*****HATTİLER*****



Adigelerin(Çerkesler) ataları olan hattiler çok geniş bir toprak üzerinde çok güçlü bir devlet kurdular.
Şu an Türk halkının yaşadığı küçük asya’dan başlayan kafkas dağlarını da kapsayan devletin sınırları ortadoğuda Mısır’a kadar dayanıyordu.
Bu güne kadar kurulmuş en büyük medeniyetler arasında kabul edilen Hattiler dönemine ait pek çok bilgi, papirüsler ve yontma taşlar üzerine işlenmiş olarak bize kadar ulaşmıştır.
Yakın zaman kadar ilk olarak hattiler döneminde yazılan refah ve medeniyete dair kitap ...Bunun dışında bu medeniyet hakkında bu güne kadar bizde pek gündeme getirilmeyen başka önemli örnekler de mevcuttur.
Ayrıca tarihte ilk istihbarat çalışması yapan ve bu bilgileri düşmana karşı kullanan halkın hattiler olduğu da tarihe geçmiş bir bilgidir.
E.B.Çernyak’ın 1985 yılında yayınladığı “beşyüz yıl süren istihbarat savaşı” isimli kitapta Mısırın genç firavunu 2.ramses’in bu günkü Suriye topraklarında kalan Kadeş kalesi yakınlarında hattilerle savaştığını anlatmaktadır.
Hatti savaşçılarından 2 kişi kaçak olduklarını öldürülmemek için birliklerinden kaçtıklarını söyleyerek Firavun’a sığınmış,firar ettikleri birliklere dair yanlış bilgiler vererek Ramses’i yanıltmışlardır. .
Bu sayede hatti birlikleri Firavunu ve birliklerini çepeçevre kuşatmışlar ve işgale gelen firavun yanındaki bir kısım birliklerle hatti çemberini yararak kendini zor kurtarmıştır.
Adigelerin en eski şarkıları arasında bulunan ve Hatt olarak anılan destan da işte bu savaştan bahsedilmekte ,Ramses’in büyük ordusunun nasıl bozguna uğratıldığı anlatılmaktadır.
Hayretle görüyoruz ki yüzyıllardan bu güne ulaşan eski adige şarkısının sözleri ile yukarıda bahsettiğimiz Çernyak’ın kitabında anlatılanlar birebir örtüşmektedir. . örtüşme tarihte anlatılan bu savaşın gerçek ve yaşanmış olduğunu gösterdiği gibi aynı zamanda halkımızın köken olarak hattilere dayandığının da inkar edilemez delillerinden birisi olarak geçmişimizi ararken izlememiz gereken yolu da işaret etmektedir.
Açıkça görülmektedirki bu verdiğimiz örnek gibi tarihe dair ipucu olabilecek pek çok örnekler vardır elimizde. Fakat üzülerek söylemek gerekir ki bilim adamlarımızın bir kısmı, geçmiş dönemin tarihçilerinin ulaştıkları sonuçları ve ortaya koydukları tesbitleri olduğu gibi kabul etmeyi tercih etmekte, bu tür tarihe dair belge ve bilgi olabilecek verilere gereken önemi gösterip,konuya gereği gibi eğilmemektedirler.
Şüphesiz yeni bilgilere ulaşmak,ulaşılan bu bilgileri verilerle destekleyerek kanıtlamak ve yeni bir sonucu ortaya koyarak bunu kabul ettirmek oldukça güç bir iştir. İşte bu nedenledir ki bu bilimadamlarımız çıkarttıkları cilt cilt bu kalın kitaplarda başkalarının yazdıklarını tekrarlamaktan öteye gidememekte,ünlü bilim adamlarının ulaştıkları sonuçlar,ortaya koydukları kanaatler üzerine halkımızın tarihini bina etmeyi tercih etmektedirler,çünkü böylesi daha zahmetsiz ve kolay yoldur.
Şunu net olarak söylemek gerekir ki Adige tarihini yeniden yazacak insanlar,Adige ruhu taşıyan,damarlarında Adige kanı dolaşan bilgi ve akıl sahibi insanlar olmak zorundadır.
Halkların dili her zaman için onlar hakkında bilgiye ulaşmanın en önemli yoludur . Bir halkın dili bize o halkın tarihin hangi döneminde ortaya çıktığının,hangi bölgede yaşadığının,hangi kültür seviyesinde olduğunun ipuçlarını verir.
Eski sovyet bilimler akademisi ...başkanı rus eğitimci İvanov Adige dilinin çıkış noktasını,köklerinin nerelere ulaştığını açıkladığı araştırması birkaç yıl önce kitap haline getirilerek yayınlanmıştır.Tarihe dair pek çok konunun ele alındığı bu kitapta Yunan dilinin gelişmesine Adige dilinin çok büyük etkisi olduğundan bahsedilmektedir.
80’den fazla dil konusunda uzman olan ünlü dilbilimci Alfred trambetti’nin yazdığına göre Etrükslerden daha geriye uzandığımızda Adigelerin ataları olan halkın Avrupada ve Asyada yaşadığından,topraklarının Atlantikten başlayarak Pireneleri,Kafkasları,Tibet dağlarını aşarak Çin sınırına kadar dayandığından bahsetmektedir.
Yine Trambettinin yazdığına göre yerleşik olmayan pek çok halk ortaya çıkmakta geçtikleri bölgelerdeki diğer halklarıda silip süpürerek yerlerinden ederek yollarına devam etmekteydiler.
Buna rağmen bu tür işgale uğrayan toprakların yerleşik sahipleri arkalarında pek çok kültürel değer bırakmışlar,enazından tümüyle yokolup silinmemişlerdir.
İşte bu kültürel miras göstermektedirki Pirenelerdeki Bask’larla Kafkaslarda yaşayan Adigeler-Abhazlar’ın Tibette ve ve Pamir dağlarında yaşayan Burişler ile Verşik’lerin akraba ve aynı dil kökenine dayanan halklardır.
Dil alanındaki tüm otoriteler Trambettinin bu öngörüsünü artık hiçbir şüphe taşımaksızın kabul etmektedirler.
Adigeler ile ilgili bu tür pek çok bilgiye pek çok dönemde rastlanmaktadır. Bilim adamlarımızın en önemli görevi bu tür bilgileri toparlamak,değerlendirerek halkımızın tarihini yeniden tam ve doğru olarak ortaya koymaktır. 

www.blogger.com/Devamı »

Adıgelerin Kökeni Çok Eskilerden Geliyor


Adıgelerin Hattilerden türediğine ilişkin çok sayıda yazı bulunuyor. Tanrının yeryüzüne gönderdiği kişinin Adem olduğu Tevrat (Talmud), Eski Ahit (İlk Sözleşme) ve Kur’an’da yazılı.

Adem’in üç oğlu vardı: Kabil, Habil ve Sif (Seth). Biz Sif konusunda konuşmak istiyoruz. Çünkü, Tanrı büyük bir tufan (Nuh Tufanı) yarattı, Nuh’un (Noy) ailesi dışında, yeryüzünde hiçbir canlı kalmadı. Bugünkü insanlar o aileden türedi.

Sif’in oğlu Kenan (Каинан, Cainan) idi, Kenan’ın oğlunun adı Mahalalel (Малелеил) idi. Мahalalel’in oğluna Yared (Иаред) adı verildi, Yared’in oğluna da İdris (Енох) diyorlardı. İdris’in oğlu Metuşelah (Мафусал), onun oğluna da Lemek (Ламех) adı verildi. Lemek’in oğlu da Nuh (Ной) idi.

Yeryüzünde türeyen ilk insanlar 900 yıldan fazla yaşıyorlardı. Adem 970, Nuh 950 yıl yaşadı.

Tevrat’a göre Nuh’un üç oğlu vardı: Sam (Sim), Ham ve Yafet (Иафет). Sam’ın beş oğlu vardı: Elam, Assur, Arfaxad, Lud, Aram. Ham’ın oğulları: Kuş (Хуш), Mizraim, Put, Kenan (Ханаан). Yafet’in yedi oğlu vardı: Homer, Magog, Madai, Javan, Tubal, Meşeh, Tiras.

Kenan’dan türeyenler: Sidon (en büyük oğul), Het (Хет; ikinci oğul), onları Jebusey, Ammorey, Gergesey, Evey, Arkay, Mavi, Arvadey, Zemorey, Himathey’den oluşuyordu.


Kenan’ın ikinci oğlu Het adından gelme olarak Kenanilere (хьанааней) Hatlar (Hattiler) diyorlardı. Het, Hattilerin ve bin yıl üzeri yaşayan Hatti Krallığının kaynağı (kökü) oldu.

Nuh’un büyük oğlu Sam’dan (Сим) türeyenlere Samiler dediler, Ham’dan türeyenlere Hatlar da dahil Kenaniler dediler. Adıgeler Hatlardan (Hattilerden) türediler.

Müslümanlar Kur’an öncesi dini kitaplar konusunda kuşkucu değiller. Eski Ahit’de (Апэрэ Зэзэгъыныгъ; Ветхэ Завет) 43, İncil’de (Yeni Ahit) 27 kitap yer alıyor.

Kur’an 2. sure ve 285 ayette şöyle deniyor: “Tanrı’nın gönderdiği elçilere ve Tanrı’ya inanalar, indirilenlerin doğruluğuna inandılar (iman ettiler). Hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, O’nun kitaplarına, O’nun elçilerine inandılar (iman ettiler). O’nun elçilerini biz birbirinden ayırmıyoruz…”

Aynı surenin 3. ayetinde şunlar yazılı: “Bu yazı Tanrı (Tha)  inancı olanlara yardımcı olur, sana gökten indirilen ve senden önce indirilmiş olanlar, hepsi inananlar içindir…”

Ünlü Adıge şairi ve aydınlatıcı  Hamhoko Husen şöyle yazıyordu: “Bütün uluslardan daha güzeliz. Beyaz ırktan (üstün ırktan) türedik”. Hüseyin  bu yüzden yargılanıp sürgüne gönderildi, karar gerekçesinde şöyle deniyordu: “O diğer ulusları aşağıladı, Adıgeleri hepsinden üstün tuttu”. Hüseyin Adıgey’den uzakta, sürgün yerinde 1933 yılında can verdi.

Adıgelerin Şis (Sif) ya da başka türlü söylemek gerekirse, Adem’in üçüncü çocuğundan türemiş olduğu şeklindeki anlatıları yaşlı hacılardan çok duyduk. Adıgeler arasında, diğer uluslara oranla daha fazla sayıda Adem (Adam), Nuh, Hatko adları bulunması anlamlı. Adıgeler Ham’dan türediler. Ham bizim büyük atamız.

Eski Adıgecede “ha”, “insan” (цIыф) ve “insan oğlu” (цIыфым ыкъу) anlamını verirdi. Bu sözcüğü Adıgecedeki “haç’eş (konuk odası), haynap (ayıp), hade (ceset), hacığ (un), hakoş (kiler), haku (fırın), haç’e (konuk) ve benzeri sözcüklerle karşılaştırabilirsiniz.

