topluluğun Tanrısını benimsemiş, çok geniş bir panteon yaratmıştır. Bu yüzden olsa gerek tabletlerde "Hatti Ülkesi'nin bin tanrısı" deyimi geçer. Yazılıkaya'daki tanrılar geçidi de bu konu hakkında oldukça iyi bilgi vermektedir. Ancak tanrı isimlerinin bir çoğu bize yapılan anlaşmalarda tanrıların tanıklığı bölümlerinden ulaşmaktadır.
Hititler, Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıları benimserlerken, daha sonraları Hurri, hatta Mezopotamya kökenli tanrıları da benimsemişlerdir. Hititler'de Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla anılmakta ve büyük önem taşımaktaydı. Bununla birlikte aynı kökenden suların tanrısı Ea ve Damnika, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya ve Ay tanrısı Sin, Hitit panteonunda yer almışlardır. Bu tanrılar ayrıca şahiliğin gerektiği yerlerde yer almışlardır.
Hititler'de tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta acıkmakta, susamakta ve hastalanmaktadırlar.
Bu tanrılardan büyük bölümü yerel ve çeşitli topluluklara ait tanrılardır. Bu dönemde Hurri, Luwi, Pala, Hatti ve Mezopotamya tanrıları çoğunluktadır. Tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar aslında belli özellikleri ortak olan tanrılardır. Diğer bir deyişle, farklı isimlerde aynı özellikleri taşırlar. Bu bağlamda belli başlı tanrı özelliklerini ortaya koyabiliriz.
Hitit inançlarını konu başlıkları halinde incelemek daha doğru olacaktır :
Hititler, belki de Anadolu'nun o dönemdeki mozaiğinden olsa gerek, her topluluğun Tanrısını benimsemiş, çok geniş bir panteon yaratmıştır. Bu yüzden olsa gerek tabletlerde "Hatti Ülkesi'nin bin tanrısı" deyimi geçer. Yazılıkaya'daki tanrılar geçidi de bu konu hakkında oldukça iyi bilgi vermektedir. Ancak tanrı isimlerinin bir çoğu bize yapılan anlaşmalarda tanrıların tanıklığı bölümlerinden ulaşmaktadır.
Hititler, Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıları benimserlerken, daha sonraları Hurri, hatta Mezopotamya kökenli tanrıları da benimsemişlerdir. Hititler'de Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla anılmakta ve büyük önem taşımaktaydı. Bununla birlikte aynı kökenden suların tanrısı Ea ve Damnika, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya ve Ay tanrısı Sin, Hitit panteonunda yer almışlardır. Bu tanrılar ayrıca şahiliğin gerektiği yerlerde yer almışlardır.
Hititler'de tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta acıkmakta, susamakta ve hastalanmaktadırlar.
Bu tanrılardan büyük bölümü yerel ve çeşitli topluluklara ait tanrılardır. Bu dönemde Hurri, Luwi, Pala, Hatti ve Mezopotamya tanrıları çoğunluktadır. Tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar aslında belli özellikleri ortak olan tanrılardır. Diğer bir deyişle, farklı isimlerde aynı özellikleri taşırlar. Bu bağlamda belli başlı tanrı özelliklerini ortaya koyabiliriz.
Hitit inançlarını konu başlıkları halinde incelemek daha doğru olacaktır :
Hititler'in Tanrıları
Gök Tanrı/Fırtına Tanrısı
Hitit panteonunda en önemli tanrı kuşkusuz "Gök Tanrı" idi. Yerel olarak değişik isimlerle çağrılan bu tanrı Hatti dilinde "Taru" , Hurri dilinde "Teşup", Hitit dilinde ise "Tarhu,Tarhuna ya da Tarhunt" diye adlandırılıyordu.
Aslında Hititler geldiklerinde , Hint Avrupa kökenli bir tanrıları vardı. Şiu ismindeki bu tanrı, Yunanca Zeus ve Latince Deus,dii sözcükleri ile aynı kökendendi. Bu kök hem tanrı hem de gün ışığı , parlamak gibi anlamlara da sahiptir. Ancak zaman içinde Şiu özel tanrı ismi olmaktan çıkmış ve genel olarak tanrı anlamına gelmiştir. Ancak Hititlerin de bir dönem, Luwiler gibi Hint Avrupa isimli başka tanrı isimlerini de korudukları zannedilmektedir.
Tanrı'nın isimleri ve sembolleri konusunda Akurgal'da aşağıdaki alıntıyı almakta fayda vardır : (Hatti ve Hitit Uygarlıkları
"Baştanrı Hitit metinlerinde genellikle 'Hatti Ülkesinin Gök
Tanrısı' , 'Göğün Tanrısı', 'Hattuşanın Tanrısı', 'Sarayın Tanrısı' gibi adlarla
anılmaktadır. Ayrıca 'Ordunun Göktanrısı', 'Yağmur Göktanrısı' gibi
adlandırmalara da rastlanmaktadır. Bir tanrının hiyeroglif işareti ikiye
bölünmüş bir elipsten oluşur. Önce söz konusu işaret sonra, gök tanrısı demek
isteniyorsa, ikiye bölünmüş elipsin altına W biçimli yıldırım işareti yazılırdı
; ikisi birden gök tanrısı anlamına gelmektedir. "
Gök tanrı ile dağlar, daha doğrusu dağ tanrıları, arasında
sembolik bağ vardır. Aslında bunu "dağların gökkubbeyi taşıdığı" inancı ile
birlikte ele almak daha doğru olacaktır. Bu, daha sonra Yunan Mitolojisinde
göreceğimiz Atlas efsanesinin ilk şekli olmalıdır. Bir Hitit metninde, gök
tanrının, dağ tanrılarının sembolize eden iki erkek figürü üzerinde durması da
bu görüşümüzü güçlendirmektedir.
Gök tanrının en önemli sembollerinden biri de boğadır.
Boğanın gök tanrıyı sembolize ettiği düşünülmektedir. Alacahöyükte çıkan bir
kabartmada kral ve kraliçenin boğa heykeli önünde yaptığı saygı duruşu da
aslında gök tanrı ile ilintili olmalıdır. Çatalhöyük'ten, belki de daha eski
çağlardan beri önemini koruyan bu sembol daha sonra Yunan Mitolojisinde Zeus'un
boğa kılığına girmesinde de karşımıza çıkacaktır.
Gök tanrısı aynı zamanda fırtına tanrısı idi. Zaten
Anadolu'nun iklimini göz önünde bulundurursak -eskiden daha sıcak olduğu
düşünülüyorsa da- fırtınaların ne kadar önemli olduğu açıktır. Hatta bir fırtına
sırasında kral II.Murşili'nin dilinin tutulduğunu öğreniyoruz :
"Birden hava bozdu. Gök tanrısı korkunç bir şekilde gürledi
ve ben ürktüm. O zaman ağzında söz azaldı ve söz kesiklik yaparak yukarı doğru
çıktı. Yıllar geçince bu düşlerimde de kendini duyurmaya başladı. Bu düşlerden
birinde tanrının eli bana değdi ve konuşma gücümü bütünü ile yitirdim."
Geç dönemlerde , gök tanrısının bütün özellikleri Fırtına
tanrısına geçmiş, Hurrilerin fırtına tanrısı Teşup da Hititler'in gök tanrısına
eş değer bir konuma yerleşmiştir. Teşup için daha çok Toros ve güneyinde,
Suriye'ye kadar olan bölgede kült merkezleri vardı.
Tanrıça
Hititlerde tanrı kadar tanrıça da önemlidir. Zaten bunun
izdüşümü olarak da Hitit toplumuna kadın erkeğe eş değer konumdadır.
Hitit Tanrıçası , Hattilerde "Vuruşemu", Hurrilerde "Hepat"
diye adlandırılmış tanrıçadır. Hititlerde "Arinna'nın güneş tanrıçası", geç
Hititlerde "Kupaba" olarak da geçmiştir. (Kybele de büyük olasılıkla aynı
inancın devamıdır. )
Bu tanrıça isimleri tabletlerde farklı isimlerde geçseler de
aynı özelliklere sahiplerdir. Özellikle Hurri etkisiyle, Teşup'un panteona
girmesiyle beraber Teşup'un karısı tanrıça Hepat da önemli bir yer tutmaya
başlamış, Hatta Arinna'nın güneş tanrıçası ile eş bir konuma gelmiştir. Bir
belgede şöyle denmektedir :
"Bütün ülkelerin kraliçesi efendin, Arinna'nın güneş
tanrıçası ! Hatti ülkesinde sen Arinna'nın güneş tanrıçası adını alırsın, sedir
ağacı ülkelerinde ise Hepat adını alırsın."
İlginçtir, yüzyıllar sonra Apuleius da böyle bir ifade
kullanacaktır.
Çoğu kabartmada Tanrı ve tanrıça yanyana eşit önemde tasvir
edilmişlerdir. Yazılıkaya'da da bu tanrısal çiftin betimlemeleri vardır. Bunun
yanında bu çiftin oğulları da koruyucu tanrı olarak önemlidir.
