ÇERKESLERİN POLİTİK TARİHİ 1


"Çerkes" kelimesinin anlamı, kültürel ve dil bakımından birbirleriyle
akraba olan Kuzey Batı Kafkasya'da yaşayan etnik kabileler girmektedir.
Çerkes terimi dar anlamıyla Adigeleri (Abzegh, Shapsugh, Bjedugh, Kaberdey vs. gibi kabileleri) ve Abazaları içine almaktadır.

Rusların istilasından önceki yerleşim sahaları; Kafkas dağlarının her iki yakası, Karadeniz'in Doğu kıyıları, orta ve alt Kuban nehri, Taman yarımadası, Terek nehrinin Batı kıyıları ve Büyük Kabardey bölgesinin tümünüydü. Kuban nehrinin Güney’inde nüfusun çoğunlunu Çerkesler teşkil ediyor, Kuban nehrinin kollarından kaynaklandığı dağlarda ve ormanlarda ise genellikle Abedzehler oturuyorlardı.

Çerkeslerin kökenleri ile ilgili bazı problemler

Çerkeslerin tarihi hakkındaki bilgileri günümüzde Çerkes antropolojisi,
folkloru ve Kafkas dillerinin analiz edilmesinden elde edilen yeni
bilgilerle genişletebiliriz. Çerkes dilleri ünlü dilbilimci Marr
tarafından "Yafetid" dil ailesi içine alınarak incelenmiştir. Doğru olanı
da budur ve Çerkes dili Kuzey Batı Kafkas dilleri grubundadır. Bu dil
ailesine Gürcüce, Çeçence ve Lezgice’de dahildir. Çerkes grubuna
Kafkasların Kuzeybatısı’nda eski çağlardan beri bilinip, yaşamış olan
halklar da girmektedir. Bu halklara eski çağlardan beri buralarda
yaşayarak gelmiş olan Kimmerler ve işkillerden arta kalanlar da dahildir.

Çerkesler, bu yöreleri zaman zaman istila eden barbarları asimile
etmişler, onlara kendi dillerini ve geleneklerini benimsemişlerdir. Bunu
Kuzey Orta Kafkasya için söyleyemeyiz; çünkü onlar İran halklarınca
asimile edilmişlerdir.

Ünlü tarihçi Herodot, Çerkeslerden söz etmektedir. Milattan Önce 5. yy’da Azak Denizci kıyılarında şehir devletleri kurmuş olan Meotlar, ilk
Proto-Kafkaslılar olarak kabul edilmektedir. Herodot'un yazdıklarına göre
Meotların anaerkil sosyal ve toplumsal düzenleri vardı.

Sindler MÖ 5. yy. sonlarına doğru başkentleri Goripipa (günümüzdeki
Anapa kenti) olmak üzere bir kent devleti kurmuşlardır. Sind kralları
kendi adlarına para, hatta mühür bastırmışlardır. Gerek Sindler, gerek
Meotların Yunanlarla yakın ilişkileri olduğu gibi birbirleriyle de
mücadele etmişlerdir. Sindler MÖ 4. yy’ın başlarında Bosfor Krallığı’nın
egemenliği altına girmek zorunda kalmıştır. Bu egemenlik yıllarında zaman
zaman Bosfor Krallığı’nı ele geçirerek yönetmişlerdir. İşte bunlardan
Spartakidler ikinci kral sülalesi olarak Bosfor’a egemen olmuşlardır.
Dünya tarihinde ilk kez köle ayaklanmasını Roma'da gerçekleştiren
Spartakus'ta Spartakidlerdendir, yani Çerkeslerin atalarındandır.