 

www.blogger.com/Devamı »

ÇERKES KADIN SAVAŞCILAR

 Çoğu kaynak Çerkes kızlarının erkeklerle birlikte savaşta yer aldığını bildiriyor. Örneğin 19 yüzyılın ilk yarısında Çerkesya ' yı bizzat ziyaret eden İngiliz gezgin Spencer bunu yazmaktadır: ′′ Her Çerkez erkek çocukluktan beri silah eğitimi alır; hatta kadınlar sık sık sıralarında savaşır." [Ed. Spencer, ′′ Circassia 'da Travels, Krim-Tartary, & c, including a Steam Voyage Down the Danube, Vienna' dan Constantinople, ve Round the Karadeniz, 1836.] 1839

Fakat savaşçı cesaret ve yüksek ahlaki niteliklerin en yüksek erdemler olarak kabul edildiği ve cinsiyet, yaş veya milliyete bakmadan kibirlendiği Çerkes toplumunda kadınlar bazı durumlarda kadroların liderleri bile oldular. Çerkeslerin savaş grubunun (gup) başında ancak olağanüstü cesaret ve savaş yeteneği yüksek olan bir savaşçı ayakta durabilirdi. Ve kadınlara göre kriterlerin erkeklere göre daha da katı olduğunu düşünmek gerekir. Ne yazık ki bu savaşçıların çoğu geri dönüşümsüzce kayboldu. Ama bazıları hala insanların hafızasında duruyor.
Örneğin Hatah Skabo, 30 yüzyılda Shapsugia 'ya etnografik keşif gezisi ile ziyaret eden tarihçi Elena Chistykova' ya, kendi köyünden gelen Naguch soyundan gelen kız hakkında: ′′ Beyaz ata binerek, birliğinin başında korkusuzca savaştı 15 dövüşçüden." [Temizlikova E. Ve., ′′ Şapsuglardaki kadının dini ve ev durumu // Çerkes-Şapsug ' da dini deneyimler: 1939 Shapsug Expedition materyalleri ′′ / Red. S. A. Tokareva ve E. M. Schilling. M., 1940
Ya da Kafkas Savaşı sırasında Haciret birliğinin liderliğini yapan ve 1859 ' te Hodz için savaşırken yakalanan Arcuyat (Urkuyat) adında bir kız intihar etti. Hodza kadınları o savaşta, ağlamaklı bir şarkıya damga vurmuştu:
′′ Big Hodge ' da neler oluyor, aklınızdan geçmiyor!
Yedi gün kan akıyor, tam sulu bir nehir gibi.
Hoja ' da yedi güzellik ölümüne savaşıyor.
Kaplanlarının cesaretleri kıskanabilir.
Hoja Baydamat ' ın kızı önde,
İkincisi ise Hoja Urkuyat ' ın kızı.
Urkuyat ' ın iki beşiğinde iki ikizleri var.
Ve her atışında düşmanlarını öldürüyor...
Big Hoja ' nın kadınları ve kızları,
Kemerdeki hançerlerle ölümcül bir savaşa gidiyordum ′′
[Big Hodge Savaşı Şarkıları]
Çerkes kadınlarında savaşçı ruhunu destekleyen gelenekler nesilden nesile aktarıldı: ′′ Anneler kızlarını büyütür ve örnek almayı öğretirler. Bu kadınlar iyi atlara binip çok sayıda kahramanlık yaratırlar. Bu yüzden bazıları onları Amazon olarak görüyor." [Mina Medici, ′′ Pontus Hikayeleri ′′ Çerkesler. Buhar. 182 sayfa. 121-123.] Söylenenler doğrulanabilir ve arkeologların zaman zaman gömülü kadınlarla Meot gömülü gömülü mezarları ile buluştukları, kadın ev eşyalarının yanı sıra merotlar için doğrudan kılıçlar bulduğu söylenir. Örneğin, Kobyakov Kasabasının mezarında bu tür bir gömme keşfedildi.

Çerkesya gibi toplumlarda, toplumsal veya cinsiyetsel avantajların değil, köşenin başında insanca kişisel niteliklerin olduğu, kadınların erkeklere eşit hakları vardır: ′′ Çerkes kızları, olgunluğa ulaştıklarında bile toplumsal yaşamdan uzak durulmazlar. Genellikle kız kardeşleri ile birlikte yetiştirilir ve onlar kadar akıllıdır, at sürmeyi ve okçuluk yapmayı bilir." [Karl Koch, ′′ Reise durch Russland nach dem kaukasischen Isthmus in den Jahren 1836, 1837, und 1838."]
Ve hatta İslamiyet 'in kabulü ile Çerkes kızı, eski Çerkes geleneklerine göre yetiştirilmeye devam etti, bu da onu komşu halklardan kızların arasında keskin bir şekilde ayırdı : ′′ İslam' ın zorlu iğnesi sadece Adyge kabilelerinden gelen kızları yere çivileyemezdi. Lezginka, Çeçen, Kabardinka ' nın boyun eğdiği bir yaraya boyun eğmeyecek kadar akıllı ve güçlülerdi. Çerkesanka hiç bir zincir tanımıyordu. Evinde kendi aulasının vatandaşıymış, atalarıyla gurur duyuyor ve kardeşlerinden daha iyi biliyormuş. Hatta bundan daha fazlası, tarih sadece kadaçi şarkılarında ve onun hafızasında saklandı. Prenses bölgesinin en küçük tonları sadece kadınların yapabileceği kıskançlıkla korundu. Burada sağlam karakterleri vardı.
www.blogger.com/Devamı »

DOĞAL MAHKEME


:

Abazalar’da zaman, zaman toplumsal hayat devam ederken bireyler, aileler ve sülaleler arasında Abazalığa uygun olmayan çok üzücü olaylar meydana gelebiliyordu. Anlık kızgınlıklardan, stresli ortamlara, düşünülmeden atılan adımlardan keşmekeş durumlara, bir takım faktörler insanların ruh hallerinin bozuk olmasına ve devamında da hata yapmasına sebebiyet veriyordu! Cinayet, yaralanma, kavga ve benzeri olaylardı bunlar. Abazalığa uygun olmayan tüm davranışlar; serinliklere, dargınlıklara, kavgalara, cinayetlere ve hatta kan davalarına dönüşebiliyordu. Bu ve benzeri durumların oluşmaması veya oluşması neticesinde sulhu sağlamak, adaleti gerçekleştirmek adına toplumsal düşünebilen, tek bir aile gibi hareket edebilen saygın ve onurlu bireyler, doğal hukuk mekanizmalarını hayata geçiriyorlardı.
Toplumda engin tecrübe ve birikime sahip büyükler ile onlara hizmet ve danışma yapacak küçükleri bu mahkemeleri meydana getiriyorlardı. Abazaca; Eyzara, Azakon, Avusızbara, Ainralara gibi adları olan bu yüce konseyin kelime karşılığı olarak; aydınlığa giden yol, aydınlığa giden toplantı, işi aydınlatma, berraklaştırma gibi anlamları vardı.
Bu mekanizmanın ana hedefi; kişiler, aileler ve sülaleler arasında farklı durumlardan oluşmuş olumsuz durumların çözüme kavuşturulması, kan davasına dönüşmemesi ve gelecek kuşaklara sirayet etmemesidir! Bu mekanizmanın işleyişi; Abazalık olarak bilinen ve yüz yıllardır babadan oğulla anlatarak ve uygulayarak geçen Abaza hayat felsefesinin adalet olarak bireylere yansıması şeklinde olmaktadır.
Üyeleri tecrübeli, birikimli, adaletli ve toplumsal eğitimi iyi bilen kişilerden oluşuyordu Bu kişilerin sabıkasız, güvenilir, sevilen, sayılan ve sözü dinlenir kişiler olmasına dikkat edilirdi. Kendi bünyesinden hâkimini, savcısını, avukatını, kefillerini ve şahitlerini çıkarabilen ve bunları toplumun huzuru, refahı ve iyiliği noktasında kullanabilen bu yüce mekanizma; bin yıllardır varlığını sürdürmektedir. Bu mekanizmanın kusursuz işleyişi dünyada hapishanesi olmayan tek yerin Kafkasya olmasının en büyük delilidir!
MAHKEMENİN İŞLEYİŞİ:
Abazalar arasında meydana gelmiş olan olumsuz bir durum karşısında serinliğin, dargınlığın, kan davasının önüne geçmek ve önlemini almak adına bu olumsuz olguya tanıklık eden veya duyan komşuları, köylüleri ve akrabaları derhal bir araya gelerek çözüm üretmeye başlarlardı Komşunun bir meselede duyarsız kalması büyük ayıp kabul edilirdi. Hadisenin büyüklüğüne göre önlemler alınırdı. Halledilebilecek bir konu olması durumunda öncelikli kendi etraflarındaki büyükleri, taraf olan iki aile temsilcilerini, onlara yakın olan akrabalarını ve köylüleri toplar, işi fazla büyütmeden aralarında konuşarak, çözüm üreterek halletmeye çalışırlardı.
Halledilmesi çok zor görünen ve kan davasına dönüşmesi kuvvetle ihtimal gözüken davalarda konuyu halletmek için çok zor bir süreç beklemekteydi. Köyün Büyükler heyeti önce bir araya gelir ve durum değerlendirmesi yaparlardı. Davanın büyüklüğüne ve ciddiyetine uygun fikir alışverişinde bulunurlardı. Belirledikleri stratejileri derhal hayata geçirirlerdi. İlk iş olarak diğer köylerden veya bölgelerden kanaat önderliği yapmış özü, sözü bir, toplumda sevilen sayılan ve dinlenen büyüklere kendilerine denk haberciler yollarlardı.
Giden bu haberciler bu büyüklere olayı anlatır, onların kurulacak mahkemede görev almalarını isterlerdi. Mahkeme için düşünülen tarihler o büyüklere bildirilir onların oraya gelmeleri isterlerdi Davet edilen bu büyükler oraya gitmeden önce kendi imkânları doğrultusunda dava hakkında araştırma yaparak oraya hazırlıklı giderlerdi.
Tsabal olarak bilinen Bursa, İnegöl, Eskişehir ve Bozüyük hattından, bazen oluşan anlaşmasızlıklara Sakarya Düzce hattından büyükler davet edilebilirdi. Tam tersi durumlarda ise Sakarya ve Düzceliler oralara giderlerdi. Hatta bazı doğal mahkemelere Afyon tarafına bile büyüklerin gittiği bilinmektedir!
Belirlenen tarih geldiğinde Hadisenin geçtiği köydeki büyükler ve oraya davet edilen diğer köy ve bölgelerden olan büyükler bir araya gelirlerdi.
Çok eskiden farklı köylerden yeterli sayıda Bırk, Ayhabı ve Eyıdzbı çağrılırdı bu mahkemelere. Burada küçükleri davet etmekteki ana gaye onların büyükleri görerek yetişmeleri ve bu tip konular hakkında tecrübe sahibi olmaya çalışmalarıdır. Çünkü gün gelecek bu küçükler, büyük konumuna geleceklerdir. Küçükler büyüklerini her zaman örnek almışlardır. Büyüğün (başın) olmadığı yerde ayaklar yetimdir atasözü bunu iyi örneklemektedir! Diğer bir nedende onların fikirlerini de dinleyip olaya katkı sağlamaları beklenirdi…
Köyde her iki aileden de bağı olmayan tarafsız bir mekânda toplanılır. Bir araya gelindikten sonra ev sahibi konumundaki büyükler, gelen misafir büyüklere hadisenin mahiyeti açısından geniş bir bilgi sunarlardı Zaten oraya araştırma yapıp ta gelen büyükler oradaki sunumla birlikte konu hakkında baya bilgi sahibi olmuş olurlardı.
Durum değerlendirmesi yapıldıktan ve yol haritası çıkarıldıktan sonra ilk aşama olarak bu mahkemeyi temsilen suçlu ve mağdur olan her iki aileye de temsilci gönderilir. Bu temsilciler gittikleri aile büyüklerine mahkemedeki büyüklerin selamını iletirlerdi. Önce mağdur aileye sonrada suçlu aileye gidilirdi! Bu kişilere, ailelerin yetkilerini mahkemeye verip vermeyeceklerini sorarla her iki aile de teklif edilen’’bu işi bize veriyor musunuz’’ önerisini kabul ederlerdi Çünkü bilirlerdi ki bu yapı binyıllardır vardı. Ve tarafsızlığından asla taviz vermeyecekti. Adaleti bulacaktır! Kimse bu mahkemenin güvenirliği hakkında kuşkuya sahip değildi.
İkinci aşama olarak bu konsey kendi aralarında aldıkları karar ile Akhudakutza ( kefilleri) belirlerdi. Bu kefiller iki tane olurdu! Her iki aileyi de temsilen iki kişiydiler. Bu kefillik çok büyük sorumluluk gerektirmekteydi! Çünkü sorumluluğu çok ağırdı. İlerleyen yıllarda alınan kararlardan birine taraflardan biri uymazsa Akhudakutzaları da zan altında bırakmaktaydı. O yüzden bu kefiller özü sözü bir, sevilen, sayılan ve insanların dinlediği kişilerden olurdu. Bu kişileri de sıkıntı altına sokmayı kimse göze alamazdı. Akhudakutza toplum önünde bir aileye kefil oluyorlar ise bu onurlu davranışın karşılığı olarak kefil olunan aileden kimse onları üzmeyi ve kırmayı göze almazdı, kendine yakıştırmazdı! Ama yinede bu kefillere rağmen ve mahkemenin almış olduğu karalara rağmen aksi bir davranışta bulunanlara Mahage yani lanetli kişi anlamında kötü bir lakap takılırdı. Toplum neslinde Mahage ilan edilenler ile kimse konuşmaz, yardımcı olmazdı… Çok daha ileri boyutu olarak da kötü çizgisini devam ettiren ailelere verilebilecek en ağır ceza olan ‘’ Akhırcöra’’ yani ailenin dağıtılması, bireylerinin köle olarak verilmesi uygulanırdı!
Bu süreçten sonra Mahkeme adına belirlenen kişiler dava hakkında araştırma yapıp delil toplarlardı. Her iki aileyi de onlara kan bağı olmayan, objektif konumdaki kişiler temsil ederlerdi. Bu kişiler bir nevi dedektiflik yapar tek, tek delil toplarlardı. Aile bireylerine soru sorar, şahitleri dinlerlerdi. Bu araştırma mahkemenin belirlediği belli bir sürede yapılmaktaydı. Süre tamamlandığında görevliler topladıkları verileri mahkemeye sunarlardı. Toplanan veriler doğrultusunda büyükler konseyi (Bırklar konseyi) onlara yardım eden küçükleri, Akhudakutzaları ve görevlileri, taraf olan her iki aileden temsilcileri dinler, verilen cevaplar doğrultusunda davanın son şeklini hazırlarlardı. Sonrada alınan kararları her iki aile temsilcilerine ve onların Akhudakutzalara iletirlerdi.
Çıkan karar genelde her iki aile açısından da kabul görürdü. Ve bunun ardından iki aile temsilcileri ve Akhudakutzalar bu karalara uyup uymayacaklarını mahkemeye bildirir, sonuçlarına razı olduklarını herkese ilan ederlerdi! Bu tip mahkemeler bazen bir hafta, bazen de bir ay sürmekteydi! Bu zaman zarfında gelen misafir büyükler o köyde ağırlanır, köylülerin evlerinde misafir edilirdi. Her evini açan ev sahibi, misafirinin onuruna aşta keserdi!
Davanın çözüleceği kesinleşince son gün Tüm konsey üyeleri, gençleri, iki aile temsilcileri tarafsız bir evde toplanır, son konuşmayı yaparlardı. Orada alınan kararlar tekrar ilan edilir ve taraflara mahkemeye gösterdikleri saygıdan ötürü teşekkür edilirdi. Davanın bitirilmesinin onuruna aşta kesilir, hâkim konumundaki büyüğe kapanış konuşması yaptırılırdı. Konuşmasını yapan büyük Önündeki aşta’nın axıbjasının kulağını keser sofraya koyardı! Kulağın kesilmesi meselenin hal olduğunu sembolize eden bir durumdur. Tsabal tarafında ise axıbha ritüeli Aşta sofrasında olmadığı için onun yerine Amaxa kesilir konunun hal olduğu sembolize edilirdi…
MAHKEMENİN ALDIĞI KARARLAR:
1- Cinayet ile sonuçlanan hadiselerde, tarafları barıştırmak yerine onların bu işi, kan davasına dönüştürmemesine gayret edilirdi! Cinayetin kolay, kolay barışı olmazdı. Ailelerin barış sağlaması uzun yıllar sonra olabiliyordu. Barış olmasa bile en azından düşmanlığın önüne geçilmeye çalışılıyordu.
2- Mahkemenin cinayet ile sonuçlanan davalara vereceği en büyük ceza, o ailenin köyü belli şartlar doğrultusunda terk etmesiydi. Buna Abazaca; Akhırcöra yani, tehcir denilmekteydi.
3- Köyden çıkarılan ailelere belli bir süre tanınır, bu süre dâhilinde evini, malını, bağına, bahçesini satmasına izin verilirdi.
4- Alınan kararlara daha önce yaşanmış benzeri hadiseler emsal gösterilirdi.
5- Abaza mahkemesi devletin vereceği karara karışmaz, onun kararına saygılı olurdu.
6- Genelde Abaza mahkemesinin hedefi ve misyonu gerçekleşmiş olan hadiselerin; kan davalarına dönüşmemesi, daha fazla kanın akıtılmaması, dargınlıkların çözülmesi, serinliklerin ortadan kaldırılması şeklindeydi.
7- Bu yüce konsey, bazı davalarda suçlu olan ailenin, devletin mahkeme sürecinde avukat tutmasına izin vermezdi. Devletin vereceği karara tabi olmasına emrederdi. Ama tabi ki bir ailenin kendini savunma hakkının elinden alınması her zaman karşılaşılan bir durum değildi! Gerçekten çok ağır suç işlemiş kişilere uygulanırdı bu ceza!
8- Mahkemenin vermiş olduğu kararlara uymayan kişilere Mahage yani lanetli kişi anlamında unvan verilirdi. Bu, toplum neslinde verilebilecek en ağır cezaların başında gelmekteydi. Kimse bu tür kişilerle konuşmaz, onları muhatap almazdı. Bir Abaza için alınabilecek en büyük onursuzluk ayıplanması, toplumdan tecrit edilmesiydi.
9- Suçlu birey veya aile, alınmış olan kararlara aksi yönde hareket etmekte ısrarcı olursa bu seferde, o aile; Akhırcöra olarak dağıtılırdı! Yani köle olarak verilirdi.
10- Cinayet ile sonuçlanmayan hadiselerde, barışabilir durumda olan iki aile bireylerinin arasında dostluğun yeniden pekişebilmesi için bazen, suçlu kişi mağdur olan aileden yaşlı bir kadına götürülür, sembolik olarak göğsü öpmesi sağlanırdı! Burada verilmeye çalışılan mesaj; kan davası olarak beklenen hadise sütkardeşliğine dönüşmüştür!
11- Bazı durumlarda ise, kan davasına dönüşmesi çok kuvvetli ihtimal olan hadiseleri çözmek adına, her iki aileden yeni doğmuş çocuklar becayiş edilir, yer değiştirilirdi. Böylece iki taraf arasında sonsuz bir bağ kurulur, kan davasının önüne geçilirdi. Örnek vermek gerekirse; Abhazya’da yaşanmış benzer bir olayda Ajiba sülalesi ile sıba sülalesi çocuklarını becayiş etmiştir!
12- Bazen de suçlu aileye mağdur tarafın çocuğu belli yaşlara gelinceye kadar verilir. Onun yetişmesi o ailenin sorumluluğunda olurdu. Zamanı geldiğinde de çocuk törenle geri alınırdı.
13- Başka hadiselerde de olayı tatlıya bağlamak amacıyla; suçlu ailenin bireyi elleri bağlanarak mağdur aileye götürülür, orada herkesin huzurunda mağdur aile büyüğü tarafından elleri çözülürdü! Burada ellerin bağlı olarak götürülmesindeki anlam biz karşı tarafın alacağı tüm kararlara saygılıyız, onların vereceği ceza başımızla beraberdir anlamında en büyük özür kabul edilirdi! Mağdur ailenin büyüğünün de elleri çözmesi; bizler sizlerin özrünü kabul ediyoruz ve affediyoruz anlamındaydı! Aşta kesilir sadece but ve çiğerler olurdu sofrada buna Abazaca makha-goaça denirdi, kardeşliği sembolize ederdi.
14- Abazalar’da ayıp kavramı (Apxaşara), herkes tarafından çok önemsenen, her şeyin üstünde tutulan ve bu yüce konseyin güç aldığı bir olguydu! Abazalar’da ayıplanmak veya ayıplanmış duruma düşmek en onursuz durum olarak kabul edilirdi. Abaza ayıplanacağına ölmeyi tercih ederdi. .Çünkü Abaza onuru için yaşamaktaydı! Bu oto kontrol mekanizması toplumu bin yıllardır bir arada tutmuş, sorunların çözülmesinde ana faktör olmuştur. Bu sebeptendir ki; Dünyada hapishanesi olmayan tek yer Kafkasya’dır!
www.blogger.com/Devamı »