Tanrıçalar arasında en önemlisi kuşkusuz Arinna'nın güneş
tanrıçasıdır. Arinna kenti hakkında değişik varsayımlar vardır. Ancak en
kuvvetlisi ve arkeolojil delillere dayananı , Arinna'nın Alacahöyük olduğudur.
Arinna'nın güneş tanrıçası krallığın hayatında da önemlidir.
II.Murşili(MÖ1345-1315) uzun zamandan beri ihmal edilen bu kültü canlandırmış ve
kazandığı zaferleri buna bağlamıştır:
"Ben majeste, babamın tahtına oturduğumda çevredeki bütün
düşmanlar benimle savaşa giriştiler. Ancak ben hiç bir düşman ülkesine karşı
sefere çıkmadan önce Arinna kentinin güneş tanrıçası ile ilgili bayram
törenlerini düzenledim[...] ve ona seslendim: Arinna'nın güneş tanrıçası! Benim
efendim, benim yanıma aşağıya gel ve [...] senin topraklarını almak isteyen
çevredeki düşman ülkeleri yok et.! Ve Arinna'nın güneş tanrıçası sözümü duydu ve
bana geldi. O zaman babamın tahtına oturur oturmaz, çevredeki düşman ülkeleri on
yılda yendim ve onları yere vurdum."
Zamanla Hepat gibi başka tanrıçalar da bu derece öneme sahip
olmuşlar ve "protokol"de yerlerini almışlardır.
Yerel Tanrılar
Hitiler'in yerel tanrılara bakış açısı Ahmet Ünal'ın Hitit
Sarayındaki Entrikalar Hakkında Bir Fal Metni isimli
çalışmasında açıkladığı metinlerde çok iyi gözükmektedir. Bu bir fal metnidir ve
olan olaylar hakkında tanrılara görüş sorulmaktadır. (Fal konusu ileride
ayrıntılı olarak işlenecektir). Bu metinde Arušna kenti tanrısı önemli bir yer
tutmaktadır. Bu tanrıyı Ünal şöyle açıklamaktadır:
"Tapınağı, kültü ve kült personeli Arušna'da bulunan,
Hititlere oldukça yabancı ve adı bilinmeyen bir tanrıdır. Bu yabancılığa rağmen
büyük kralın hastalığı yüzünden Hitit sarayı onunla sıkı bir ilişki halindedir.
Çok alıngan ve nazlı bir tanrı olup, bu fal metninin yazılmasına o neden
olmuştur. Çünkü kralın hastalığı konusunda kendisine başvurulmamış, bu yüzden de
gazaba gelmiştir. Öfkelenmesinin başka bir nedeni de, kraliçeden bir rüya
aracılığı ile istemiş olduğu altından çelenklerin aksesuarlarıyla birlikte
kendisine verilmeyip, mabeyincinin evinde saklı tutulmasıdır. Bundan
dolayı,tanrının öfkesini yatıştırmak için kefaret verilmesi gerekmiş, büyük
kralın tutulmuş olduğu hastalıktan kurtulduktan sonra, bir af dileme ayinine
katılmak üzere bizzat Arušna'ya gitmesi, fal aracıyla saptanmıştır. Tüm bu
çabalara rağmen tanrının öfkesi yatıştırılamamış ve anlaşılan bu yabancı
tanrının kültünü iyice bilmeyen Hititli rahipler, tanrının bakımını, ayinlerinin
yapılmasını vs. Arušna'lı rahiplere bırakmak zorunda kalmışlardır."
Bunun dışında başka yerel tanrılar da olaylara göre önem
kazanmışlardır.
Hayvan Tanrılar
Bunların dışında Hitilerde hayvan biçimli (zoomorphique)
tanrılar da vardır. Hitilerde hayvan biçimli kaplar zoomorf tanrı düşüncesini
kült aletleridir.
Fırtına tanrısının boğa ile sembolize edilmesinden dolayı
boğa biçimli kaplar en önemlileridir.
Burada bir konu üzerinde daha ayrıntılı olarak durmak gerekmektedir. da belirttiğimiz bir çok yayında boğanın tanrının sembolü olduğu söylenmektedir. Ancak bir Hitit metninde (II.Muwatalli'nin duası) şöyle geçmektedir :
Burada bir konu üzerinde daha ayrıntılı olarak durmak gerekmektedir. da belirttiğimiz bir çok yayında boğanın tanrının sembolü olduğu söylenmektedir. Ancak bir Hitit metninde (II.Muwatalli'nin duası) şöyle geçmektedir :
"Hatti'nin Fırtına Tanrısının önünde yürüyen boğa Şeri,
efendim, benim dua olarak bu sözlerimi tanrılara bildir! Efendiler, göğün ve
yerin efendileri tanrılar bu sözlerimi ve duamı işitsinler."
Buradan anladığımıza göre boğa fırtına tanrısına eşlik
etmekte ve tanrılarla insdanlar arasında aracılık yapmaktadır. Böylece
kabartmalarda gördüğümüz boğaya tapınma sahnesi de daha anlam kazanmaktadır.
Bu Yunan mitolijisindeki Hermes'inkine benzer bir roldür.
Ayrıca Ayı/insan biçimli figürler de Hitit sanatında yer
almıştır.
Hitit sanatında ilginç bir figür de Sfenks'tir. Sfenks de
Mısır kökenli olup Suriye yoluyla Hitit sanatına geçmiştir.
Kubaba
Hitit tanrılarına uzun uzun isimleriyle yer vermemize rağmen , Anadolu'daki tarih sürekliliği açısından Kubaba üzerinde durmak gerekmektedir.
Büyük Hitit İmparatorluğu zamanından beri en önemli
merkezlerden bir de Kuzey Suriye'de bulunan Kargamış olmuştur. Bu dönemde Hitit
krallık ailesinden vasal krallar tarafından yöneytilen Kargamış, Hitit
İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bir "Geç Hitit Devleti" olarak varlığını
sürdürmüştür.
Bu merkezin en önemli tanrçalarından bir de Kubaba'dır.
Burada büyük saygı gören Kubaba daha sonra Anadolu'da Kybele adıyla
yaşayacaktır.
Hititler'de Tanrı Kültleri
Hitit tanrı kültleri aslında devlet dinidir ve bu kültlerin görevlileri de devlet görevlileridir.
Hitit tanrı kültlerinde kaya/açık hava tapınakları önemli bir yer tutmaktadır. Günümüze, aşağıda ayrıntılı olarak incelenmiş, bir çok açık hava tapınağı ulaşmıştır. Bir çoğu da, ne yazık ki, defineciler tarafından tahrip edilmiştir.
Bunlar içinde Yazılıkaya en önemlileridir. Buradaki tanrılar
geçidinde 60'tan fazla tanrı ve tanrıça tesbit edilmiştir.
Tanrıların başında sivri bir külah ve dizlerinin üstüne kadar
inen beli kuşaklı bir giysi varken, tanrıçaların başında silindirik bir başlık
ve üzerlerinde bluz ve pilili etek vardır.
Yazılıkaya'daki tanrıların büyük ölçüde Hurri panteonunu
gösterdiği gözükmektedir.
Hititler
tanrıları insan gibi (antropomorphique) düşündükleri için "Tanrıların Evi"
olarak düşünülen tapınakların büyük önemi vardı.
Tapınaklar tam anlamı ile tanrının evi idi. İlgili tanrının
ya da tanrıçanın heykeli burada durur, ve tanrının ya da tanrıçanın burada
olduğuna inanılırdı.Tanrı heykeli tapınakta iken sadece kral, kraliçe ve
seçilmiş rahipler heykelin olduğu odaya giremeye izinliydiler. Başkasının,
özellikle de bir yabancının girmesi ölümle cezalandırılabiliyordu.
Hattuşaş'taki gibi büyük tapınaklar olduğu gibi daha küçük
şehirlerde daha küçük tapınaklar vardı.
Genelde, tapınağın asıl merkezinde bir avlu ve bu avluya bakan odalar vardı. Tanrı heykelinin bulunduğu kutsdal oda tapınağın arka yüzünde olduğu için iki taraftan da ışık alabilmekteydi.
Genelde, tapınağın asıl merkezinde bir avlu ve bu avluya bakan odalar vardı. Tanrı heykelinin bulunduğu kutsdal oda tapınağın arka yüzünde olduğu için iki taraftan da ışık alabilmekteydi.
Hattuşaş'taki tapınakta iki kutsal oda vardı. Bunlardan
birinin Fırtına Tanrısının odası olarak, diğerinin de Arianna'nın Güneş
Tanrıçası adına düzenlendiği düşünülmektedir.
Yazılıkaya ise daha farklı olarak açık hava tapınağı idi.
Burada bayramlar kutlanıyor ve özel törenler (yeni yıl gibi) düzenleniyordu.
Tapınaklar dinsel merkezler olduğu gibi aynı zamanda ekonomik
merkezler de olmuşlardır. Buralarda sadece tapınağa verilen hediye ve bağışlar
saklanmamış aynı zamanda tahıl deposu olarak da işlev görmüşlerdir. (burada
genelleme yapmak olanaksızdır, ancak yapılan kazılar ışığında böyle bir sonuç
çıkarılmıştır.)