Klasik Çağda Çerkesler

Daha öncede yazdığımız gibi Çerkesler hakkında ilk yazılı belgeler MÖ 5.
yy’a kadar gitmektedir. Herodot'un eserinde sözünü ettiği "Suchailer",
yani "Zugiler" Çerkeslerin ataları olarak kabul edilirler. Yunanlar

kendilerinden başka her ulusu "barbar'’ olarak kabullendikleri gibi,
söylenen kelimeleri de doğru olarak duyup yazabilmeleri olanaksızdı. Bu
durumda kendilerine göre değiştirerek yazıyorlardı. "Zugi" sözcüğünün
doğrusu "Tz'ıchu" yani Kabardey Adigece’sinde "insan" anlamına gelmektedir.

Herodot'un siz neysiniz sorusuna, büyük bir olasılıkla, "Biz insanız"
şeklinde cevap vermişlerdir.

Herodot'tan sonra Korintli Skylaks,MÖ II. yy’da "Cerket" adını
kullanırken, Strabo MS I. yy’da "Cercetae" adımı kullanıyordu. Bu tanım içine de hemen hemen Kuzey Batı Kafkasya'da yaşayan halkları
almaktadır. Bu devirde Sind Meotler içlerine gelen diğer etnik grupları
daha üstün olan kültür ve sosyal düzeyleri nedeniyle kolayca asimile
edebiliyorlardı.

Sind Meotlar da Bosfor Krallığı ile birlikte Pontus'un muhasarasına
uğrarlar ve Romalılar tarafından istila edilirler. Şurası tarihi bir
gerçek ki, Azak denizinin klasik adı olan "Meotis", adını Meotlardan
almaktadır.

Çerkeslerin Güney komşuları olan Gürcülerin Kroniklerinde, Kuzey komşuları olarak "Kavkazi'’lerden söz etmektedir. Halbuki aynı devirde Çerkesler kendilerine "Dzixi" adını vermektedirler. Kabileler topluluğu olan Alan İmparatorluğu’nun, Hunların istilasıyla yıkılınca, aynı akıbete Sind Meot devleti de Bosfor Devleti ile birlikte uğramış ve Orta Asya'dan gelen
barbar Hunlar tarafından MS V. yy’da yıkılmışlardır. Hunların barbarlığından ve vahşetinden kaçarak Kuban nehrinin güneyinde yaşayan akrabalarına sığınabilenler bugünkü Çerkeslerin ataları olarak günümüze kadar gelmişlerdir.

Yabancılar bu halka "Çerkes' terimini, daha önce yazdığımız Yunanca
sözcüklerden üreterek kullanıyorlarsa da MS V. yy’dan itibaren
kendilerine "Adige'’ demişlerdir. Bu tanım, zamanımıza kadar gelmiştir. Bu
yüzyıldan itibaren de tek dil, tek ulus olan Adige milleti gelişmeye
başlamıştır.

Araplar ve Orta Doğu halkları Kafkas dağlarını dünyanın Kuzey sınırı
olarak kabul ediyorlardı. Arap seyyahları onlardan "Kerkes' diye söz
ederken, Çerkeslerle iyi ticari ilişkilerde bulunan Cenevizliler
"Kırkasi’' tanımını kullanmışlardır. Gerek bu tür sözcükler, gerekse
inançları incelendiğinde, Çerkeslerin eski dünyanın tanıdığı ve bildiği en
en eski klasik çağ halklarından biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Kıyı
boyunda yaşayan Çerkesler XIX. yy’a kadar ateş ve ocak tanrısı olarak
Achın'ı kabul ederek (tıpkı klasik çağdaki Pan gibi) ona ve Sosrese'e
tapınmışlardır. Çerkesler, tanrı Sosres'in denizden doğduğuna, tekrar
denize döndüğünü ve denizden çıkarak geri geleceğine inanmaktaydılar.