KAFKASYA’DAN UZUNYAYLA’YA TAŞINAN HAFIZA MEKÂNLARI: KÖY TOPONİM VE SÜLALE TARİHLERİ*



Basit bir adlandırmadan çok daha fazlası olan toponimler, toplumlar için tarihi kayıtlardır. Toponimler çalışmamıza konu olan Kafkasya için de bu işlevini sürdürmüştür. Kafkasya’da sınıfsal yapılanmada üst tabakadaki toprak sahibi Çerkes ve Abaza sülaleler köylere sülale isimlerini vermişlerdir. Her daim kimlikle beraber okunması gereken toplumsal işaretler olan toponimleri çalışma konumuz olan Kafkasya üzerinden düşünecek olursak yaklaşık 160 yıldır anavatanları Kafkasya’dan ayrı yaşayan Abaza ve Çerkes toplumu Uzunyayla’daki köylerine Kafkasya’da olduğu gibi toprak sahibi sülalelerin isimlerini vermişlerdir. Bu noktada toponimler Kafkasya ile bağ kurmayı sağlayan hafıza mekânları olmuştur. Kafkasya’dan Uzunyayla’ya uzanan sülale hikâyeleri ve toponimler toprak sahipliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu durum Abaza ve Çerkes toplumunun sosyal hayatına doğrudan etki etmektedir. Köylerin Türkçe adlandırmalarıysa bitki bilim, hayvan bilim ve fiziki coğrafyayla alakalı olmuştur. Biz bu çalışmada Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Abaza, Çeçen, Çerkes ve Karaçay köylerinde gerçekleştirdiğimiz alan çalışmamızda kaynak kişilere köyleri ve sülaleleri hakkında yönelttiğimiz sorular yoluyla toponimin kimlik belirteci olarak rolünü Pierre Nora’ya ait hafıza mekânı teorisi üzerinden inceleyeceğiz.
Anahtar Kelimeler: Hafıza Mekânı, Kafkasya, Kimlik, Toponim, Uzunyayla.
REALMS OF MEMORY CARRIED FROM THE CAUCASUS TO UZUNYAYLA: VILLAGE NAMES AND FAMILY HISTORIES
ABSTRACT
Toponyms that are much more than a simple nomenclature are historical records for societies. Toponyms also continued this function for Caucasus region, which is the subject of our investigation. In Caucasus, Circassian and Abaza families who are landowners from upper classes gave their family names to the villages. In terms of Caucasus, toponyms which are societal signs that always have to be perused together with the concept of identity, both Circassians and Abazas who has been living away from their motherland for around 160 years, Caucasus, have given their family names to the villages in Uzunyayla. At this point, toponyms serve as realms of memory which procure to establish bonds with Caucasus.Family stories and topomys that lie from Caucasus to Uzunyayla are directly connected with landowning. This situation directly affects social life of Circassian and Abaza societies. Turkish names of the villages, on the other hand, are related with botany, zoology and physical geography. In this study, through the enquiries in our field surveys in Circassian, Abaza Chechen and Karachay villages in Pınarbaşı of Kayseri, we aim to analyse the role of the toponym as an identifier of identity within the context of Pierre Nora’s theory realms of memory.
Keywords: Realms of Memory, Identity, Caucasus, Toponym, Uzunyayla.
Araştırma Makalesi
Makale Gönderim Tarihi: 19.12.2020; Yayına Kabul Tarihi: 01.02.2021
* Bu makale, 115K357 numaralı “Kafkasya Kökenlilerin Hafıza Mekânları Üzerine Bir Araştırma” adlı TÜBITAK projesinin bir ürünüdür.
** Dr., ORCID: 0000-0002-2550-3961, E-posta: didem.catalkilic@hotmail.com
Yöntem ve Teknik
115K357 nolu Tübitak projesi kapsamında 2017 yılının Haziran ve Temmuz, 2019 yılının Ekim ayında, 2020 yılında Kayseri merkez ve Pınarbaşı ilçesine bağlı köylere ek olarak 2017 yılının Aralık ayında Ankara merkezde tarafımızca alan çalışması gerçekleştirilmiştir. Nitel araştırma yöntemine göre yaptığımız alan çalışmamızda kaynak kişilere gelişigüzel örneklem modeline göre ulaşılmıştır. Çalışma esnasında 18-30, 30-60, 60+ olarak üç yaş grubuna ayırdığımız kadın ve erkek kaynak kişilere “köyünüzün kurucu sülalesi kimdir”, “Kafkasya’daki köyünüzün adını biliyor musunuz”, “köyünüzün geliş ve yerleşim tarihini biliyor musunuz”, “sülalenizin geliş ve yerleşim tarihini biliyor musunuz”, gibi sorular yöneltilmiştir. Kaynak kişilerin atalarının nereden geldikleri ve nereye yerleştikleri hakkında verdikleri bilgiler sayesinde tarafımızca toponim ve anavatan bağlamında Pierre Nora’ya ait hafıza mekânı teorisiyle tanıklıklar değerlendirilmiştir.
Toplumsal belleğin işlerlik kazanmasına, aktarımına ve korunmasına yardım eden bilinç dışı kolektif bellek biçiminde varlıklarını sürdürebilen toponimler tarihçinin değindiği izler ve duyu organlarıyla algılanabilir imgelerdir (Connerton, 1999, s. 8-9, 25). Toponimler etiket olarak işlev gördüklerinde ve insanla mekân arasındaki duygusal bağları desteklediğinde, hem kültürel bir grubun bireysel üyelerinin hem de toplamda bir kültürel grubun mekânla ilgili kimliğini oluşturur (Jordan, 2010, s. 47).
Kimliğin en önemli iki unsuru olan hafıza ve mekân kavramlarına ek olarak sosyal antropolojide toplumlar manzara gibi kavramsal alanlara sahiptirler. Stewart ve Strathern’e göre manzara kavramı“insanların yer ve topluluk duygularını çerçeveleyen ve algılanan ortamları ifade eder. Bu yer, tarihsel bir boyutun atfedildiği sosyal olarak anlamlı ve tanımlanabilir bir alandır. Topluluk, kendilerini ortaklıklar, paylaşılan değerler ya da belirli bağlamlarda dayanışma kavramları açısından bir yer ya da mekânla özdeşleştirebilecek insan gruplarıyla ifade eder. Böylece manzara, insanların kendi dünyalarında yaşadıklarını hissettikleri bir ön plan ve arka plan sağlayan bağlamsal bir algı ufkudur. Çoğu zaman geçmişle sürekliliğin önemli bir göstergesi, günümüzde kimlik güvencesi ve gelecek için bir vaat olarak hizmet eder” (Stewart vd., 2003, s. 2, 4). Toponim, manzara ve etnik grup karşılıklı olarak birbirlerini besleyen sacayağı gibidir. Bu ilişkide toponim tanımlama işlevi görür.
Manzara vizyonlarıyla kimliği keşif için tarih ve hafıza kullanılır. Toponimlerin oluşturduğu manzaralar bu noktada toplumun etnografik bilgisini inşa eden hafıza mekânlarıdır. Manzaraya bakan toplumlar yüzlerine ayna tutulmuşçasına tarihlerini görürler.
Toponimler yüzlerce yıl nesilden nesile aktarıldıkları için kültürel mirasın yaşayan en eski kısmıdır. Pek çok toponim sözlü kültürün asılacağı mandallardır ve tarihi manzaranın metinsel bir temsili olarak işlev görürler (Helleland, 2012, s. 101-102). Toponimler kültürel-tarihsel anlatılarla ilişkili olarak duygusal bağlar yaratarak mekânsal kimliğin bir parçası olurlar ve mekânsal kavramları (mekânla ilgili fikirler ve görüntüler) etiketleyerek coğrafi alanı da zihinsel olarak şekillendirirler. Bu şekilde ad ve kavramlar çoğunlukla yakından bağlantılı olduğu için coğrafi alanın yapılandırılmasını desteklerler (Jordan, 2012, s. 125).
Bu noktada haritalar, manzaraların temsili olarak, kimlik ve mekân müzakeresinin karmaşık yansımaları olarak ortaya çıkarlar. Bu yansımalar, toplumsal ilişkiler ve etkileşimler sürecinin yanı sıra anıları, anlamları ve aidiyet duygusunu temsil etmeye çalışır. Haritalarda temsil edilen uzamsallık, aynı anda fiziksel, sosyal ve ideolojik olan alanı kodlayarak ve tasvir ederek toplumsal iktidar ilişkileri tarafından üretilir ve üretilmesine yardımcı olur. Haritalar görmeyi, hatırlatmayı ve anlamlandırmayı sağlar ve topluluğun paylaşılan anılarında yer tutar. Haritalardaki yer adları, yerel nüfusun kültürel açıdan anlamlı manzarasını yansıtmaktadır. Yerel toplulukların ortak hafızası tarafından tanınan ve bir parçası olan yerel hikâyeler ve gelenekler için anımsatıcı kodlardır (Smith, 2003, s. 72-73, 78). Yani haritalar manzarayı biçimsel olarak temsil ederek cisim hâline getirirler.
Manzaranın içindeki metinler olan toponimler ve onların öyküleri mekânın ruhunu yaratır. Toponimler daha küçük veya daha büyük yerlere eşzamanlı senkronik ve diakronik ifadeler olarak, günlük dilin yanı sıra bireysel bellek, kolektif bellek ve kolektif kimliğin hayati bir parçasıdır (Helleland, 2012, s. 96).
Giriş
Çalışmamıza konu olan Abaza ve Çerkes toplumunun sülale isimleri Uzunyayla’da en az Kafkasya’da olduğu kadar önemini korumaktadır. Günümüzde dahi kişiler toplum içinde Türkçe soyadlarıyla değil sülale isimleriyle anılmaktadır. Toprak sahibi sülaleler hem Uzunyayla’da hem de Kafkasya’da sülale isimlerini verdikleri köylere sahip olmuşlardır. Bu bağlamda alan çalışmamızı gerçekleştirdiğimiz, Sultan Abdülaziz’den dolayı Aziziye adını alan ancak bölgeye yerleştirilen Abazalar, Çeçenler, Çerkesler ve Karaçaylar tarafından Azey olarak adlandırılan adı geçen Pınarbaşı’na bağlı köyler önemli hafıza mekânlarıolmuştur. Hem Kafkasya’da var olan köy toponimlerinin hem de farklı Kafkasyalı grupların bölgeye meskûn olması Uzneyle olarak adlandırılan Uzunyayla’nın Küçük Kafkasya olarak tanımlanmasına neden olmuştur. Böylelikle toponimler anavatan Kafkasya ile bağ kurulması yoluyla toplumsal hafızanın inşasına yardım etmiştir.
Abaza ve Çerkes köy toponimi sülale isimleri beraberinde-ey, hable,kuaje (köy), kıt (köy), ij (eski veya büyük) ve tsuk (küçük) gibi kelime ve eklere sahiptir (Alhas, 2005, s. 123, 207, 212; Dubrovin, 2017, s. 148). Örneğin Uzunyayla’da Jerişte sülalesi tarafından kurulan Yağlıpınar köyü Jeriştey, Kundet sülalesinin isim verdiği Örenşehir Kundatey adını taşımaktadır (K. K., 29, 58).
Alan çalışmamız esnasında köylerin kurucu sülalelerin isimleriyle anılması hakkında Uzunyayla’da anektodlarla karşılaştık:
“Karaboğaz köyünün kurucu sülalesi Aslanlardır. O zaman köyde Dıgeş sülalesi de yaşıyor ve köye Dıgeşhable denmesini istiyor. Sonucunda münakaşa çıkmış. Aslan Musa, Dıgeş sülalesinin büyüğünün eline kılıçla vurmuş. Eli kurumuş. Birkaç sefer karşılaşmışlar. Bir yıl sonra Dıgeşlerden o kişi kılıçla Aslan Musa’nın önüne çıkmış ve Aslan Musa’da kama var. Silah üstünlüğü var yani. Aslan Musa ölmüş. Thamadeler toplanmış ve Dıgeşler mal varlıklarını Aslanlara bırakarak köyden ayrılmışlar. Bir kısmı Eskiyassıpınar’a bir kısmı Methiye’ye gitmiş. Uzunyayla’da hala bir şey pahalı olduğunda Aslan Musa’nın kan bedeli çok pahalı manasında Aslan Muse yi lhı vuase hua derler (K. K., 35).
Çalışmamıza konu olan köylerin Türkçe adlandırmalarında farklı unsurlar mevcuttur. Örneğin Akören, Cinliören, Demirciören, İnliören ve Örenşehir arkeolojik;
Aşağıbeyçayır, Eğrisöğüt, Kavak, Yukarıbeyçayır bitki bilimi; Beserek, Devederesi, Gebelek, Kurbağalık, Malak ve Potuklu köyleri hayvan bilimiyle alakalıyken pek çok köy adlandırması fiziki coğrafyayla alakalıdır (Canpolat, 2017, s. 191-192).
Batı Çerkes (Abzeh ve Hatukoy) Grubuna Dahil Köy Toponimleri, Sülale Hikâyeleri ve Kafkasya’daki Köyler
Alan çalışmamız esnasında kaynak kişiler Uzunyayla’da ve Kafkasya’da Batı Çerkes grubuna dahil Abzeh Çerkesi ve Hatukoy Çerkesi nüfusun meskûn olduğu köylerinin yerleşim tarihi, kurucuları, toponomileri hakkında bize bilgi vermişlerdir.
Hatukoy Çerkeslerinin Uzunyayla’ya gelen vork sülalelerinden olan Pedis sülalesinin Kafkasya’daki köyü 17. yüzyılın ortalarında Evliya Çelebi tarafından ziyaret edilmiştir. Çelebi’ye göre: “Bu dahi Hatukay Çerkezi ülkesinde Obur Dağı eteğinde kurulmuş 300 haneli mamur köydür” (Çelebi, 2011, s. 623). Pedis Muhammet Giray’ın başında olduğu Kuban Nehri’nin sol kıyısında Kavkazskaya stanitsasından 6 verst4 uzaklıkta 1842 yılının Temmuz ayında 249 erkek 218 kadın nüfusuna sahip köy Kafkasya’da Pedisey olarak adlandırılmıştır (Hotko, 2015, s. 169). Pedis sülalesiKayseri Pınarbaşı Çörümşek bölgesindeki köylerden diğer adı Akviran olan Akören’e Pedisey, Devederesi köyüne Pedisiyeyij olarak sülale adını vermiştir. Alan çalışmamız esnasında kaynak kişiler Pedis sülalesi ve beraberindekilerin gelişlerini ve iskânlarını anlatmıştır: “Hatukoylar Köstence’ye çıktılar, bir iki köyü önce Çerkezköy’e oradan Bolu’nun Elmalık köyüne yerleştiler. Çerkesçe adı Pedsiye Hable olan bu köyde bir sene kaldıktan sonra Uzunyayla’ya geçip Pedisey köyünü kurdular, yarısı Elmalık köyünde kaldı.” Başka bir kaynak kişi Akören, Aygörmez, Kuşçular ve Devederesi köylerinin Kafkasya’daki Pedisey köyünden geldiklerini aktarmış söz konusu bilgi bölgede çalışma yapan Leonore Kosswig tarafından da aktarılmıştır (K. K., 47, 56; Tverdı, 2008, s. 111).
Çerkesçe adını vork Pedis sülalesinden, Türkçe adınıysa kurulduğu bölgedeki altı höyükten alan Akören köyünden bir kaynak kişiyle yapılan görüşmede köye yerleşen sülaleleri bize şöyle aktarmıştır: “Dedelerimizin babaları üç kardeş geldiler. Mertet sülalesinden bir aile, Jane sülalesinden bir aile, Semugo sülalesinden bir aile geldi. Lakay ve Domuzko sülaleleri Bolu’dan geldiler” (K. K., 56; Canpolat, 2017, s. 191).
Kafkasya’dan Pedis sülalesiyle beraber gelen ancak Akören köyünden ayrılan sülaleye mensup Çerkesçe adı Pedisiyeyıj Türkçe adı Devederesi olan köye yerleşen kaynak kişiden köyün kuruluş sürecini dinledik:
“Bizimkilerin Kafkasya’dan hangi köyden geldiğini tam bilmiyoruz. Kuban Nehri kıyısında oturuyorlarmış. Sürgünle buraya geldik, ilk önce Akören’e yerleştik ancak thamadelerle anlaşamayınca buraya (Devederesi) geliyoruz. Köye önce Tuğuj (Abzeh Çerkesi) ve Apedzav sülaleleri yerleşiyor. Daha sonra Mastırko ve Kuşha sülaleleri yerleşmiş. Ardından Mastırko Hacı Mustafa yeğenleri Kanametleri getirip yerleştiriyor. Köyde şu an da Tuğuj, Mastırko, Apazev ve Kanamet (Çemguy) sülaleleri var” (K. K., 10, 45).
Kaynak kişilerin anlatımındaki köy konumlanması Han Giray’ın notlarında da mevcuttur. Han Giray’a göre Pedisey köyü Kafkasya’da Kuban Nehri kıyısındadır (Gubjokov, 2009, s. 157). Yine aynı köyden farklı bir sülaleye mensup kaynak kişi sülalesinin gelişini aktarmıştır: “Sülale olarak Suriye’ye yerleştik. Oradan bir kol buraya (Devederesi) yerleşti. O zaman Suriye Osmanlı’ya dahil olduğu için gidilir gelinirmiş, dedemin babası gider gelirmiş atlarla, dedem anlatırdı” (K. K., 16).
Bölgedeki Hatukoy köylerinden Demirciören köyünün Çerkesçe adlandırması köyün kurucu sülalesi Çetej sülalesinden ilk gelen kişi olan Hacı İshak’tan gelmektedir (K. K., 17).
Yani köyün Çerkesçe adlandırması sülale adından değil bir kişi ismindendir.
Hatukoy Çerkeslerinin önemli sülalelerinden birisi olarak zikredilen Kerkenoko sülalesi tüm Hatukoy Çerkeslerinin prensi ünvanına sahiptir. 19. yüzyılda sülalenin iki önemli ismi Kerkenoko Dyançerie ve Kerkenoko Talustan’dır. Laba ve Kuban bölgesinin yöneticisi Kerkenoko Dyançerie 1842 Temmuz’da 223 erkek 219 kadın nüfusa sahip köyü Ust-Laba kalesinin karşısında Kuban’ın sol kıyısındadır. Kerkenoko Talustan 1852’de 450 nüfusluk bir köye sahiptir (Berje, 2010, s. 66; Hotko, 2015, s. 169; Çediya, 2018, s. 108; Rus Arşiv Belgeleri, 2020, s. 318). Rusça çalışmalarda zikredilen Kerkenoko Talustan ismi Osmanlı arşivinde de karşımıza çıkmıştır. Kerkenoko sülalesi Beserek köyünün kurucusu olarak köye Çerkesçe Çeçenay ismini vermiştir (BOA, A. MKT. DV., 222/44, H-14-11-1278). Köyden kaynak kişiyle yapılan görüşmede köyün kurucu prens sülalesinin Kerkenoko sülalesi olduğunu, sülaleden köyde vefat eden son kişinin Kerkenoko Aslançeri olduğu bilgisi alınmıştır (K. K., 17).
Hatukoy Çerkeslerinin önemli sülalelerinden birisi olarak zikredilen Kerkenoko sülalesi tüm Hatukoy Çerkeslerinin prensi ünvanına sahiptir. 19. yüzyılda sülalenin iki önemli ismi Varna limanına inen Hatukoy Çerkeslerinin bir kısmı Pedis sülalesine mensup Hüseyin Bey’e bağlı olarak 1859 yılında Osmanlı Devleti’ne gelmiştir. İstanbul’da bulundukları esnada uygun bir yere iskânına karar verilen Pedis Hüseyin Bey’in maiyetindeki Hatukoy Çerkeslerinin bir kısmı önce 1860 yılı başında Bolu’ya bir kısmının da aynı yılın ortasında Sivas’a iskânlarına karar verilmiştir. 1860 yılının sonlarına doğru Kuzugüdenli ve Sarıoğlan civarında olan Pedis Hüseyin Bey’in maiyetindeki 56 hane Hatukoy Çerkeslerinin 1861 yılında Çörümşek boğazına iskânına karar verilmiştir. Bu hanelere ek olarak Sarıoğlan mevkinde bulunan Hatukoy Çerkesleri Kaynar, Kavak ve Malak’a yerleşmiştir (BOA, A. DVN., 146/18, H-19-02-1276; BOA, A. MKT. MHM., 175/75,
H-29-06-1276; BOA, A. MKT. MHM., 184/44, H-14-11-1276; BOA, A. MKT. UM., 438/93, H14-05-1277; BOA, A. MKT. UM., 464/71, H-26-09-1277; BOA, A. MKT. UM., 222/5, H-3011-1277; Akay, 2009, s. 80, 87). Ek olarak Çörümşek’teki Aygörmez köyünün eski adının Kötü köy olduğu ve arşiv belgesinde olduğu gibi köylere daha sonradan gelip iskân olunduğu alan çalışmamız esnasında defalarca zikredilmiştir. Söz konusu köyler birbirlerine yakın konumlanmıştır.
Kafkasya’da 19. yüzyılda 6.521 nüfusa sahip Şhaguaşe ve Pşiş Nehirleri arasında yaşayan toprak sahibi Hatukoy Çerkesi sülalelerin köyleri tablo 1’de verilmiştir (Lyulye, 2010, s. 36; Berje, 2010, s. 28; Dubrovin, 2017, s. 142).
Ünlu Kafkasolog Adolf Berje Kerkenoko, Debrakko, Şohan-Giray, Batoko, Şumanuko, Kodz, Kaboho, Havşuko ve Tamuko su lalelerini Hatukoyların önde gelen su laleleri arasında saymıştır (2010, s. 66).
Bölgenin Abzeh Çerkesi köylerinden Panlı’da meskûn kaynak bir kişiyle görüşme yapılmıştır: “Tuapse’ye yakın, üst tarafında Thağapts onun üst tarafında da Madzmey diye bir köy var, biz Thağapts’tan geldik. Kafkasya’dan çıkış noktamız orasıdır.Bizim gelişimiz tam olarak anlatılana göre 1868 diye tahmin ediyorum. Bizim köyde ilk vefat eden yani ilk mezar taşına baktığım zaman 1868 gözüküyor” (K. K., 69). Kaynak kişinin verdiği bu bilgi 19. yüzyılda Çerkesya’da Rusya için çalışan Fransız asıllı Leonti Lyulye tarafından doğrulanmaktadır. Lyulye’e göre Abzehler Şahe ve Saşe Nehirlerinin üst kısmındaki Madzmey’de yaşamaktadırlar ve nüfusları 40.000’dir (Lyulye, 2010, s. 59; Berje, 2010, s. 28).
Abzehler 1846’da Tuba, Temdaşi, Daur Hable ve Jancyat Hable olmak üzere dört topluluktan oluşmaktadır (Lyulye, 2010, s. 59; Stal, 2014, s. 348). Sınıfsal yapılanmada prens sınıfına sahip olmayan Abzeh Çerkesleri, vork, tlekotleş sınıfına denk gelen sülalelere sahiptir. Jancyat, Beşuk, Ançok, Edige, Gute, Nedjuk, İnemok, Daur, Gonejuk, Hatuk, Beta, Tliş, Kube, Koble, Aşeneg-Kosis ve Tsey sülaleleri bu sınıfa mensuptur (Dyaçkov, 1902, s. 7, 37, 38; Lyulyle, 2010, s. 65). Jancyat, Beşuk ve Ançok sülaleleri aynı sülalenin üç koludur (Gubjokov, 2009, s. 169). Dyaçkov’un verdiği sülalelere Stal şu sülaleleri eklemiştir: Jaubatır, Aci-Klyaj, Berzek, Unaruko, Hatko, Acimoko, Azamet, Jandaur, Bago Beyzruko, Hathakumuko, Atuho (2014, s. 348). Han Giray 1836’da tuttuğu notlarda Abzehlerde 8 toprak sahibi sülale, 61 hür köylü sınıfına mensup sülale kaydetmiştir (Gubjokov, 2009, s. 169-171).
Çeçen Köy Toponimi, Sülale Hikâyeleri ve Kafkasya’daki Köyler
Bölgenin Çeçen nüfusunun meskûn olduğu tek köy olan Aşağıborandere köyünü ziyaret ederek köyün sakinleriyle görüşme yaptık:
“Kafkasya’dan Yokkha köyünden gelmişler. Çeçence büyük demekmiş” (K. K., 28). Kaynak kişinin zikrettiği Yokkha Ataga köyü (Bolşoy Atagi, Posyustoronnie Atagi, Starıe Atagi) Grozni’nin 10 km güneyinde, Argun Nehri’nin sol kıyısında Malıe Atagi’nin karşısındadır. Yokkha Çeçence büyük, Atag ise yine Çeçence nehir vadisi demektir. Çeçenistan’daki bu köye farklı zamanlarda Argun Boğazından gelip yerleşen sülaleler şunlardır: Hakkoy, Phamtoy, Syattoy, Çinnahoy, Zumsoy, Nihaloy, Tumsoy, Makajoy, Varandoy, Gendarganoy, Egambatoy, Çunguroy, Şikaroy, Terloy, Hildeharoy, Tsadaharoy (Suleymanov, 1997, s. 326).