Tanrılar heykellerle ya da idollerle gösterilebildiğine göre
bir de bu objelere ait kültler vardı. Bu heykellere etrafının süslenmesi ile
törenle tapıldığı gibi, heykel bir arabaya bindirilerek gezdirilerek tören
yapılırdı. Bunun sonunda Tanrı heykeli , açıkhavaya, koruluğa, ormana ya da
yüksek yerdeki ZI.KIK taşına götürülmekte ve burada kurban kesilmekte, yemek
yenmekte ve oyunlar oynanmaktaydı.
Hatti tanrılarına yapılan törenler diğer tanrılara yapılan
törenlere nazaran daha neşeli geçmekte olup, dans,eğlence akrobasi ve çeşitli
gösteriler yer almakdaydı.
Ayrıca şehrin koruyucusu olarak tanrıya armağanlar sunulurdu.
Tanrıya değerli madenler hediye olarak sunulduğu gibi yiyecek, içecek de
sunulmaktaydı. Libasyon1 da çok sık kullanılan bir sunu biçimi idi.
Alp de (Hitilerde Şarkı, Müzik ve Dans/Hitit Çağında
Anadolu'da Üzüm ve Şarap,
bu törenleri şöyle anlatmaktadır :
" Kralın başrolü oynadığı, kraliçenin, prenslerin,
prenseslerin ve devletin bir çok yüksek rütbeli görevlilerinin katılımı ile
gerçekleşen dinsel bayram törenlerinde, merasim alaylarında ve çoğu kez
tapınakdaki kült salonunda tanrı heykelinin ya da altarının önünde hayvan kurban
etme ve içki sunma (Hititçe šipant-) ve ekmek kırma (hititçe parš-) ve diğer
yiyecekler sunma ya da adorasyon(tapma) sahnelerinde şarkı, müzik ve bazan
dansla eşlik etmenin büyük önemi vardı. [...] Bu sahnelerde hangi tanrıya kurban
sunuluyor ya da tapılıyorsa, o tanrının mensub olduğu etnik grubun dilinde
(örneğin Hattice, Luwicw, Palaca, Nešaca ya da Hurrice) şerkı söylemek adetti.
Metinlerde bu dillere ait şarkı sözleri ele geçmiştir. Her bir etnik gruba ait
ayrı şarkıcılar vardı."
Yaşar Coşkun'un kap isimleriyle ilgili yaptığı çalışma ve
içerdiği metinler de bize törenler hakkında da bilgi vermektedir :
" Ertesi sabah kral tanrının iç-evine gider, yumuşak kurban
ekmeğini parçalar ve onu buğday harşiialli'sine2 koyar. "
"Sonra [bir tane kurbanlık ince ekmeği Tanrı x] e
[parça]lar, üzerine kes[ilmiş] karaciğer (ve) yüreği
[koyar], karaciğerin üzerine bir tane pişirilmiş döş eti
[ve] onları sonra kurban masasına koyar.
Şarabı huprushi3 önünde (kurban içkisi olarak) sunar
Sonra Fırtına tanrısına bir tane ince ekmeği parçalar.
Üzerine kesilmiş karaciğeri yüreği koyar,
Karaciğerin üzerinde bir tane pişirilmiş döş eti
[ve onl]arı sonra kurban masasına koyar"
Tapınak görevlileri ile ilgili bir direktif metni de tapınak
içi külte ışık tutmaktadır. Bu metinde
tapınak çalışanlarının temiz olmaları istenmekte, hatta kıllarını dahi kesmeleri
istenmektedir. Ayrıca temiz kabul edilmeyen domuz ve köpeğin girmemesine dikkat
etmeleri istenmektedir.
Tapınak çalışanlarının tanrıya sunulmuş olanı kendileri ya da
yakınları ile tüketmemeleri de özellikle vurgulanmaktadır. Görevliler "o tanrı
olduğu için hiç bir şey söylemez ve bize hiç bir şey yapmaz" dememeleri
gerekmektedir çünkü " tanrının ruhu kuvvetlidir, yakalamak için acele etmez.
Fakat yakaladığı zaman artık bırakmaz. " Bu alıntılar da tapınak görevlilerini
tanrıdan fazla korkmadıklarını ve sunuları diledikleri gibi paylaştıklarını
göstermektedir.
Burada ilginç direktifler de vardır :
" Eğer bir kimse kadının yanında yatarsa (o) tanrıların
ibadetini ne şekilde düzenlerse (ve) tanrıya yiyecek (ve) içecek (ne şekilde)
verecekse kadının yanına (da) aynı şekilde gitsin. Sonra kadının yanında yatsın.
Gün ağardığı zaman derhal yıkansın. Sabahleyin tanrıların yemek zamanında derhal
(tapınağa) varsın. Eğer o ihmal ederse onun için (bu) büyük suçtur. Eğer kim bir
kadının yanında yatarsa, onun amiri (ya da) büyüğü arkadan (bir kült görevi)
yapmaya zorlarsa o (doğruyu) söylesin. Eğer o söylemeye cesaret edemezse
arkadaşına söylesin ve yıkansın. Eğer o bilerek sonraya bırakırsa (ve) henüz
yıkanmadan tanrıların kurban ekmeğinin ve kurban içkisinin yanına kirli olarak
yaklaşırsa, bu durumu arkadaşı bilirse ve o sana kötülük eder (de) eğer
gizlerse, fakat arkadan meydana çıkarsa [onlar] için ölüm cezası (verilir).
Onların ikisi de ölsünler. "
Bayramlar
Hititlerde bir çok bayram/festival vardı. Yapılan
araştırmalar sonucu 18 kadar bayram tespit edilmiştir.
Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Purulliyaş adı verilen bahar bayramıdır. Bu sözcük hatti kökenlidir ve kök olarak "dünyanın" anlamına gelmektedir. Bu bayram çeşitli ayinlerle ve mitosların canlandırılması ve anlatılması ile kutlanırdı.
Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Purulliyaş adı verilen bahar bayramıdır. Bu sözcük hatti kökenlidir ve kök olarak "dünyanın" anlamına gelmektedir. Bu bayram çeşitli ayinlerle ve mitosların canlandırılması ve anlatılması ile kutlanırdı.
Hitit bayramlarından AN.TAH.SUM.SAR diye anılan bitki
bayramı, ilkbahrda 38 gün sürmekte, sonbahardaki NUN TARRIIASHAS ise 21 gün
devam etmektedir.
Hititler'de bir ilginç bayram da Hadauri bayramıdır. Bu
bayramın kutlanışını Balcıoğlu
şöyle
anlatmaktadır :
" Bu bayramın ne detaylı ne de kısmi bir tasviri mevcut
olmadığından, diğer bayramlarda sık sık karşılaştığımız, içki, ekmek, türlü
hayvanlar ve değişik yemek türlerinin vs. Sunulup sunulmadığını bilmiyoruz.
Hadauri bayramının geçtiği tüm metin yerlerinde kurban hayvanı olarak koyunun
sunulması, bu bayramı diğerlerinden yıran en büyük özelliktir. [...] bu bayramın
bir başka özelliği de, İlkbahar ve Sonbahar olmak üzere yılda iki kez kutlanmış
olmasıdır."
Bu bayram Güneş tanrı, Fırtına tanrısı ve bazı Hatti kökenli
tanrıların tapınağında kutlanmaktadır. Bu bayramın ayrıca AN.TAH.SUM.SAR içinde
de kutlanmış olunduğu düşünülmektedir.
-
Toprağa dökerek tanrıya sunma
-
Erzak küplerinden daha küçük bir kap
-
Büyükçe tencere , kâse
Hititlerde Doğa İle İlgili İnançlar
Hititler'de doğa ile ilgili kültler olduğu da yapılan araştırmalarda görülmüştür.
Hitit panteonunda varolan pınar/kaynak tanrı/tanrıçaları, Hitiler'in su kaynaklarını, pınarları kutsal olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Eflatunpınar'daki anıt da bu görüşü doğrulamaktadır.
Hititler dağları da kutsal kabul etmiş ve dağ tanrılarına
inanmışlardır. Ayrıca her dağa ait törenler vardı.
Dağ tanrıları genel olarak uzun etekli , sivri külahlı olarak
tasvir edilmişlerdir. Elbisesinin üzerinde dağ sembolleri de oladuğu
görülmektedir. Ayrıca bazı gösterimlerde boynuzu da vardır.
Anadolu'da Hitit ülkesindeki dağları düşündüğümüzde dağ
tapımının olması normal gözükmektedir. Ancak Alkım Yesemek üzerine
yaptığı çalışmada dağ tanrılarının kökenini dışarıya bağlamakta ve ilginç
sonuçlar çıkarmaktadır :
"1. Dağ tanrısı Hitit dinine ve sanatına yabancıdır,
dışarıdan gelmiştir.
2. Bugünkü bilgilerimize göre dağ tanrısının en eski
tasvirlerini Suriye'de Mari'de (MÖ XVIII yy), Suriye stili mühürlerde (MÖ XV-XIII.
yy), Kuzey Mezopotamya'da (MÖ XV.yy) ve Kassit sanatında görmekteyiz.
3. Dağ tanrısının ve motifinin Mitanni-hur bölgesinden
çıkmış olduğu anlaşılmakta ve bu fikir genellikle kabul edilmektedir.