Eski Orta Çağda Çerkesler

Çerkeslerin MS VI. yy’dan itibaren Bizans kanalıyla Hıristiyan dinini benimsemeye başlarlarsa da eski dinlerini de bırakmamışlardır. Bu yüzyılda 1. Justinian (527-565) Nalçik’te bir piskoposluk kurdurur. Bu piskoposluk vasıtasıyla Çerkeslerle Bizanslılar arasında iyi ilişkilerin kurulmasını sağlar. Justinian, eski Adige destanlarında büyük bir kahraman olarak geçer. Justinian'ın ölümünden bu yana 1500 yıl geçmesine rağmen, halen onun adına yemin eden Çerkeslere rastlanmaktadır.

Justinian, Abazalardan kölelerin alınarak çeşitli ülkelere satılmasını
yasaklar. Abazalar bu yıllarda Bizans'ın yasallığını kabullenmişti. Daha
sonraları İran Şahı Anuşirvan ile (531-579) Bizans’a karşı savaşmıştır.
VII yy’da da hiç bir mukavemet göstermeden Musevi olan Hazarların
egemenliğini kabul ederler. Ünlü Arap gezgini İbn-i Masudi'nin
yazdıklarına göre; Çerkeslerin Alanlara göre zayıf olmalarının nedeni
olarak otoriter bir kral etrafında birleşememelerini göstermektedir.
Masudi, Çerkeslerden "Keşak' adıyla söz etmektedir. Masudi gezi
notlarında Çerkes kızlarının zarifliği, güzelliği ve toplumsal yaşamdaki
etkili rolünden övgüyle söz etmektedir. (1)

Hazar hakimiyeti altındaki Çerkesler, Kiev Prensliği’ne karşı savaşırlarsa
da yenilgiye uğrarlar. Rus kroniklerine göre Çerkeslerle Kiev Prensliği
arasında 1022 yılında savaş çıkar. Doğrudan girilecek bir sıcak savaşta
her iki taraftan da binlerce ölüyü savaş alanında bırakacaklardı. Bunu
anlayan iki lider, iki tarafın en kuvvetli ve cesur birer cengaverini
ortaya çıkararak yapılacak ikili mücadelede yenen tarafın galip sayılması
hususunda anlaşmışlardı. Çerkes cengaveri Redad ile Kiev Prensi St.
Vlademir’in oğlu Mistislav arasında yapılan ikili mücadeleyi Mistislav
kazanarak Redad'ı öldürmüş, savaşı da Kiev-Rusları kazanmış sayılmıştır.
Rus Tmurtakan Prensliği ile iyi ilişkiler ve dostlukları olmuştur.
Kavimler göçü ile birlikte gelen Kumanlar bu iki ulus arasına yerleşerek
bir müddet olsa da bir birinden uzak tutmuş ve iyi ilişkilerini kesmiştir.
Bu yıllarda Selçukluların Anadolu'ya gelmesiyle Bizans gerilemeye başlamış ve Bizans kaynakları da kesilmiştir.


Moğolların istilası ve Adigelerde bıraktığı izler

Eldeki kaynaklara göre, Moğol istilasından önce Adigelerin Kuzey sınırlan
Azak denizinin doğu kıyılarına ve bazı anlatımlara göre de Don ile Volga
nehirlerinin birbirlerine yaklaştıkları yerlere kadar uzanıyordu. 1239
yılında Moğolların istilası ile birlikte güneye doğru geri çekilmişlerdir.
XIV. ve XVIII. yy.larda Altın Ordu devleti ve Kırım Hanlıkları’nın da
baskısıyla Çerkeslerin arasına Tatar köyleri kurulmaya başlanmıştır. En
Güneyde yaşayan Abazalar ve dağlarda yaşayan Adigeler bu tür baskı ve
karışımlardan tamamen uzak kalmışlardır. Buna rağmen Altın Ordu devletinin başkenti Bahçesaray'da bir Çerkes mahallesi kurulmuştu. Altın Ordu Devleti ile beraber 1380'de Moskova'ya karşı 1395'de de Moğollara karşı savaşmışlardır. Alanların Moğollara tarafından yıkılması ile birlikte
Kabardeylerin tümü Güneye ve Doğuya göç etmişler, bugünkü orta Kafkasya'ya yerleşmişlerdir.