“Büyüklerimizin ifadesine göre Çeçence güzel köy anlamına gelen Hezyurt’tan gelmişiz. Sonra ben merak edip araştırdım Hasavyurt. Dedemin babası tek başına 93 Harbi esnasında kara yoluyla demirci olduğu için teçhizatıyla birlikte geliyor ve Pınarbaşı’na yerleşiyor. Daha sonra işlerimizi yaparsın diyerek Aşağıborandere köyüne götürüyorlar” (K. K., 3, 40). Dağıstan’ın batısındaki Çeçenistan sınırında Yamansu Nehri’nin sağ kıyısında yer alan kent olan Hasavyurt, Vaynahlar tarafından Hasi aul ya da Hasi-Evl olarak adlandırılmaktadır (Tverdı, 2008, s. 344).
“Önce Davlet Gerey’deymişler oradan Ali-Yurt’a, Ali-Yurt’tan buraya geldik. Kafkasya’dan Nogay Mirza’nın oğulları Hacı Hamza, dedem Habil ve Arslan Mirza (Çartoy taypı) gelmişler” (K. K., 42). Kaynak kişinin anlatımındaki Devlet Giray köyü 1755 yılında Çervlennaya stanitsasının tam karşısında kurulmuş bir köydür (Butkov, 1869, s. 259). İsmini kurucusu Ali’den alan köyün adı 1942 yılının Ağustos ayından 1943 yılının Ocak ayına kadar Nazi ordularına karşı Terek’i ve Grozni petrolünü koruyanların anısına Rusça muhafız anlamına gelen gvardets kelimesinden Gvardeyskoe olarak değiştirilmiştir. Köyde şu an Engenoy, Zandakoy, Çartoy, Biltoy, Gumkiy ve Suliy taypları yaşamaktadır. Günümüzde Nadtereç rayonunda bulunan köy, Znamenskoe köyünün 8 km batısında,
Terek Nehri’nin sağ kıyısındaki İşçerskaya stanitsasından 15 km uzaklıktadır (Suleymanov, 1997, s. 410).
Aşağıborandere köyünde Cinhoy, Çartoy ve Haraçoy taypları yaşamaktadır (K. K., 42). Aşağıborandere köyünün Çerkesçe adlandırması Şeşen-Jambotey’dir. Jambot adlandırması Kabardey Çerkesi, toprak sahibi sülaleden kaynaklanmaktadır. Çeçenlerse toprak sahiplerinin hüküm sürdüğü yapılanmaya sahip olmamış, toprak halkın malı olmuş ve tüm toplum eşit sayılmıştır. Çeçenler kendilerini bir kurt ve kartal gibi özgür ruha sahip anlamında komşularından aldıkları özden kelimesiyle tanımlamışlardır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak Çeçenler toprak sahipliğiyle doğrudan bağlantılı olan toponime sahip olmamışlar, Kabardey Çerkesleri tarafından Şeşen olarak adlandırıldıkları için toponimde varlıklarını Şeşen kelimesiyle göstermişlerdir (K. K., 67; Laudaev, 1872, s. 3, 21, 23-24; Stal, 2014, s. 387). Ayrıca Aşağıborandere köyünün Çeçen sakinleriyle yaptığımız görüşmelere göre kişilerin geliş noktalarına baktığımızda Çeçenistan’dan tek bir noktadan gelmedikleri anlaşılmıştır.
Abaza Köy Toponimleri, Sülale Hikâyeleri ve Kafkasya’daki Köyleri
Alan çalışmamız esnasında Uzunyayla sakinleriyle Ankara ve Kayseri’de yaptığımız görüşmelerde Abaza köylerinin yerleşim tarihi hakkında bilgi alınmıştır.
Kaynak kişilere göre Uzunyayla’ya gelen Abazaların Aşuva grubuna dahil Altıkesek köyü bölgenin ilk Abaza köyüdür ve Karaçay-Çerkes’ten deniz yoluyla 1858’de gelmiştir. Başlangıçta İstanbul’a gelip ardından Uzunyayla’da Abazaca Lookıt adını verdikleri
Altıkesek köyünü 60 hane 400 nüfus kurmuşlardır. Altıkesek’te prens sınıfına mensup altı Abaza sülaleden Dudaruk, Loo ve Kılıç sülaleleri yaşamıştır. Dudaruk sülalesi ilk köy defteri 1905 yılında tutulmaya başladığı için köy defterine yazılmasada köy mezarlığında bulunan Dudaruk Kaplan Bey’e ait mezar taşı sülalenin köyde yaşadığının göstergesidir (K. K., 41, 47, 50, 54, 65).
Altıkesek köyüne isim veren Loo sülalesine mensup kaynak kişiyle yapılan görüşmede Altıkesek köyünün kuruluşunda Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin İnciklookıt köyünden gelen amcazadeleri Loo Yakup ve dört oğlu Şahin, Mahmut, Kaspot ve Ömer’in bulunduğunu aktarmıştır. Loo Mahmut o dönem adı Aziziye olan Pınarbaşı’nın 22 yıl belediye başkanlığını yapmıştır (K. K., 65). Abazaların prens sülalelerinden olan Loo sülalesi Kafkasya’da da ciddi bir hâkimiyet alanına sahip olmuştur.
Köyün Türkçe toponimi altı kısım, parça anlamındaki Altıkesek, Kafkasya’dan Uzunyayla’ya taşınan bir toponimdir. Bu topluluk Nogay Türkleri tarafından Altıkesek, Çerkesler tarafından Bashağ olarak adlandırılmıştır. Kuban havzasında yaşayan bu topluluk yöneticilerinin adıyla anılan altı topluluktan oluşmaktadır: Biberd: 1.600 Küçük İncik Nehri’nin sol kıyısına doğru dökülen Maruha Deresi üzerindedir ve 1.600 nüfusu vardır. Loo: Nüfusları 1814 yılındaki veba salgınıyla büyük ölçüde kırılmıştır. Küçük İncik’in sağında akan Küçük Kardenek üzerindeki köyde yaklaşık 200 aile 1.500 kişi yaşamaktadır. Kılıç: Kuban’ın sağ kıyısına doğru Taş Köprü’nün aşağısında kendisinden 13 verst uzakta akan Halmuza-Jilgas Deresi üzerindedir. Ayrıca Kuban’ın sağ kıyısındaki Keçega köyüne de sahiptirler. Nüfusları 600 kişidir. Tramkt: Taş Köprü’nün hemen altındaki Kuban’ın sol kıyısına dökülen Teberda ve Sana üzerindedir. Aslankıt: Küçük Kardenek ile birleşen Aksaut deresi üzerindedir. Dudaruk: Kısmen Küçük İncik kısmen de Büyük İncik Nehri’nden 20 verst uzaklıkta, Kuban Nehrinin sol kıyısında Batalpaşinskaya stanitsasının karşısında ikamet ederler ve 250 aileden oluşurlar. 17. yüzyılın sonuna doğru Kabardey Çerkeslerinin topraklarının bir kısmını onlara vermeleriyle buraya yerleşmişlerdir. Altıkesek’in ortak bir lideri yoktur ve mal varlıklarıyla orantılı olarak bir kaç beyin yönetimi altındadırlar. Kabardey Çerkesi prens Hatohşoko Adilgiray’a bağlıdırlar ve emirlerine itaat ederler. Toplam nüfuslarıysa 10.000 civarındadır (Klaproth, 1814, s. 249-250; Lyulye, 2010, s. 39-40; Berje, 2010, s. 45; Çağbayır, 2017, s. 3194; Tietze, 2017, s. 242; Blaramberg, 2017, s. 213).
Alan çalışmamız esnasında Uzunyayla’nın diğer Abaza köylerinin (Aşharuva grubuna dahil) kuruluşları hakkında kaynak kişilerden bilgi edindik: “Thamadelerimiz İsmeyl Kaspot ve Yağan Ali ile Gürcistan’a oradan Azerbaycan’ın Keleki kazasına, oradan da Kars’ın Selim ilçesine geldiler ve üç ay orada kaldılar. Sivas’ta bu işleri taksim eden komisyonlar vardı. Oradan Kazancık’a geldiler. Kazancık dokuz köye bölündü” (K. K., 41).
“İlk yerleşim yerleri de Gemerek’te (Sivas) bir yıl kalıyorlar. Sonra ailenin büyükleri etrafı inceliyor. Şu an Sivas’a bağlı Başören köyü var orada da bir yıl kalıp Kazancık’a geliyorlar. Ama Başören’e yerleştiklerinde Kazancık arazisinin sınırları Avşar köyü olan Kapaklıpınar köyüne (Sivas) kadardı. Orası da daha öncesinde de Çerkes köyüydü, yıllar yılı araziler satılarak değişti. Pazarsu, Örenşehir,
Örenşehir’den Kaynar, Kaynar’dan tekrar şu dağın eteğinden Başören’e
kadar tamamen Kazancık’a aitti. İşte peyderpey oradan sürgün olarak gelenler, sonradan gelenler, aynı o bölgede de yanlarında oturanlar geldikçe anavatanda da bunlar komşularımızdı, diyerek Kazancık’ın topraklarını Yahyabey, Üçpınar, Tahtaköprü köylerine vermişler. Sürgünle geldiklerinde Osmanlı döneminde bu saydıklarımın hepsi
Kazancık’a aitti” (K. K., 20).
Kaynak kişinin bu anlatımı Han Giray’ın notlarıyla doğrulanmaktadır. Uzunyayla’da başlangıçta Tahtaköprü köyüne iskân olmuş Hağundoko sülalesi, Üçpınar ve Yahyabey köylerine iskân olmuş Şid sülalesi ve Üçpınar’a iskân olmuş Alheskir sülalesi 1821-1822 yıllarında Hatohşoko sülalesiyle Hajret Kabardeyi Çerkeslerine6 dahil olarak Kazancık köyünün bir kısmının geldiği Biberdkıt ile komşu olmuşlardır (Gubjokov, 2009, s. 144145).
“Kafkasya’dan geldiğimiz köy gibi bir tarafı dağlık, arasından nehir geçiyor, o köyde de geçiyor, dağlar, tepeler de aynı. Kafkasya’dan geldiğimiz köyü gördüğümde bizim köyü neden seçtiklerini anladım. Görür görmez hayvancılık, atçılık yapılacak yer diye beğeniyorlar. Karayoluyla geldiler. Kazancık 800-1000 hane Abazaların Aşharuva grubuna mensuptur. Toplu olarak gelip geçici barakalar yan yana bitişik odalar şeklinde 1.5-2 yıl kalıyorlar. Arkadan büyük bir Çerkes kitlesinin geleceğini öğrenilince bizimkiler geniş araziyi tutmuşlar, kaybetmemek için her kalabalık sülalenin birer aile vermesiyle mezralar oluşturmuşlar.
6 Hajret Kabardeyi Çerkesler: Ruslar Kabardey bölgesinde askeri gücün tesisinden sonra idari gücü de sağlamak için 1791’de mahkemeler kurdular. Çarlık aynı yıl Kabardey’deki askeri gücünü de arttırdı. II. Katerina, 28 Nisan 1792’de Kont İ. V. Gudoviç’e ulaşılmaz dağların içinde yaşayan halkların tek bir silah gücüyle mağlup edilemeyeceğini bunun için adli makamların gerekli olduğunu yazdı. Bu aşamada Ruslar yerel mahkemeleri desteklerken, Kabardey Çerkesleri şeriat mahkemelerini istediler. Aynı zamanda Kabardeylerin, bölge komutanının izni olmaksızın bölgeyi terk etmeleri yasaklandı. Bu dönemde Kabardey Çerkesleri yerlerinde kalıp özgürlüğünü kaybetme ya da Kuban Ötesi’ne geçip bağımsız kalma seçenekleriyle karşı karşıya kaldılar. Bu olayların sonucunda 4 Nisan 1804’te General P. D. Tsitsinov, Büyük ve Küçük Kabardey’in toprak sahiplerinden adli makamlarda görev yapacak kişilerin seçilmesini, eğer 28 Nisan 1804’e kadar seçilmezlerse General G. İ. Glazenap’a Kabardey Çerkeslerini ağır şekilde cezalandırmasını emretti. Kabardey Çerkesleriyse askeri çatışmaya karar verdiler. 3 Mayıs’ta Prohladnaya stanitsasından ayrılan G. İ. Glazenap, Baksan Nehrine ulaştı. 9 Mayıs akşamı Kazak gözcülerinin silah seslerinin duyulmasının hemen ardından
1.500 atlı Kabardey Çerkesi görüldü. G. İ.Glazenap 14 Mayıs’ta Çegem Vadisi’ne doğru hareket etti. Hatohşoko Adil Giray ve kendisine bağlı toprak sahibi sülale Kundetlere ait 12 köy yakıldı. Olaylar esnasında Adil Giray’ın oğlu yaralanırken, Kundet Misost öldürüldü ve 11.000 kişi köylerinden sürüldü. Konuyla alakalı Hatohşoko Adil Giray’ın ağabeyi Albay Hatohşoko İsmail Bey Ağustos 1804’te Rus makamlarına yazdığı raporda Kabardey