4. Dağ tanrısının taş plastik sanatındaki ilk
tasvirleri tamamıyla cephedendir, sakallıdırlar, ayakları, tanrının yerden çıkıp
yükseldiğini belirtmek amacıyla, resmedilmez.[...]
5. 11. Anadolu Hitit sanatında dağ tanrısı
tasvirlerine bugünkü bilgimize göre MÖ XIII. yüzyıldan itibaren rastlıyoruz.
Hitit çivi yazısı metinlerinde de dağ tanrılarının nitelikleriyle ilgili çeşitli
kayıtlara rastlanır. Gerek Eski Hitit Devleti ile İmparatorluk Çağı arasındaki
devrede ve gerek İmparatorluk devrinde Hur etkisinin Anadolu'da sezildiği sırada
diğer hur tanrılarıyla birlikte dağ tanrılarının da Hitit panteonunda yer almış
olması mümkündür. "
Hititlerde Fal ve Kehanet
Hititler, tanrıların isteklerini, öfkelenmişlerse nedenlerini
öğrenmek üzere fala başvurmuşlardır. Ancak bunların yanında çok daha basit
konularda da fala başvurulduğu gözükmektedir.
Burada fal kehanetten daha farklı olarak ele alınmalı ve tanrıların verdiği işaretlerden farklı tutulmalıdır. Faldan anlamamız gereken, falı açan kişinin, bir olay hakkında tanrının görüşünü sormasıdır. Bu durmda aynı zamanda tanrıya karşı bir itiraf da söz konusu olmaktadır.
Hititlerde çeşitli fal bakma yöntemleri kullanılmıştır. Hayvanların iç organlarına bakılması, kuşların uçuşunun takip edilmesi gibi pratikler Hititler'de de mevcuttur. Bunların dışında su yılanlarının havuz içinde hareketlerine bakma, bir çeşit taşlarla oynanan oyuna benzeyen talih falı gibi fal metodları da kullanılmıştır.
En çok uygulanan, olumlu ya da olumsuz soru sorulmasıdır . Bu konuda bir fal metninden bir bölüm bilgi verecektir : (Ünal , Hitit Sarayındaki Entrikalar Hakkında Bir Fal Metni
" Majestenin hastalandığı konusuna gelince: [........ve] Aruşna kenti [tanr]ısı majestenin hastalığı konusunda
hiç bir şekilde sorulma[mıştır. Ey tanrı bunun için kızdıysan, birinici et işaretleri olumlu, sonuncuları ise olum]suz olsun. Birinci et işaretleri olumludur
[...]
Aruşna kenti tanrısının (majestenin) hastalığı yüzünden öfke içinde saptanmış olmasına gelince: Ey tanrı, herhangi bir şekilde tapınağın içinde mi
Öfkelendin. (Eğer öyleyse) et işaretleri olumsuz olsun. Solda suti olumsuz.
Ey tanrı eğer (sadece) tapınağında öfkelendiysen , fakat majesteye [ka]rşı hiç bir şekilde kızmadıysan, et işaretleri olumlu olsun."
Metin böylece uzayıp gitmektedir. Buradan da gördüğümüz şekil , Hititlerde falda sık kullanılmaktaydı.
Hititlerde fal metinleri bir çok konu hakkında da bilgi edinmemizi sağlamıştır.
Ahmet Ünal, (Boğazköy Metinleri Işığında Hititler Devri Anadolu'sunda Filolojik ve Arkeolojik Veriler arasındaki İlişkilerden Örnekler, Hitit tbletlernde neden deprem,su baskını,kuraklı ya da Boğazköy'ü yılın 5-6 ayı etkisi altında bırakan kar gibi olaylara yer verilmediğini soruyor (örneğin kar sözcüğünün Hititçe karşılığı bilinmemektedir) ve şöyle yanıtlıyor :
" Aradan yıllar geçtikten sonra araştırmalarımın ağırlık merkezini büyü metinlerine kaydırdığımda gödüm ki, Hititler'in doğal gözlemleriyle ilgili bir çok noktalar bu metinlerde saklıdır. Doğaya dönük gözlemlerin pek çoğu, olumlu ya da olumsuz vasıflar olarak analoji büyülerinde kullanılmışlardır; yani falan falan nasıl iyi veya kötüyse , falan falan da aynı şekilde iyi veya kötü olsun. [...] Pratik düşünceli Hititler her şeyin minyatür modelini de yapmışlardır. Önemli ayinlerin yürütülmesi gereken kutsal bir dağ düşman işgali altında bulunduğunda, o dağın sembolik bir modeli yapılmış ve ayinler sembolik olarak bu modelin üzerinde yapılmıştır. "
Bir yöntem de rüyalar vasıtasıyla tanrıların isteklerini öğrenmektir. Temiz olarak iştiareye yatmak Hititlerde çok sık yerine getirilen bir pratiktir. Günümüzdeki iştiareye yatmaya çok benzeyen bu uygulamada temizliğin çok önemi vardı.
Gelecekten haber almak için en önemli yöntemlerden biri de yıldızların hareketlerini izlemektir. Bu pratik Hattilerden beri vardır. Bu yöntem bazı doğa olaylarını hatta toplumsal olayları önceden tesbit etmek amacıyla kullanılmıştır. Burada Mezopotamya etkisinden de sözedilebilir. Bu gözlemleri yapmak için kullanılan en ilginç alet Güneş Kurslarıdır.
Alacahöyük'te bulunan güneş kursları hakkında Sezginer şöyle demektedir. (bkz Kaynakça) :
"Güneş Kursunun yapılmasının amacı Güneş, Dünya, Venüs ve Mars'ın birbirlerine göre durumlarını zamana bağlı saptamaktır. [...] Buluşları zorunluluklar yaratır. Alacahöyük yöresinde, gökyüzü yılın büyük bir bölümünde yıldızların gözlenmesini olanaksız kılacak biçimde kapalıdır. [...] yıldızların birbiri ile ilşkilerini gözlemle saptamak ancak yılın beşte birinde olasılık içinde olduğundan yılın geriye kalan beşte dördünde bu ilşkileri saptayacak bir alete ihtiyaç vardı. İşte bu alet Güneş Kursu olarak ortaya çıktı. [...] Güneş Kursunun icadı herhangi bir olağanüstü kozmik bilgiye değil, zorunluluk altındaki astrologların aldıkları sonuçları ve uygulamaları karşılaştırarak elde ettikleri tecrübelere dayanmaktadır. [...] Bu 'Evren ölçeği' yıllar sonra astrologların yeni yöntemleri gelşitirmesi sonucu ödevini yitirince dinsel törenlerde Evren'in simgesi olarak kullanılmaya başlandı. [...] Uzun sopların üzerine takılarak törenlerde kullanılan bu Güneş Kursları belki de Orta Doğu uygarlıklarında hükümdarlık simgesi olan 'alem'lerin büyükbabaları oldu. Belki tesadüf ama 'alem' Arapça 'evren' demektir. "
Ayrıca Ay'ın şekilleri de kehanet anlamı taşımaktadır. (Çığ Bkz. Kaynakça)
" 1. Ayın rengi sarı, sol ucu sivri, sağ ucu küt gözüküyorsa, 2 ilkbahar güzel olacak
Burada fal kehanetten daha farklı olarak ele alınmalı ve tanrıların verdiği işaretlerden farklı tutulmalıdır. Faldan anlamamız gereken, falı açan kişinin, bir olay hakkında tanrının görüşünü sormasıdır. Bu durmda aynı zamanda tanrıya karşı bir itiraf da söz konusu olmaktadır.
Hititlerde çeşitli fal bakma yöntemleri kullanılmıştır. Hayvanların iç organlarına bakılması, kuşların uçuşunun takip edilmesi gibi pratikler Hititler'de de mevcuttur. Bunların dışında su yılanlarının havuz içinde hareketlerine bakma, bir çeşit taşlarla oynanan oyuna benzeyen talih falı gibi fal metodları da kullanılmıştır.
En çok uygulanan, olumlu ya da olumsuz soru sorulmasıdır . Bu konuda bir fal metninden bir bölüm bilgi verecektir : (Ünal , Hitit Sarayındaki Entrikalar Hakkında Bir Fal Metni
" Majestenin hastalandığı konusuna gelince: [........ve] Aruşna kenti [tanr]ısı majestenin hastalığı konusunda
hiç bir şekilde sorulma[mıştır. Ey tanrı bunun için kızdıysan, birinici et işaretleri olumlu, sonuncuları ise olum]suz olsun. Birinci et işaretleri olumludur
[...]
Aruşna kenti tanrısının (majestenin) hastalığı yüzünden öfke içinde saptanmış olmasına gelince: Ey tanrı, herhangi bir şekilde tapınağın içinde mi
Öfkelendin. (Eğer öyleyse) et işaretleri olumsuz olsun. Solda suti olumsuz.
Ey tanrı eğer (sadece) tapınağında öfkelendiysen , fakat majesteye [ka]rşı hiç bir şekilde kızmadıysan, et işaretleri olumlu olsun."
Metin böylece uzayıp gitmektedir. Buradan da gördüğümüz şekil , Hititlerde falda sık kullanılmaktaydı.