Ceneviz kaynaklarında Çerkesler

Ancona von Fredutio'nun 1497'de yaptığı haritada Çerkeslerin yerleşim
sahası bugünkü Tagonrok'a kadar getirmektedir. 1502'de yapılan diğer bir
haritada yine Azak denizinin doğu yakalarında Çerkesleri göstermekte,
hatta Don Nehri’nin doğusuna kadar uzanmakta ise de buralardan Kırım
Hanlarınca Güney’e doğru sürülmüşlerdir. Bu haritayı çizen Rnra Tntpriana
Çerkesler hakkında bize oldukça ilginç bilgiler aktarmaktadır. Çerkeslerin
şövalye NM\Man XIX. yy’a kadar devam etmişlerdir. Kan davasını kendi
aralarında çözümlerlerdi. Katillik olayı Adigelerde az rastlanan bir
olaydı. Bir katil kendini, ailesini ve kabilesini korumak için öldürdüğü
kişinin ailesine fidye ödemekle yükümlüdür. G. İnteriano Çerkeslerin
misafirperverliğine bilhassa dikkat çekmekte, ev sahibi, misafirini her
türlü kötülüklerden, hatta bunun sonunda kendi hayatına mal olacağını ve
köle olarak satılabileceğini bilse dahi, korumakla yükümlüydü. Kadınlar
erkeklerden kaçmaz, saklanmaz konuklara hizmet etmekten kaçınmazlardı. Üst tabakadan biri vefat edince yapılan merasimde genç bakire bir kızın kendi bekareti için yaptığı mücadele, törenin en heyecanlı anını teşkil ederdi (Bkz. Fr. Neumann'ın "Rusya ve Çerkesler' 1840 sayfa 39 adlı yapıtı) Cenevizliler orta çağdan bu yana, Bizans ve Osmanlılar zamanında da, Karadeniz kıyısında ve iç Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerle aktif ve dostane ticari ilişkiler sürdürdükleri için kaynakları da güvenilir olarak kabul edilmektedir. Cenevizliler özellikle Kopa'dan aldıkları köleleri çeşitli ülkelerde satarlardı.


İslam Kaynaklarında Çerkesler

Çerkes kökenli kölemenler Mısır'da 1382-1468 yılları (2) arasında
egemendiler. Bu nedenle bazıları Çerkeslerin kökenini Mısır'da aramaktadır
ki, bu doğru değildir. Kölemen devleti yıkılınca buradan bazı ailelerin
anavatanlarına dönmeleri böyle bir varsayımı ortaya çıkarmaktadır. Örnek
olarak Kabardeylerin İslamiyet öncesi Arabistan’dan göç ettiklerine dair
efsanevi anlatımlar değerini yitirmektedir. İneriano'ya göre bu yıllarda
Çerkeslerin tamamı Hıristiyan'dı. 1453'de İstanbul'un fethiyle
dindaşlarıyla ilgilerinin kesilmesine rağmen Hıristiyan dinini daha uzun
zaman muhafaza etmişlerdir. Ana tanrı Merissa'ya (3) anların koruyucu
meleği olarak 20. yüzyıla kadar tapınmışlardır. İslam dininin yayılmaya
başlamasıyla Hıristiyan inançların pek çoğu İslamlaştırılmıştır. Örnek
olarak; Hıristiyan mukaddeslerinden "Elias'’ "Ali'ye’' çevrilerek saygı
duyulmuştur.

İslam dinini ilk kabul edenler Kabardeylerdi. Kırım Tatarlarınca yayılan
İslamiyet’i önce Kabardey beyleri kabul etmiştir. Kabardeyler 15. yy.’da
Azak Denizi’nin Doğu’sunda yaşıyorlardı.