Çerkeslerinin isyanlarının nedenlerini tarım arazisi ve mera olarak kullandıkları topraklarının alınması; Kabardey Çerkeslerinin parçalanmasını amaçlayan içişlerine müdahale olarak yazdı. Ancak P. D. Tsitsianov’a göre ayaklanmaların nedeni Osmanlı ve İran’ın kışkırtmalarıydı. 1804 ve 1805’te düzenlenen iki cezalandırma seferinde toplam 80 köy yakıldı. 1805 Ağustosunun sonunda General İvan Petroviç Delpozzo, Albay Hatohşoko İsmail Bey’in Kabardey bölgesindeki toprak sahiplerine, Rus yerleşimlerinin yıkılacağını ilettiğine dair söylentiler ulaştı. Rus raporlarına göre, Eylül 1806’da Kont İvan Gudoviç, Kabardey Çerkeslerinin köylerinin yakıldığını ve Kabardey Çerkeslerinin içinde bulundukları durumun kötü olduğunu vurgularken; 9 Temmuz 1809 tarihinde General S. A. Bulgakov General A. P. Tormasov’a Kabardey Çerkeslerinin yaşadığı yıkımı “kayıp Kabardey halkı” diyerek anlattı. 1822 tarihiyse Kabardey Çerkeslerinin tarihinde bir milat oldu. Bu tarihten itibaren Rus yönetimi bölgeye pek çok tahkimat inşa etmesiyle, 15.000 kişi Büyük Kabardey bölgesinden ayrıldı. General G. İ. Glazenap ve General A. P. Yermolov tarafından bastırılan 1804 ve 1822 ayaklanmalarının ardından Rus yönetiminde olmak istemeyen toprak sahiplerinin bir kısmı Büyük Kabardey bölgesinden ayrıldı. O dönemde antlaşmaya göre bu grup, Osmanlı’ya bağlı Kuban Ötesi’ne geçerek Büyük ve KüçFük Zelençuk Nehirleri arasında, Urup, Okart, Anaut ve Kuva’nın üst kısımlarına yerleşti. Burada yaşadıkları sürede kısmen ziraatla, daha çok hayvancılık ve özellikle de atçılıkla (Hatohşoko, Kaytuk ve Tram sülaleleri en iyi sürülere sahip oldu) uğraştılar. 1849’da ise Muhammet Emin’in vaazlarından dolayı Laba’ya doğru, Şhaguaşe Nehrinin ötesine gittiler. En önemli toprak sahibi Hajret Kabardeyi sülaleleri şöyledir: Hatohşoko, Navruz, Karamırza (Dokşuko), Ahanduko (Hağundoko), Marguş, Kubat, Kasay, Kaytuko, Babuko, Çijoko, Kondoro, Uvajuka, Tram, Ançauruko, Janoko, Beslan, Djansid, Kudenet (Kundet), Dokşuko ve Abat (Şapsığ kökenli) (AKAK, 1868, T. II, s. 941-942, 954, 957-958, 960-961, 977, 978-980; AKAK, T. III, 1869, s. 625-626; AKAK, T. IV, 1870, s. 847; Anuçin, 2014, s. 42; Stal, 2014, s. 345; Hotko, 2015, s. 192, 204-205; Dubrovin, 2017, s. 36).
Çünkü toprağı işlemek için mezralara iki saat gidip iki saat yol geliyorlarmış. Mezraları kuralım hasat zamanı gidenler kalıcı olsun denmiş. İşte Tavladere, Karacaören, Potuklu ve Borandere köyleri bu şekilde kuruldu. Mezralar takviyeyle köye çevrilmiş. Mesela benim sülalem üçe bölünmüş Kazancık’ta, Potuklu’da, Karacaören’de var. Yağanlar Tavladere, Demirboğa, Potuklu ve Borandere köylerinde varlar. Mesela bizim köye 5-6 km Yahyabey köyünün sırtının ortası bizim, Örenşehir sırt bizim öbür taraftan Pazarsu, Kapaklıpınar köyü arazisi, köyün tabanına kadar neredeyse bizim. En sonunda o tarihe kadar biz Sivas’a bağlıyken iki vali bir araya gelip bizim köyü Pınarbaşı’na bağladılar” (K. K., 47).
Kazancık köyünde meskûn kaynak kişi Kafkasya’daki köyünü ziyaret etmiştir. “Ayrıldığımız köye gittim. Karaçay-Çerkes’teki Elburgan köyü. Asıl adı Biberdkıt. Köyümüzde olan bütün sülaleler orada var. Elburgan bugün 12.000 nüfusa sahip” (K. K., 47). Kaynak kişinin aktardığı bilgiye paralel olarak toponomi sözlüğünden aldığımız bilgiye göre eski adı Biberdkıt olan köy bugün Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin Habez rayonunda, Küçük Zelençuk Nehri’nin kıyısındadır ve köyün kuzeyinde İncigçıkun köyü vardır. Köyde Tapanta diyalektinde konuşan Abazalar yaşamaktadır (Tverdı, 2008, s. 393).
Yine Kazancık köyünde meskûn kaynak bir kişiyle alan çalışmamız esnasında görüşme yapılmıştır: “1989’da Kafkasya’ya köyüme gittim. Köyüm Abhazya’da değil Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde Kubina’dır ve ortasından Kuban Nehri geçer. Kızım olsaydı köyün adını kızıma verecektim” (K. K., 48). Kubina köyü Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ndeki Ust Ceguta rayonunda 1862’de kurulmuştur (Tverdı, 2008, s. 195).
Görüldüğü gibi Abaza köylerinin yerleşim tarihi hakkında kaynak kişilerden alınan bilgiler birbirleriyle tutarlıdır. Alan çalışmamız esnasında Kazancık köyünde meskûn farklı sülalelere mensup kaynak kişilerle yapılan görüşmelerde Kafkasya’da birbirlerine yaklaşık 20 km mesafedeki yerleşimlerde yaşadıkları görülmüştür. Kazancık köyünün Abazaca adlandırmasıysa Başilbiy’dir. Başilbiyler Kafkasya’da Urup ve Büyük Zelençuk Nehirlerinin üst tarafında yaşamışlar daha sonraları büyük bir kısmı Laba ve Şhaguaşe Nehirlerinin ötesine yerleşmişlerdir. Başilbiylerin nüfusu 19. yüzyılın ikinci yarısında 2.677’dir (Lyulye, 2010, s. 39; Berje, 2010, s. 27, 43).
Uzunyayla’nın Abaza köylerinden Yukarıborandere köyünün kurucu sülalesi Kabardey Çerkesi ancak köy nüfusu Abaza’dır. Köyün Çerkesçe adı kurucu sülale Yeluh’dan dolayı Yelhıhuey’dir. Köyün Türkçe ismiyse Boran deresinden dolayı Borandere’dir ve aynı zamanda kurucu sülalenin Türkçe soyadıdır. Sülalenin geliş hikâyesi şu şekildedir:
“Yeluh sülalesi Yeluh İsmeyl önderliğinde Yeluh Kaspot, Yeluh Mırzabek ve şurekasıyla geldiler. En büyük dedemiz Yeluh Jeney’dir. Oğulları Pşmafe, Janbot ve Kambot Kafkasya’da kendi köyümüzde kalmışlar ve orada medfundurlar. Başlangıçta Kazancık köyüne yerleşen büyüklerimiz Yağanların bir kısmı, Halbetlerin bir kısmı, Bzagoların bir kısmı, Şermetler, Cerimbeyler ve Hacısabıdalarla birlikte Yukarıborandere’yi kurdular. Dedem Hangeri’nin sahibi olduğu ağıl bugün Hangeri mezrası olarak bilinmektedir” (K. K., 41).
17. yüzyılda bölgeyi ziyaret eden Evliya Çelebi’ye göre Yeluh sülale ismiyle anılan nehir Terek Nehri’ne karışmaktadır. Kabardey Çerkesi Yeluh sülalesine ait olan köy, 19. yüzyılın başında bölgeyi ziyaret eden Alman seyyah Julius von Klaproth’a ait seyahatnamenin Fransızca tercümesindeki haritada da net olarak gözükmektedir (2011, s. 653; Klaproth, 1824, s. 521). Yeluh sülalesinin Kafkasya’daki Küçük Kabardey’deki prens Tausultan’ın hâkimiyet alanındaki Yetlıhuey adındaki köyü 1858 yılında 38 hane, 143 nüfusa sahiptir (Dumanov, 1994, s. 17; Gubjokov, 2009, s. 141). Bugünkü haritayla karşılaştırdığımızda köy Kuzey Osetya-Alanya Cumhuriyeti topraklarında Elhatova adıyla varlığını sürdürmektedir. Ayrıca görüldüğü gibi kaynak kişinin sülalemiz Kabardey Çerkesidir beyanı kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Karaçay Köy Toponimi, Sülale Hikâyeleri ve Kafkasya’daki Köyler
Eğrisöğüt köyü sakinleri 1885 yılında Birinci İstampulçula/İlk İstanbulcular adı verilen grupla birlikte İstanbul’a ardından Adapazarı’na oradan da Tokat’ın Reşadiye ilçesine bağlı Çilehane köyüne yerleştiler. Ardından bu grubun bir kısmı Kayseri’ye bağlı Pınarbaşı ilçesine geçerek adını söğüt ağaçlarından alan Eğrisöğüt köyünü kurdular (Açık, 2016, s. 169-170).
Alan çalışmamız esnasında ziyaret ettiğimiz bu köyde kendilerini Baksançılar olarak adlandıran (Kurmanlar, Borlar) Balkar bir sülalenin yaşadığı tespit edilmiş ve kişilerle görüşme yapılmıştır. Ahmet Usta’nın çocuklarının soyundan gelen kaynak kişilerle yapılan görüşmede ataları Ahmet Usta’nın deniz yoluyla dört çocuğu Çotay, Atabi, Mahmut ve Aslanbek ile beraber Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Çilehane köyüne geldiğini Ahmet
Usta’nın mezarının adı geçen köyde olduğu aktarılmıştır (K. K., 11, 37). Köy Karaçay
Türkçesinde herhangi bir adlandırmaya sahip olmamıştır. Köyün Karaçay nüfusu KaraçayÇerkes Cumhuriyeti’ndeki Hurzuk’tan gelirken, Balkar sülalesi Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ndeki Çalmas köyünden gelmiştir.
Doğu Çerkes (Kabardey) Grubuna Dahil Köy Toponimleri, Sülale Hikâyeleri ve Kafkasya’daki Köyler
1744 yılında geodezist Stepan Çiçagov Büyük ve Küçük Kabardey bölgesindeki köylerin konumlarını derlemiştir. Çiçagov’un çizdiği haritaya baktığımızda köylerin nehirler ve vadiler boyunca yerleştiği görülecektir (Beytuganov, 2007, s. 36). Haritada Büyük ve Küçük Kabardey’de konumlanmış 48 köy mevcuttur.
Kabardey Çerkeslerinden Hatohşoko, Kundet ve Anzor gibi önemli toprak sahibi sülaleler Kafkasya’daki hâkimiyet alanlarını Uzunyayla köylerinde de sürdürmüşlerdir. Kafkasya haritası üzerinde Hatohşoko, Kundet ve Anzor sülalelerinin konumlanması Uzunyayla’da da aynı şekilde olmuştur. Hem Uzunyayla’da hem de Kafkasya’daki bu konumlanmalar karşılaştırıldığında haritaların adeta bir izdüşüm olduğu görülecektir.
Çiçagov’un haritasındaki köyler Kabardey bölgesinde gerçekleştirilen idari ve toprak reformlarıyla birleştirilmiştir. Birleştirilen köylerde bu durumun somut örnekleriyle alan çalışmamız esnasında karşılaştık:
“Çerkesler sürgün edildikten sonra nüfuslarına göre köyler birleştirildi. Bu olayı şu an gibi düşünürsek Altıkesek, Potuklular, Karaboğaz, Büyükgümüşgün, Halitbeyören gibi köyler buradaki Malatya asfaltının kenarına ikişer sıra ev olarak yerleştiriliyor. Kafkasya’da daöyle yapıldı. 5-6 köy bir köye taşındı. Asimilasyon için köylere Rus nüfus yerleştirildi. Merkez seçilen köyün adı kaldı diğer köylerin adları yok oldu. Diğer köyler tarım arazisi yapıldı. Onun için buraya gelenlerin köylerinin birçoğu kalmadı. Ama dedem ve emsalleri yaylada sohbet ederlerken burada oturan sülalelerle Kafkasya’da da aynı köyde yaşadıklarını söylerlerdi” (K. K., 35).
Kaynak kişinin Kafkasya’da aynı köyde yaşayan sülalelerin Uzunyayla’da da aynı köyde yaşadığı ifadesi alan çalışmamız esnasında tarafımızca defalarca görülmüştür.
Kabardey Çerkeslerinde sınıfsal yapılanma toplumun temel taşı olmuştur. Büyük Kabardey bölgesinde Bekmırza, Kaytuk, Mısost ve Hatohşoko sülaleleri prens sülaleleridir (Stal, 2014, s. 381).