Hititlerde fal metinleri bir çok konu hakkında da bilgi edinmemizi sağlamıştır.
Ahmet Ünal, (Boğazköy Metinleri Işığında Hititler Devri Anadolu'sunda Filolojik ve Arkeolojik Veriler arasındaki İlişkilerden Örnekler, Hitit tbletlernde neden deprem,su baskını,kuraklı ya da Boğazköy'ü yılın 5-6 ayı etkisi altında bırakan kar gibi olaylara yer verilmediğini soruyor (örneğin kar sözcüğünün Hititçe karşılığı bilinmemektedir) ve şöyle yanıtlıyor :
" Aradan yıllar geçtikten sonra araştırmalarımın ağırlık merkezini büyü metinlerine kaydırdığımda gödüm ki, Hititler'in doğal gözlemleriyle ilgili bir çok noktalar bu metinlerde saklıdır. Doğaya dönük gözlemlerin pek çoğu, olumlu ya da olumsuz vasıflar olarak analoji büyülerinde kullanılmışlardır; yani falan falan nasıl iyi veya kötüyse , falan falan da aynı şekilde iyi veya kötü olsun. [...] Pratik düşünceli Hititler her şeyin minyatür modelini de yapmışlardır. Önemli ayinlerin yürütülmesi gereken kutsal bir dağ düşman işgali altında bulunduğunda, o dağın sembolik bir modeli yapılmış ve ayinler sembolik olarak bu modelin üzerinde yapılmıştır. "
Bir yöntem de rüyalar vasıtasıyla tanrıların isteklerini öğrenmektir. Temiz olarak iştiareye yatmak Hititlerde çok sık yerine getirilen bir pratiktir. Günümüzdeki iştiareye yatmaya çok benzeyen bu uygulamada temizliğin çok önemi vardı.
Gelecekten haber almak için en önemli yöntemlerden biri de yıldızların hareketlerini izlemektir. Bu pratik Hattilerden beri vardır. Bu yöntem bazı doğa olaylarını hatta toplumsal olayları önceden tesbit etmek amacıyla kullanılmıştır. Burada Mezopotamya etkisinden de sözedilebilir. Bu gözlemleri yapmak için kullanılan en ilginç alet Güneş Kurslarıdır.
Alacahöyük'te bulunan güneş kursları hakkında Sezginer şöyle demektedir. (bkz Kaynakça) :
"Güneş Kursunun yapılmasının amacı Güneş, Dünya, Venüs ve Mars'ın birbirlerine göre durumlarını zamana bağlı saptamaktır. [...] Buluşları zorunluluklar yaratır. Alacahöyük yöresinde, gökyüzü yılın büyük bir bölümünde yıldızların gözlenmesini olanaksız kılacak biçimde kapalıdır. [...] yıldızların birbiri ile ilşkilerini gözlemle saptamak ancak yılın beşte birinde olasılık içinde olduğundan yılın geriye kalan beşte dördünde bu ilşkileri saptayacak bir alete ihtiyaç vardı. İşte bu alet Güneş Kursu olarak ortaya çıktı. [...] Güneş Kursunun icadı herhangi bir olağanüstü kozmik bilgiye değil, zorunluluk altındaki astrologların aldıkları sonuçları ve uygulamaları karşılaştırarak elde ettikleri tecrübelere dayanmaktadır. [...] Bu 'Evren ölçeği' yıllar sonra astrologların yeni yöntemleri gelşitirmesi sonucu ödevini yitirince dinsel törenlerde Evren'in simgesi olarak kullanılmaya başlandı. [...] Uzun sopların üzerine takılarak törenlerde kullanılan bu Güneş Kursları belki de Orta Doğu uygarlıklarında hükümdarlık simgesi olan 'alem'lerin büyükbabaları oldu. Belki tesadüf ama 'alem' Arapça 'evren' demektir. "
Ayrıca Ay'ın şekilleri de kehanet anlamı taşımaktadır. (Çığ Bkz. Kaynakça)
" 1. Ayın rengi sarı, sol ucu sivri, sağ ucu küt gözüküyorsa, 2 ilkbahar güzel olacak
2. Eğer ayın sağ ucu göğe dönük ise ülkede bol ürün olacak.
3. Eğer ayın sağ ucu yere doğru ise bütün ülkenin hasadı kuruyacak.
4. Eğer ayın sol ucu göğe dönükse ülkede düzelme olacak.
5. Eğer ayın sol ucu yere dönükse ülkede ölümcül salgın hastalık olacak.
6. Eğer ayın uçları güneye dönük ve uzamış görünürse, Akad ve Elam kralı ölecek.
7. Eğer ayın uçları kuzeye dönükse Akad kralı düşmanı yok edecek.
8. Eğer ayın uçları batıya doğru uzanmışsa yangın olacak "
3. Eğer ayın sağ ucu yere doğru ise bütün ülkenin hasadı kuruyacak.
4. Eğer ayın sol ucu göğe dönükse ülkede düzelme olacak.
5. Eğer ayın sol ucu yere dönükse ülkede ölümcül salgın hastalık olacak.
6. Eğer ayın uçları güneye dönük ve uzamış görünürse, Akad ve Elam kralı ölecek.
7. Eğer ayın uçları kuzeye dönükse Akad kralı düşmanı yok edecek.
8. Eğer ayın uçları batıya doğru uzanmışsa yangın olacak "
Bunun dışında Hitilerde kehanet için farklı yollar vardı.
Normal ya da sakat doğumlara göre , meteorolojik olaylara göre kehanet yapmak,
astrolojik gözlemler yapmak da sıkça uygulanırdı.
Daha fazla bilgi için Dinçol, Hititler (bkz. Kaynakça) , Türkçe'de iyi bir kaynaktır.
Daha fazla bilgi için Dinçol, Hititler (bkz. Kaynakça) , Türkçe'de iyi bir kaynaktır.
Hititler'de Büyü
Hititler de dönemin diğer uygarlıkları gibi büyüye meraklı
bir topluluktu.
Çeşitli konularda büyülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Cinsel büyüler, aile içi büyüler hatta kara büyü Hititler tarafından yapılmıştır. Ayrıca kuraklık önlemek, hastalıkları yok etmek, şans getirmek vs. için de büyüler yapılmıştır. Büyüye çoğu zaman kurban töreni de eşlik etmektedir.
İyi amaca yönelik , tapınak rahibeleri tarafından yapılan büyüler de Hitit kültüründe yer almıştır. Bu tür büyücülere "yaşlı kadın" denilirmiş . (günümüzdeki cadı ya da yaşlı büyücü kavramına ne kadar tanıdık)
Kra büyü ise sonu ölüme kadar gidecek cezaları içermekteydi. Bir Hitit yasa metninde şöyle denmektedir : (Imparati, bkz. Kaynakça)
"Eğer özgür bir adam bir yılan öldürürse
ve başka bir adını
söylerse bir mina gümüş versin; ve eğer bir erkek köle
, işte tam o ölsün"
Bu metinden Hititler'de, birinin adını söyleyerek yılan öldürme şeklinde bir tür kara büyü yapıldığını öğreniyoruz. Burada kişinini modeli yerine yılan alınmaktadır. Dikkat çekici bir husus da özgür insanın öldürülmeyip sadece köleye ölüm cezası verilmesidir. Başta ölüm cezasının herkes için olduğu ancak sonradan sadece köleler için uygulandığı düşünülebilir.
Telipinu Fermanında da bu konu geçmektedir :
" Eşyayı her zaman temiz tutun. Kim aile arasıda büyücülük bilirse, siz onu aile içinde yakalayın! Onu saray kapısına1 getirin! Kim onu getirmezse, gelecek, O insana kötü şeyler olacak."
Büyü yapmak kadar büyüyü çözmek de yaygındı. Bir metinde şöyle demektedir :
" Büyülenmiş olan bu adamı şimdi ben büyüden çıkardım. Onu toprağa geçirdim ve onu bağladım. Büyü ve fena rüya bağlanmıştır, onlar artık yeryüzüne çıkamazlar, siyah toprak altı onları çekiyor."
Cinsel güçsüzlükten hastalıkların tedavisine kadar bir çok olayda büyünün sıkça kullanıldığı görülmektedir.
Aslında Hititlerde bir çok eylemin içinde büyü vardı.
Yeni bir yere ev yapılırken ya da tapınak inşaa edilirken temellerin altına bazı sunular konulmaktaydı. Buna göre idolü konan tanrı orayı koruyacak ya da konan madenin özelliklerini alacaktı. Örneğin temele bakır konarken şöyle denmeliydi :
" Bak! Bakır dayanıklı ve ölümsüz olduğu gibi bu tapınak da öyle dayanıklı olsun ve orada kara toprakklar üzerinde ölümsüz olsun."
Zaten tapınağı yapan da tanrılardır :
"Onu (tapınağı) erkek tanrılar marangoz gibi inşa ettiler. Fakat temel taşlarını tanrı Telipinu alta koydu; orada onların üzerlerine duvarları bilgeliğin kralı Tanrı Ea inşa etti. Fakat ağaç(lar) ve Taş(lar) bütün dağlardan getirildi ve toprağı tanrıçalar getirdi. "
Çeşitli konularda büyülerin yapıldığı tespit edilmiştir. Cinsel büyüler, aile içi büyüler hatta kara büyü Hititler tarafından yapılmıştır. Ayrıca kuraklık önlemek, hastalıkları yok etmek, şans getirmek vs. için de büyüler yapılmıştır. Büyüye çoğu zaman kurban töreni de eşlik etmektedir.