Rus Çarları ile ilk temaslar

Kırım Tatarlarının Çerkesler üzerindeki baskı, bilhassa baskınlarda ele
geçirdikleri insanları tutsak ederek pazarlarında satmaları, doğu
Çerkeslerini 1552'de Ruslardan yardım istemek zorunda kalmıştır. Bu
yardım çağrısına IV. İvan olumlu yanıt vermesine karşın bu yıllarda
Rusların Çerkesleri koruyacak askeri ve politik güçleri olmadığından bu
girişimler bir dostluk ilişkisinden ileri gidememiştir. Terek nehri
kıyısındaki iki Çerkes köyü Kazaklarca istila edilse de Kırım Tatarlarının
baskısıyla buraları terk ederler. Kuban Nehri 16. yy da bağımsız
Çerkeslerin kuzey sınırını teşkil ediyordu. Kuban’ın Kuzey’inde oturan
Çerkesler Kırım’a bağlı idi. Bu nedenle de dolaylı olarak Osmanlı
yasaları geçerliydi. Osmanlı sarayında ise Çerkes güzelleri en çok aranan
cariyelerdi. Wubıhlarla Abhazlar arasında oturan Abazinler 17. yy’da Kafkas dağlarının Kuzey’ine göç ederler. Kuzeydoğu’da ise Nogay Tatarları altı büyük yerleşim sahasında oturuyorlardı.

Rus çarları daha Güneye genişleme planları gereği 17. yy’da Çerkeslerle
ilişkilerini geliştirmeye başlarlar. Eski dimi inançlarını bırakmak
istemeyen Ruslar Kuban deltasına giderek yerleşirler. Kazak atamanı
Bulavin 1708'de çar 1. Peter’e isyan ederek Çerkeslere sığınır. Kırım’ın
Rusya'ya ilhakından sonra Çariçe’nin emrindeki Kazak birlikleri 1783’de
Kuban bölgesini istila eder.


18. yüzyılda Çerkes kabilelerinde sınıfsal savaşlar

Kuzey’de Rusların yaptığı baskılarla güneye inen Çerkesler dar yerleşim
alanlarına sıkışıp kalmışlardır. Bu nedenle de Abzeghler, Shapsughlar ve
Natuhaclar birbirlerine daha da sokulmuşlar ve 19. yy’daki sınırlarıyla
yerleşim sahalarına çekilmiştir. Bu kabilelerin kendi aralarındaki sınıfsal savaşlar, daha sonraları kabileler arası sınıfsal savaşa dönüşmüştür. Örneğin oligarşik Bjedughlar, demokratik Abzeghlere karşı savaşırlarken Çeçenler, Bjedughlara yardım etmişlerdir. Çerkesya’da 18. yy’da oligarşiye karşı yürütülen ayaklanma ve savaşların hemen hemen tümü Abzeghlerin tesiriyle olmuştur. Oligarşik Bjedughlar ve Shapsughlar birleşerek Ruslardan da yardım alarak 1796'da demokratik Abzeghleri yenilgiye uğratmışlardır. Bu yenilgiye rağmen daha sonraları özgürlükçü düşünce alevi sönmemiş, diğer kabileler arasında da savaşsız oligarşik idare yıkılarak toplumda herkes aynı haklara sahip olmuştur. 19 yy’ın ilk yanlarında tüm batı Çerkes kabileleri hür ve bağımsızdılar. Alınan tüm kararlar halk meclislerinde alınır ve toplum bu kararlarla yönetilirdi.

Köy meclisleri (Psucho-Kuace) sosyal yapının temelini oluşturuyordu.
Hiçbir Adige beyi tüm kabileleri bir araya toplayarak hüküm edememiştir.
İşte bu tür zayıflıkları ve parçalanmış olmaları, diğer iç ve dış sebepler
bir araya gelince, Rusların Çerkesya'yı istila etmesi kolaylaştı.