Zikrettiğimiz prens sülalelerinden Hatohşoko sülalesi Uzunyayla’da Yahyabey (Hatohşıkueyıj) ve Üçpınar (Hatohşıkoytsuk) köylerine isim vermiştir. Türkçe adını bir Avşar beyinden alan Yahyabey köyü önceleri Yahyabey Mezarı sonraları Yahyabey olarak zikredilmiştir (K. K., 50; BOA, MF. MKT 1050/22 H-24-03-1326). Hatohşoko sülalesiyle yapılan görüşmede:
“Sülalemizden Musa ve oğlu Hasan geldi. Hatohşoko Musa Tokat’ın Artova ilçesinde (şu an Yeşilyurt ilçesi) Çerkes Danışment köyünü kurdu (Şu an Doğanca köyü). Hatohşoko Hasan Kafkasya’da dünyaya gelmiş Misost, Musa ve Ayşe adında üç çocuğuyla geldi. Musa çocuk yaşta vefat etti, Misost Sarıkamış’ta şehit oldu. Hasan burada ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilikten Gazi Bey dünyaya geldi. Gazi Bey’in iki oğlu bir kızı oldu.
Gazi Bey benim dedemdir” (K. K., 7).
Yahyabey köyünden kaynak kişiyle yapılan görüşmede geliş süreci dinlenmiştir: “Sülalemiz Kafkasya’dan geldiğinde önce Tokat’a yerleşti. Sonra Uzunyayla’ya geldik. 5 kardeş geldiler. Hacı Mahmut, Hacı Muhammet, Hacı Canbolat, bir de Hacı Seyit vardı. Benim dedemin adı Hacı Canbolat. Babamın adı Naşğov” (K. K., 62).
Diğer bir Türkçe adı Uyuzpınar olan Üçpınar köyünde meskûn sülalelerden birisi Alheskir sülalesidir. Alheskirey köyü Kafkasya’da Baksan Nehri’nin sol kıyısında Büyük Kabardey bölgesindedir. Ancak köyün bir kısmı Hajret Kabardeylerine katılmış ve Küçük Zelençuk Nehri’ne meskûn olarak burda Kubatey köyünde yaşamışlardır. 1866 tarihinde Zelençuk’ta olan 1863-1926 arasında Alheskirey, 1927’den sonra Jako adını alan bu köy 197 erkek 177 kadın nüfusa sahiptir. Büyük Kabardey’de kalan kısmıysa 1865-67 yılları arasında Kılışbiyhable’ye dahil olmuştur (Dumanov, 1994, s. 13, 23; Kumıkov, 2003, s. 25; Gubjokov, 2009, s. 144; Kanlokue, 2021, s. 10). Uzunyayla’da yaptığımız alan çalışmamız esnasında Tahtaköprü köyünün sakinleriyle görüşmeler yaparak iskân süreçlerini dinledik:
“Babam 3 yaşındayken dedemle gelmiş ve amcam orada kalmış. Sülalemiz Kafkasya’da gümüş işleri yaparmış. Buraya geldiklerinde önce Uzunyayla’ya bakıyorlar. Dedem burada yaşayamayacağını düşünüp Maraş’ta da el sanatları var diye Maraş’a gidiyor. Ancak orada altın ve bakır işi yapılıyor. Bizimkiler gümüş işi yapamayınca bir kağnı arabasıyla 30 günde Samsun’a oradan da gemiyle Kafkasya’ya dönüyorlar. Bu esnada babam 7, amcam 9 yaşında. Ortamın daha kötü olduğunu görünce dönmeye karar veriyorlar. O sırada babamın amcası, amcama bir kama yapıyor ve bırakmak istemediği için siz gidin biz arkadan geliriz diyorlar. Dedem ve babam geliyor, amcamlar geleceği sırada Sovyet devrimi oluyor ve onlar orada kalıyor” (K. K., 63).
“Önce babamın amcası gelmiş, Sivas’a yerleşmişler Emir Marşan Paşa halamızın kocasıydı. Amcam Sivas’ta ev yapmış, tutunamayınca Tokat’ın Artova ilçesine bağlı Çerkesçe adı Abukhable olan Taşpınar köyünü kurmuşlar. Tahtaköprü köyünde yaşayan Hağundoko Murat rahatsızlanınca ziyarete gelmişler. Murat Bey vefat edince beğenip köye yerleşmişler. Yeğenimiz olan Hağundoko sülalesinin evini almışlar. Sülalemizin o kolundan gelen Osmanlı’da Harbiye ve Nafıa bakanlığı yapan Abuk Ahmet Paşa Tahtaköprü’de doğdu. Ama bizim gelişimiz amcamlardan farklı. Babam 1921’de yaklaşık 35 yaşında Kafkasya’dan çıkmış. Rus ordusunda subay olan babam Abuk Hatem Gani işkence görmüş, topukları kırılmış. Babam en son Beserek’te ikamet eden Zabit Hoca (imam) ve Yahyabey’den Şed Mehmet Efendiyle (imam) geldi. Babam önce Almanya oradan Ürdün’e daha sonra da 1938 gibi Uzunyayla’ya geliyor. Almanca ve Fransızca biliyordu. O dönem Ruslar
Kayseri’de Sümerbank’ı açıyor ve babam orada tercümanlık yapıyor” (K. K., 32, 46).
Büyük Kabardey bölgesindeki tlekotleş sülalelerden Kundet sülalesi Han Giray’ın 1836’da tuttuğu notlara göre Kafkasya’da Çegem bölgesinde 5 köye sahiptir (Gubjokov, 2009, s. 140). Alan çalışmamız esnasında Kundet sülalesinin Uzunyayla’da hâkim olduğu köyler de ziyaret edilmiştir. Eski adı Viranşehir olan bölgede yaşayan Çerkesler tarafından Yerenşıhar olarak da zikredilen Çerkesçe adlandırması Kundetey olan Örenşehir, Sacayağı ve Karakuyu köylerinde tarafımızca görüşmeler yapılmıştır.
Alan çalışmamız esnasında Kundet sülalesi hâkimiyetindeki köylerde kaynak kişilerle görüşmelerde verilen bilgilerin birbirleriyle tutarlı olduğu tarafımızca görülmüştür: “Karakuyu köyüne geldik. Bu köyden gidenler Sacayağı, Dikilitaş ve Karahalka köylerini kurdular” (K. K., 27). “Karakuyu köyüne yerleştik. Toprak daha iyi olduğu için Sacayağı köyüne geçtik” (K. K., 55). “Bizim köy (Örenşehir) önce Karakuyu köyüne yerleşti. Kundetler vardı o zaman onlarla beraber oraya yerleştiler. Karakuyu’dan ayrıldı, ordan tekrar buraya yerleşti. Derken üç sefer yerleşti bizim köy” (K. K., 29). “Bizimkiler önce Karakuyu’dalar sonra buraya (Kurbağalık) geçiyorlar” (K. K., 14, 64). Bu bilgilere ek olarak Kırkpınar köyünden kaynak kişiyle yaptığımız görüşmede Uzunyayla’ya gelen Sasık sülalesinin Kafkasya’da bölgesinde yaşadıkları Kundet sülalesinin Uzunyayla bölgesindeki Karakuyu, Sacayağı, Dikilitaş ve Karahalka köylerinden toprak alarak kurduklarını öğrendik (K. K., 66). Kaynak kişilerin tüm bu anlatımlarını göz önünde bulundurduğumuzda Uzunyayla Çerkeslerinin tabiriyle 7 Kundet köyünün Karakuyu, Sacayağı, Dikilitaş, Karahalka, Örenşehir, Kurbağalık ve Kırkpınar köyleri olduğu anlaşılmıştır.
Tüm bu bilgilere ek olarak Yukarıbeyçayır köyünde görüşme yaptığımız kaynak kişi Kundet sülalesinin bir dönem köyde oturduklarını şu anda köyde Kundet sülalesinden kimsenin kalmadığını aktarmıştır (K. K., 31). Kundet Kurgok’un Çerkesçe adı kurucu sülale Marğuş’tan dolayı Marğuşey olan Yukarıbeyçayır köyünde yaşamasının nedeni iki sülalenin Kafkasya’daki tanışıklığıdır. Uzunyayla alan çalışmamız sırasında pek çok sülalenin dostluklarını Kafkasya’dan Uzunyayla’ya bu şekilde taşıdıklarına şahit olduk.
Kundet sülalesinin Kafkasya’da hâkim olduğu bölgeden gelen Karakuyu köyü Kafkasya’da nehir isimleri olan Şegem ve Şhalıko adında iki mahalleden oluşmakta ve köy kara yoluyla gelmiştir (K. K., 41; Blaramberg, 2017, s. 156).
Kabardey’de gerçekleşen reformlar sonucunda Kundet Kurgok’un köyü Sasıkhable ve Kundet Batırşı’nın köyüyle; Kundet Kambot’un köyü Altudokuey, Pırhışhable ve Şogenhable’nin bir kısmı ile birleşmiştir (Dumanov, 1994, s. 22).
Uzunyayla alan çalışmamız sırasında kaynak kişilerle yaptığımız görüşmeler ve Rus kaynaklarına göre Kafkasya’da bir arada yaşayan sülaleler hakkında verilen bilgiler birbirleriyle uyumludur. Bu durumu örneklendirecek olursak Pırhış, Altudoko ve Şikebaho sülaleleri hem Kafkasya’da hem de Uzunyayla’da Kundet sülalesinin yanında yer alan sülalelerdir. Buna istinaden Uzunyayla’da Pırhış sülalesinin meskûn olduğu Kurbağalık köyünün Çerkesçe adı Şikebahoy’dur ve hem Altudoko hem de Şikebaho sülaleleri Çerkesçe adı Kundetey olan Örenşehir’de meskûndur. Bununla birlikte Kurbağalık köyünde yaptığımız alan çalışmasında kaynak kişi köye meskûn olmalarındaki nedeni köylerindeki bir dereyi Kafkasya’da Kundet sülalesinin hâkim olduğu bölgedeki Şhalıko Nehri’ne benzettikleri için ilk gelenlerin buraya yerleştiklerini aktarmıştır (K. K., 14, 64).
Uzunyayla Hatohşoko sülalesiyle birlikte Duman sülalesinden Kanşubiy ve Nakho kardeşler; Murat ve Musa kardeşler gelmiş, başlangıçta Yahyabey köyüne meskûn olmuşlar daha sonra tlekotleş sınıfındaki Kundet sülalesinden arazi satın alarak Örenşehir köyüne yerleşmişlerdir. Duman sülalesinden bazı aileler Uzunyayla’nın Alamescit,
Uzunpınar, Üçpınar köylerinde ve Kahramanmaraş Andırın’da meskûndur (K. K., 26, 34,
53).
Duman sülalesi Kafkasya’da Çegem Nehri’nin sol kıyısında prens Hatohşoko bölgesinde sülale adıyla köye sahip olmuştur. Duman köyü toprak reformlarıyla Karmahable’ye dahil olmuştur (Dumanov, 1994, s. 14, 21).
Çerkesçe adlandırması Şhalıkuey’i Kafkasya’da Kundet sülalesi bölgesindeki Şhalıko Nehri’nden alan diğer adı Beyazköy olan Sacayağı’nda meskûn ve molla, efendi, kadı basamaklarından oluşan din adamları sınıfına mensup Uzunyayla’da Mole sülale adıyla bilinen sülale de Kafkasya’da prens Bekmırza, tlekotleş Kundet sülaleleri bölgesinde Şhalıko Nehri kıyısında sülale adıyla köye sahip olmuştur (Mamhegov, 2006, s. 28; Naloeva, 2015, s. 359).
Küçük Kabardey bölgesinde günümüzde Murtazavo olarak varlığını sürdüren, Uzunyayla’da Karhalak olarak da zikredilen Karahalka köyü Çerkesçe adlandırmasında Mertezey olarak karşımıza çıkmıştır. Köyden kaynak kişiyle yaptığımız görüşmede köye geliş süreçlerini aktarmıştır:
“Büyükbabamız İshak ve dört oğlu varmış. Herkes atlı arabalara binmiş büyükannemiz evde kalmış. Habze10 gereği gelin olduğundan konuşamıyor. Sonra birisi farketmiş getirmiş gelini. Dedem yolda doğmuş. İslam yolculuğuna çıkıyoruz, İslamiyet için geliyoruz diye adını
İslam koymuşlar. Bizimkiler Kars’a gelip 8 yıl yaşamışlar. İlk gelen dede Kars’ta vefat etmiş ve mezarı da orada. Benim dedem Ahmet Uzunyayla’da çok Çerkes var oraya gidelim demiş. Önce Karakuyu tarafına gelip bakmışlar, sonra Karahalka’ya yerleşmişler. O zaman Karahalka’da Kuşhalar ve köyü kuran Murtazalar varmış. Dedem köye yerleşmiş” (K. K., 18).
Kaynak kişiden alınan bilgide olduğu gibi Karahalka köyünün Çerkesçe adlandırması Mertezey’dir ve Han Giray’ın notlarına göre Mertazehable Küçük Kabardey’de Prens Tausultan’ın bölgesinde Terek’tedir. Kayıtlara göre 35 hane 161 nüfusa ve 16 hane 48 nüfusa sahip iki Mertazehable vardır. Toprak reformları sonucunda Mertezey köyüne Novo-Mertezey ve Bezrıkuey dahil olmuştur (Dumanov, 1994, s. 17, 24; Gubjokov, 2009, s. 141).


 

www.blogger.com/Devamı »