İyi amaca yönelik , tapınak rahibeleri tarafından yapılan büyüler de Hitit kültüründe yer almıştır. Bu tür büyücülere "yaşlı kadın" denilirmiş . (günümüzdeki cadı ya da yaşlı büyücü kavramına ne kadar tanıdık)
Kra büyü ise sonu ölüme kadar gidecek cezaları içermekteydi. Bir Hitit yasa metninde şöyle denmektedir : (Imparati, bkz. Kaynakça)
"Eğer özgür bir adam bir yılan öldürürse
ve başka bir
söylerse bir mina gümüş versin; ve eğer bir erkek köle
Bu metinden Hititler'de, birinin adını söyleyerek yılan öldürme şeklinde bir tür kara büyü yapıldığını öğreniyoruz. Burada kişinini modeli yerine yılan alınmaktadır. Dikkat çekici bir husus da özgür insanın öldürülmeyip sadece köleye ölüm cezası verilmesidir. Başta ölüm cezasının herkes için olduğu ancak sonradan sadece köleler için uygulandığı düşünülebilir.
Telipinu Fermanında da bu konu geçmektedir :
" Eşyayı her zaman temiz tutun. Kim aile arasıda büyücülük bilirse, siz onu aile içinde yakalayın! Onu saray kapısına1 getirin! Kim onu getirmezse, gelecek, O insana kötü şeyler olacak."
Büyü yapmak kadar büyüyü çözmek de yaygındı. Bir metinde şöyle demektedir :
" Büyülenmiş olan bu adamı şimdi ben büyüden çıkardım. Onu toprağa geçirdim ve onu bağladım. Büyü ve fena rüya bağlanmıştır, onlar artık yeryüzüne çıkamazlar, siyah toprak altı onları çekiyor."
Cinsel güçsüzlükten hastalıkların tedavisine kadar bir çok olayda büyünün sıkça kullanıldığı görülmektedir.
Aslında Hititlerde bir çok eylemin içinde büyü vardı.
Yeni bir yere ev yapılırken ya da tapınak inşaa edilirken temellerin altına bazı sunular konulmaktaydı. Buna göre idolü konan tanrı orayı koruyacak ya da konan madenin özelliklerini alacaktı. Örneğin temele bakır konarken şöyle denmeliydi :
" Bak! Bakır dayanıklı ve ölümsüz olduğu gibi bu tapınak da öyle dayanıklı olsun ve orada kara toprakklar üzerinde ölümsüz olsun."
Zaten tapınağı yapan da tanrılardır :
"Onu (tapınağı) erkek tanrılar marangoz gibi inşa ettiler. Fakat temel taşlarını tanrı Telipinu alta koydu; orada onların üzerlerine duvarları bilgeliğin kralı Tanrı Ea inşa etti. Fakat ağaç(lar) ve Taş(lar) bütün dağlardan getirildi ve toprağı tanrıçalar getirdi. "
Hititler'de Ölüler Kültü
İnsanların fiziksel beden ve ruhtan oluştuğu düşüncesi büyük olasılıkla Hititler'de de vardı ve ruhun ölümden sonra da varolduğu ve yeraltına gittiği düşünülmekteydi. Hatta burada ölüye annesinin yol gösterdiği de düşünülmekteydi. Muwatalli'den sonraki tabletlerde de ölüm gününün "anne günü" diye anılması bu ilişkiyi göstermektedir.
Ruhlar insanlara ancak rüyalar vasıtası ile gözükmekteydi. Bunu dışında da ruhların ziyareti olasıydı. Özellikle kendilerine kurban sunulmayan ya da haksızlık sonucu öldüğü düşünülen kişilerin ruhları yaşayanları sık sık rahatsız etmekteydi.
Tabletlerden ölülere kurban sunulduğu da anlaşılmaktadır.
Ancak tabletler genelde krallardan sözettiği için bunun doğal olduğu
düşünülebilir, çünkü kral öldükten sonra tanrı oluyordu ve tanrıya kurban sunmak
gerekliydi. Bunun yanında halktan kişilerin de ölüye kurban sundukları
bilinmektedir. Bu ölüleri yatıştırmak için olduğu gibi , Hitit ianaçlarına göre
günahlar babadan oğula/kıza geçtiği için (aynı inanç Yunan mitolojisinde de
vardır), günahlardan kurtulma amacıyla da olabiliyordu.
Ünal filolojik olarak
ilginç bir sonuca da varmıştır :
"Burada Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre 'düşünmek' fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde 'düşünmek' insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması şeklinde ifade edilmiştir. "
"Burada Hititçe kelime haznesinde, şimdiye kadarki bilgimize göre 'düşünmek' fiilinin olmadığına da değinmek gerekecektir. Öyle anlaşılıyor kii hititlerde 'düşünmek' insanın bizzat kendi ruhuyla konuşması, onunla diyalog kurması şeklinde ifade edilmiştir. "
Hititlerde ölü gömme adetleri zaman içinde farklılaşmıştır.
Eski İmparatorluk çağında ölüler olduğu gibgi gömülürken daha sonraları yakılma
ve küplere ya da taş sandık mezarlara gömme adeti uygulanmıştır.
En önemli cenaze karal ya da karaliçenin ölümü dolayısıyla
yapılmaktadır. Kınal şöyle anlatmaktadır : (Eski Anadolu Tarihi, bkz
Kaynakça)
"Gerçekten de Boğazköy vesikaları arasında "Eğer Hattuşaş'ta
büyük bir hadise olursa,yani kral ve kraliçe tanrı olursa" etiketini taşıyan ölü
metinleri ele geçmiştir. Bu metinlere göre kral veya kraliçe tanrı olunca,
büyükler onun için ağlamaya başlardı. Hemen bir sığır kurban edilir ve ruhu için
de şarapla içki kurbanı takdim edilirdi. Aynı günü akşamında yine bir keçi
kesilir ve mevta bir arabaya konularak hususi surette kurulan bir çadıra
götürülürdü. Burada tekrar kanlı kurban ve içki kurbanı yapılırdı. Bundan sonra
tablet kırılmıştır. Fakar başka bir metinde ertesi günü ihtiyar kadınlar kızgın
bir ateşi şarapla söndürdüklerine göre, ölü geceleyin yakılmaktadır. İhtiyar
kadınlar ateşten kemik bakiyelerini toplayarak bunları içleri yağla doldurulmuş
çömleklerin içine koymakta ve balahere bu kapları mabedde, belki de
Yazılıkaya'nın küçük galerisindeki hücrelerde muhafaza etmekte idiler. "
Bu tür törenlere büyücü anlamındaki yaşlı kadının da eşlik
ettiği olmaktaydı.
Ölüye sunulan eşyalar da çok zengin eşyalar olmayıp bazı süs
eşyalarıydı.
Hitit Mitolojisi
Hititlerde özgün bir mitolojiden söz etmek oldukça güçtür. Hitit efsaneleri çok güçlü o bir şekilde Hurri, Hatti ve Mezopotamya etkisinde kalmıştır. Hitilerden günümüze gelen efsanelerde bu etki açıkça görülmektedir. Ancak bir başka gerçek de Hitit efsanelerinin Yunan mitolojisine kadar sürekliliğini koruduğudur.
Günümüze gelen belli başlı Hitit mitoslarına göz atarsak bu
etkileri daha iyi görebiliriz.
Kaybolan Tanrı Efsaneleri
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hititler bir çok doğa
olayını tanrılara bağlamakta, ancak onları, insan şekilli (antropomorfik) olarak
düşünmekteydiler.
Buna göre bir tanrı canı isterse çekip gidebiliyordu. Ancak tanrının gitmesiyle ona bağlı olan doğa olayları da etkileniyordu.
Ele geçen metinlerden biri de Fırtına tanrısının oğlu
Telipinu'nun kaybolması ile ilgili olandır. Hatti kökenli bu efsanenin kahramanı
Telipinu aslında bir tarım tanrısıdır. Tohum ekmek, tarla sürmek, sulamak, ürünü
yetiştirmek ve toplamak gibi tarım işleri ile ilgilidir. Doğal olarak bu
tanrının kaybolması bütün hayatı etkilemiştir. Farklı versiyonlardan derlenen
efsanenin ilginç bir konusu vardır.
Tanrı o kadar sinirlidir ki elbisesini ve ayakkabılarını ters
giyecek kadar sinirlenmiştir ve fırlar gider. Tanrının gitmesiyle beraber ülkede
her şey değişir. Sıkıntılar başlar :
"Pencereleri sis doldurdu, evi duman doldurdu. Ocakta odunlar
boğuldu, ağılda koyunlar boğuldu. Koyun kuzusunu istemedi, inek buzağısını
istemedi.[...] Arpa ve buğday yetişmez oldu, sığırlar koyunlar ve insanlar gebe
kalmadılar, gebe kalanlar ise doğurmadılar. Dağlar kurudu, ağaçlar kurudu ve
çiçek açmaz oldu; otlaklar kurudu, kaynaklar kurudu."
Tanrının gidişi o kadar etkili olmuştu ki diğer tanrılar da
bundan etkilenmişti, hatta bütün tanrıların katıldıkları bir ziyafette yiyip
içmelerine rağmen açlık ve susuzlukları geçmemişti. Bu pasajın açıklaması şu
şekilde olabilir , burada tanrıların yemesi ve içmesi kendilerine sunulan
sunular olabilir, ancak bu sunuların fayda etmedikleri görülmektedir.
En sonunda Fırtına tanrısının aklına oğlu Telipinu gelir ve
iyi olan herşeyi alıp götürdüğünü söyler, ve yüksek dağlarda Telipinu'yu araması
için kartalı gönderir. Ancak kartal Telipinu'yu bulamaz. O zaman bütün
tanrıların annesi tanrıça Hannahanna Fırtına tanrısı'na bizzat aramasını söyler.
Ancak fırtına tanrısı da başarılı olamaz. Hannahanna en sonunda bir arı
gönderir. Arı sonunda tanrıyı bulur ve onu sokarak uyandırır (bu bölüm değişik
versiyonlarda farklıdır). Telipinu daha da öfkelenir . En sonunda bir ayin
yaparak öfkesini dindirmeye karar verilir. Bu işi büyü tanrıçası Kamrušepa
yapar:
"Ey tanrılar gidin! Şimdi tanrı Hapantali için Güneş
Tanrısı'nın koyunlarını güdün. Telipinu'nun Karaš-hububatlarını1
iyileştirebilmem için on iki koç seçin. Bin küçük deliği olan bir sepeti kendim
için aldım. Ve onun üstüne ben karaš-hububatı ve Kamrušepa'nın koçlarını döktüm.
Ve ben Telipinu'nun üzerinde, şurasında burasında ateş yaktım. Ve onun
kötülüğünü Telipinu'nun vücudundan aldım. Onun günahını aldım. Onun kızgınlığını
aldım. Onun hiddetini aldım. Onun dargınlığını aldım. Onun küskünlüğünü aldım.
[...] Telipinu hiddeti bırak. Öfkeyi bırak. Küskünlüğü bırak. Ve kanaldaki su
nasıl geriye akmazsa, Telipinu'nun hiddeti, öfkesi ve küskünlüğü aynı şekilde
geri gelmesin. [...] Telipinu'nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskülüğü gitsin.
Ev onu bıraksın. İçindeki...ondan kurtulsun. Pencere ondan kurtulsun.
Menteşe[ondan kurtul]sun. İç avlu ondan kurtulsun. Şehir kapısı ondan kurtulsun.
Kapı ondan kurtulsun. Kral yolu ondan kurtulsun. Meyve bahçesine, tarlaya ya da
ormana o girmesin. (Karanlık) toprağın Güneş tanrısının yoluna o gitsin. Kapıcı
yedi kapıyı açtı. Yedi (kapı) sürgüsünü çekti. Karanlık toprağın altında
bronzdan palhi kapları durur. Kapakları kurşundandır. Tutamakları ise
demirdendir. İçlerine giren bir şey, bir daha geri çıkamaz. İçlerinde mahvolur.
Bundan dolayı onlar Telipinu'nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskünlüğünü
yakalsın ve onlar (buraya) geri dönmesin."
Sonuçta bu büyü etkili olur . (Başka versiyonda bu büyüyü bir
insan yapmıştır.) Telipinu'nun öfkesi diner ve evine döner. Böylece ortaklık
yatışır ve eski haline döner.
Bu efsanaye çok benzeyen bir de Fırtına Tanrısı'nın
kaybolması efsanesi vardır. Ancak ikisini aynı efsanenin değişik anlatımları
olarak kabul edebiliriz.
Bu efsanelerin dışında Güneş Tanrısı'nın, Hannahanna'nın ve başka tanrıların da kayboluş mitosları vardır. Ancak bunları aynı efsanelerin farklı yorumları olarak düşünebiliriz.
Bu efsanelerin dışında Güneş Tanrısı'nın, Hannahanna'nın ve başka tanrıların da kayboluş mitosları vardır. Ancak bunları aynı efsanelerin farklı yorumları olarak düşünebiliriz.
Bu konuya dahil edebilceğimiz ilginç bir motif de Ay'ın düşme
mitosudur. Hatti kökenli bu mitosun bir ay tutulmasını mı anlattığı yolksa
farklı bir ritüelden mi bahsettiği bilinmemektedir :
"Kaşku (Ay tanrısı) gökten düştü. Şimdi o Kilammar (tapınak)
üstüne düştü. Ancak onu kimse görmedi. Şimdi tanrı (Gök/Fırtına tanrısı) onun
arkasından yağmur saldı. Ve arkasından yağmur sağanakları gönderdi.Onu korku
aldı. Hapantalli aşağıya onun yanına gitti, o zaman onunla konuştu. Gidiyor
musun? Ne yapıyorsun? "
İlluyanka Efsanesi
Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı
ile yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya
da Saint George mitoslarında da gösterir. Belki de izleri daha da derindir . Bu
konuda İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle yazmaktadır (bkz
:
"Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin
savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Yılanlarla
kartalların savaşını içeren bütün masalların kaynağı budur. Kimine göre çok
büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı değişmiş, Anadolu türkçesinde ejder
olmuştur. Halk ona ejderha diyor. [...] İlluyanka başka başka ülkelerin halk
anlaışlarına, dini inanışlarına göre nitelikler kazanmış. Anadoluda büyük bir
yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olalar, boğuşmalar bu
eskiçağ anadolu masalının değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. "
Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi
motifinin baharın, kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini
belirtmişlerdir. Bütün kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı öldürmesi motifi
olması bize bu sembolün ezoterik bir açıklaması da olabileceğini
düşündürtmektedir.
Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında
da anlatılıyordu. Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar :
"Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella'ya göre
(bu) göğün Fırtına Tanrısı'nın [...] için Purulli (festivali) metnidir
(sözleridir). Onlar şöyle konuştuklarında : "Ülkede büyüme (bolluk) ve gelişme
(bereket) olsun. Ve eğer (gerçekten ülkede) büyüme ve gelişme olursa, onlar
Purulli festivalini kutlar. "
Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile Fırtına tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister.
Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile Fırtına tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister.
Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival
düzenler. Daha sonra tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia adında
bir ölümlü ile anlaşır ve planın anlatır. Hupašiia, karşılığında tanrıça ile
yatmak koşulu ile bunu kabul eder.
İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka'nın deliğine
gider ve onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki
içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez.
Hupašiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına tanrısı da İlluianka'yı öldürür.
Böylece Fırtına tanrısının sorunu çözüme bağlanır.
İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev
inşa eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için
Hupašiia'nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupašiia
pencereden bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara'ya eve dönmek
istediğini söyler. İnara da Hupašiia'ı öldürür.
Bu efsanenin ele geçen bir veriyonu daha vardır.
Bu versiyonda da efsane, İlluianka'nın Fırtana tanrısını
yenmesi ile başlar. Ancak bu kez İlluianka Fırtına tanrısının kalbini ve
gözlerini de alır.
Fırtına tanrısı daha sonra fakir bir adamın kızı ile evlenir
ve bir oğlu olur. Oğlan büyüdüğünde İlluianka'nın kızını alır. Fırtına tanrısı
öcünü almanın peşindedir :
"Fırtına tanrısı ona (oğluna) sürekli olarak şöyle emreder :
"Karının evine (yaşamaya) gittiğinde (başlık parası olarak) kalbi(mi) ve
gözleri(mi) onlardan iste." "
Oğlu Fırtına tanrısının istediğini yapar ve gözleri ile
kalbini geri alır. Bunun üzerine yeniden İlluianka ile döğüşe tutuşur. Ancak bu
kez oğlu da yılandan yanadır.
Fırtına tanrısı İlluianka'yı ve kendi öz oğlunu öldürür.
Bu iki versiyonda da ortak nokta Fırtına tanrısının yılanı
öldürmesidir. Bu efsane daha da önce belirttiğimiz gibi farklı kültürlerde
farklı şekillerde yaşamıştır.
Kumarbi Efsanesi
Hurri kökenli bu efsane, daha sonra Yunan mitolojisinde de
izleri görülecek ilginç bir efsanedir.
Bu destan bir kaç kompozisyon halinde işlenmiştir. Ancak
tablelerin çoğunda büyük kırıklar olduğu için parça parça günümüze gelmiştir.
Bu efsane , Hesiodos'un Theogonia'sını andıracak biçimde
tanrı soyarından bahsetmektedir.
"İlk (eski) tanrılar, [...] kuvvetli tanrılar işitsinler :
[...] Geçmiş yıllarda Alalu (gökyüzünde) kral idi. Alalu tathta oturuyordu. Ve
tanrıların önde geleni, güçlü Anu, (hizmetçi olarak) onun huzurunda duruyordu.
O, (Alalu'nun) ayaklarına kapanıyor ve içki kaplarını, içmek için, onun eline
veriyordu. "
Ancak bu durum çok uzun sürmez. Alalu gökte dokuz yıl krallık
yapar. Anu, Alalu'ya karşı ayaklanır ve onu yenerek aşağıya, karanlık toprağa
gönderir ve tahta geçer. Bu kez Kumarbi ona hizmet etmeye başlar.
Anu da dokuz yıl boyunca tahtta kalır. Dokuzuncu yılda bu kez
Kumarbi Anu'ya karşı ayaklanır ve Onunla savaşmaya başlar. Anu, Kumarbi'ye karşı
koyamaz , kaçar :
"Anu, Kumarbi'nin el ve ayaklarından kendini sıyırdı ve
kaçtı. Anu, gökyüzüne çıktı. (Fakat) Kumarbi onun arkasından koştu. Anu'nun
ayaklarından yakaladı ve Anu'yu gökyüzünden aşağıya çekti. (Kumarbi Anu'nun)
dizini (bel altını) ve bronza benzer Kumarbi'nin karnına bitişik erkeklik
organını ısırdı. Kumarbi, Anu'nun erkekliğini yutunca, o sevinde ve yüksek sesle
güldü. Anu döndü ve Kumarbi'ye (şöyle) söylenmeye başladı : " Erkekliğimi
yuttuğun için kendi içinden seviniyor musun? Kendi kendine sevinme! Ben sana yük
(tohum) yükledim. İlk olarak soylu Fırtına Tanrısı ile seni aşıladım (gebe
bıraktım). İkincisi dayanılmaz Aranzah nehriyle seni aşıladım. Üçüncüsü soylu
Tašmišu ile seni aşıladım. Üç dehşet tanrıyı ben sana bir yük olarak
yerleştirdim. "
Anu böyle diyerek gökyüzüne gizlenir. Kumarbi ise hemen
tükürür ve daha sonra da Nippur şehrine gider. Kumarbi burada doğum için ayları
sayar ve tanrıları dünyaya getirir. Metinin buraları çok kırık olduğundan
efsanenin bu bölüm hakkında ayrıntılı bilgimiz yoktur. Ancak çıkan tanrılar da
savaşa tutuşurlar. En kuvvetlisi Teşup'tur. Hatta Teşup boğası Šeri'ye şöyle der
:
"[Artık kim benim] karşıma kavga etmeye gelebilir? [Şimdi
beni kim] yenebilir? Kumarbi bile [bana karşı çıkamaz(?)] "
Kırık parçalardan Anu'nun Kumarbi'nin öldürülmesini
istemediğini öğreniyoruz. Ayrıca yeryüzü de hamiledir ve ay saymaktadır ve
tabletin sonunda iki çocuk doğurur.
Tabletlerin kırık olması yüznden efsanenei tam bir versiyonu
elimizde yoktur. Yalnız anlaşıldığı kadar, efsane Mezopotamya kökenlidir.
Hitiler'e Hurriler yoluyla girmiştir.
Metinin Hesiodos'un Theogonia'sıyla benzerliği dikkat
çekicidir. Hesiodos'un bu efsaneleri Anadolu'dan aldığı düşünlebilinir.
Güterbock
ise bunların Hesiodos'a Fenikeliler yoluyla da geçebileceğne dikkat çekmektedir.
Güterbock Kumarbi ismini ise şöyle açıklamaktadır :
"Bu tanrının adı hakikî Hurricedir: sondaki -bi, Hurrice
aidiyet eki -ve'dir. Kumar sözcüğünün cins ismi mi yoksa yer adı mı olduğu ve
Kumar adlı şehrin nerede aranacağı bilinmiyor. "
Güterbock aynı zamanda Allau-anu ve Anu-Kumarbi, arasında
baba oğul ilşkisi olabileceğinin de altını çizmektedir.
Köken ne olursa olsun bu efsane Hihitlerde, daha doğrusu
anadolu'da bir nalam kazanmış ve belki de "Yunan Mucizesi" denilen safsatanın
doğuşunda rol oynamıştır.
Ullikummi Şarkısı
Ullikummi Şarkısı , konu olarak Kumarbi efsanesinin devamında
Teşup'un krallığında geçmektedir.
Burada bir parantez açıp, "şarkı" sözcüğü üzerinde durmak
gerekmektedir. Dinçol (bkz. bunu şöyle açıklamaktadır :
"Yabancı kökenli metinlerin bir özelliği, onların anadolu
kökenliler gibi ayinler içinde yer almaması, baş bölümlerinde belirtildiği gibi
birer bağımsız şarkı sayılmasıdır. Şarkı terimi bu tür edebiyat ürünleri için
Ortaçağ'a kadar kullanılmış bir sözcüktür. Germen efsanelerinden en ünlüsüne
Neibelungen Şarkısı denildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bakımdan, şarkı
sözcüğünün destan anlamında kullanılmış olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur.
"
Şarkı sözcüğünü de açıkladıktan sonra efsanenin konusuna
bakabiliriz :
Anlaşıldığına göre Kumarbi yenilmiş ve tahtta Teşup
oturmaktadır. Ancak Kumarbi bunu hazmedemez :
"Kumarbi aklını toparlar (düşünür). Uğursuz bir günde kötü
bir insan yetiştirir. O Teşup'a karşı kötülük planlar. O Teşup' a karşı bir asi
çıkarır. [...] (Kumarbi) eline bir asa aldı. [Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı
rüzgarları koydu. O Urkiš şehrine yola çıktı ve Soğuk Pınar'a vardı. Şimdi Soğuk
Pınar'da bir kaya bulunur : onun boyu üç fersah ve genişliği [...] ve yarın
fersahtır. Onun vaginası ise [...fersahtır. Onu görünce] aklı başından fırladı
ve o kaya ile sevişti. Erkeklik organını onun içine batırdı. O beş kez oldu. O
on kez oldu. "
Tabletteki kırıklardan metnin devamı tam anlaşılamamktadır
ancak, Deniz tanrısının yardım ettiğini ve çocuğun doğduğunu öğrenebiliyoruz.
Kumarbi bu çocuğa Ullikummi adını verir :
"Kumarbi kendi kendine söylenmeye başladı : Kader tanrıçaları
ve ana tanrıçaların bana verdiği çocuğa ne isim koyacağım. [...] Varsın onun
ismi Ullikummi olsun. O krallığa gökyüzüne gitsin. Güzel Kummiia şehrini
sıkıştırsın. Teşup'a vursun. Onu saman gibi doğrasın. Onu bir karınca [gibi]
ayakları ile ezsin. "
Ullikummi sözcük olarak Kummiia'nın yıkıcısı anlamına
gelmektedir. Kummiia ise Fırtına Tanrısının kentidir. Metinden de anlaşılacağı
gibi Kumarbi bu doğan çocuğun Teşup'tan kendi intikamını almasını beklemektedir.
Kumarbi, bu çocuğun Teşup'un haberi olmadan yetişmesi için
gizler, nacak güneş tanrı vbu süratle büyüyen ve canavarlaşan çocuğu görür ve
Teşup'a haber verir.
Teşup erkek kardeşi Tašmišu ve kız kardeşi Šaušga ile Hazzi
dağına gider ve canavarı bulur. Ancak Ullikummi alt edilebilecek gibi değildir.
Kırık tabletlerden anlaşılabildiği kadarı ile Teşup savaş
hazırlıkların başlamıştır. Savaşa tutuşur, ancak başarılı olamaz. Taş canavar
Ullikummi Teşup'u ve yanındaki yetmiş tanrıyı yener.
Teşup'un kardeşi Tašmišu yenilginin haberibi Teşup'un karısı
Hepat'a bildirir ve yeniden Teşup'un yanına döner. Tašmišu, Teşup'a tanrı Ea'dan
yardım istemesini söyler. İki kardeş Ea'ya gederler. Tablet buralarda kırıktır.
Ancak onları Ubelluri ile konuşurken buluruz. Ubelluri Atlas gibi dünyayı
sırtında taşıyan bir devdir. Ullikummi de onun omuzunda büyümüştür. Ubelluri sağ
omzunda bir şey olduğunu söyleyince Ullikummi'nin orada büyüdüğü anlaşılır ve Ea
eski tarılara seslenir :
"Eski sözleri bilen ilk tanrılar sözümü duyun. Eskiden,
babadan, büyükbabadan olan mühür evlerini tekrar açın. Ecdadımın mühürlerini
getirsinler. Onu orada mühürlesinler. Yeryüzü ve gökyüzünü
ayırdıkları(kestikleri) bakırdan eski kesici aleti getirsinler. Biz, Kumarbi'nin
bir asi olarak tanrılara karşı yüceltiği (büyüttüğü) bazalt Ullikummi'nin
ayaklarını keseceğiz. "
Ullikummi'nin ayakları kesilince güçsüz kalır. Teşup ve
tanrılar Ullikummi ile savaşmaya başlar. Metnin sonu kırıktır, ama burada
Teşup'un zaferinin anlatıldığı düşünülmektedir.
Bu efsane de Yunan mitolojisindeki bazı motifleri
anımsatmaktadır.
Hitit mitolojisinide kırık tabletlerle günümüze ulaşan başka efsaneler de vardır.
Hitit mitolojisinide kırık tabletlerle günümüze ulaşan başka efsaneler de vardır.