Yaşam felsefeleri ve şartları, içerisinde bulundukları doğal ortam, yaşadıkları toprakların stratejik önemi ile özgürlük konusundaki karakteristik özelikleri Çerkesleri olağan üstü savaşçı yapmasına rağmen, onlar hiçbir durum ve şartta acımasız ve hunhar olmamışlardır. Üç yıl Çerkesler arasında yaşayan Polonyalı Subay T.Lapinskiy “Adigeler yapıları itibariyle çok cesur ve kararlıdırlar. Ancak onlar yersiz yere kan dökmeyi ve hunharlığı sevmezler.” der. Her savaşçı sadece kahramanlığı değil, aynı zamanda onurlu bir ölümü düşünürdü. Bu yüzden kimin elinden öleceklerinin onlar için önemi yoktur, yeter ki bu kişi en az kendileri kadar cesur ve buna layık asil birisi olsun. Ün hırsı, cesaret ve savaşçı yetenekleri ile birinci olma arzusu, Çerkeslerde düello şövalyelerini olağanüstü değerli kılmıştır. Bu teke tek savaşçılar arasındaki çatışmayı yönetenler, bir anlamda şahitler düello sonunda mutlaka anlaşmazlıkları çözmek zorundadır. Galibiyet onurunun kime ait olduğu mutlaka belirlenmelidir. Düello genellikle taraflardan birsinin kaçınılmaz ölümü ile sonuçlanmak zorundadır. Çünkü mağlup olan her halükarda kendisini ölü sayardı. Bunu nedeni hayatı bağışlanmış bile olsa galip gelenin kaybedenin silahlarını almasıdır. Mağlup olan için bu durum şerefsizlik olarak nitelendirildiğinden, kendisi şerefli bir ölümü tercih ederdi. Çerkes geleneklerine göre bir insanın silahının elinden alınması onurunun ayaklar altına alınması anlamına gelir.
Çatışmalar esnasında Çerkes savaşçılarının davranışlarına Çerkes mantalitesinin toplumsal tanıma istemi ve gelişmiş bireysellik gibi özellikleri büyük bir etki yapmaktadır. Rus tarihi kaynaklarında çok anılan Besleney Abat bu konuyu şekilde izah etmiştir. “Bizim Çerkesler dünyanın bütün halklarından en cesur ve deli olanlarıdır. Kendi iradeleri dışında kimse onları savaşa göndermez. Onlar tehlikelere karşı kendileri koşarlar, dövüşürler ve gönüllü ölürler. Yaralanmak onlar için en büyük ödüldür. Öldürülürler, ailelerini kimse hor görmez; her şey cesur demeleri içindir. İşte onlar için en büyük ödül budur. Bu tek kelime için ölüme giderler, diğer halklarda ise böyle değildir. Onlar emir alırlar, iradeleri dışında savaşa giderler, ödülleri ise o kadar büyüktür ki, en korkak bile bir anlık cesur olur.”
Çerkes yiğitliğinin felsefi analizinde B.H.Bgajnokov, bunun temelinde savaşa temsili oyun gözü ile bakılmasının yattığını belirtmektedir. Benzeri temsili oyunların gidişatını izleyen gruplar oluşturulmuştur. Bunlar “Ceguáqo” denen halk ozanları, şairleri ve şarkıcılarıdır. Ceguáqo’ların katılımı olmadan önemsiz çatışmalar dahi geçmezdi. Çerkesler savaş ve çatışmalara bir bayram, görkemli bir şölen havasında her türlü hazırlıklarını eksiksiz olarak tamamlamış şekilde katılırlar. Hirey Han’ın sözlerine göre “Çerkesler çatışma günlerinde en güzel, en görkemli giysilerini giyerler. Parlak miğferleri, zırhları, okları ve zengin at koşumları ile muhteşem, farklı ve görkemli gözükürler. Çatışma öncesinde ceguáqo’lar (halk ozanları) savaş meydanı yakınlarında, tepelerde, ağaçlarda ve diğer yüksek yerlerde yerlerini alırlar. Çatışmanın gidişatını yüksekten seyrederek daha sonra bunları şarkılarında anlatırlarmış. Böyle bir çatışmanın şahidi olan T.Lapinskiy şunları söylemektedir. “Ben 1857 yılı ilkbaharında Adagum Nehri kıyısında meydana gelen silahlı çatışma esnasında, bunlardan bir kişinin bir ağaca çıktığını ve oradan yüksek sesle şarkı söylediğini ve korkaklara ismen hitap ettiğini gördüm. Her şeyden önce Adigeler halk türkülerinde isimlerinin korkak olarak geçmesinden sakınır, çünkü bu durumda onun bir ölüden farkı yoktur. Hiç bir kız onun eşi olmak istemez, hiçbir dostu ona el uzatmaz, herkese alay konusu olur. Ünlü bir halk ozanının çatışma yerinde bulunması gençlerin cesaretini ve yiğitliklerini sergileme istemini arttırır.”
İki savaşa katılmış olan 80 yaşındaki Suriyeli Çerkes Jircaqo Gisa, yiğitlik doğası ile ilgili fikrini şu şekilde açıklamaktadır. “Anladığım kadarı ile yiğitlik utanma duygusundan gelmektedir. Mesela bir arkadaş grubu savaşta bulunmaktayız. Ben korksam ve çatışmayı terk etmek istesem bile, arkadaşlarımı bırakamam. Bu yüzen diyorum. Yiğitlik utanma duygusundan gelmektedir.” Bu düşünceyi destekleyen Adige atasözü “Korkuyu bilmeyende, utanma olmaz.” der.
Yiğitliğin yüceltildiği ve ödüllendirildiği, korkaklığın ise kınandığı ve cezalandırıldığı bir toplumda bulunarak insan kendi hareketlerini, toplumda ve sosyal ortamda kabul edilen normları hesaba alarak oluşturur. Parolası “Şeref ve Savaş” olan Çerkeslerin onurlu bir şekilde yaşama şeklinin ayrılmaz parçası teke tek (düello) savaşçılıktır. Düellocular, yüksek tabakalarda meydana gelen onursal ve makam ile ilgili rekabetler neticesinde oluşur. Fakat bu rekabet seçkinlerin dayanışmalarına engel olmamakta, yani bu dayanışma sayesinde vaka soyluların düşmanlarına asla yansıtılmamaktadır. Çerkes geleneklerine göre soyluların düşmanlığı her iki tarafın tüm unvanlarına riayet edilmesini gerektirir.
Ün, şan ve şeref sadece elde edilen zafer ile gelmemektedir, bunu çatışma esnasındaki davranışları da beraberinde getirmektedir. Davranış motivasyonuna, düşman bile olsa saygı, kendi layıklığı ve insancıllık dahil sayılmaktadır. Bununla birlikte düşmandan da aynı davranışla karşılık verileceği tahmin edilmekte ve beklenmektedir. Oluşan bu bütünde, imkânlar doğrultusunda eşit şans verilme olasılığı hesaplanmaktadır. Örneğin çatışma esnasında taraflardan birisi atını kaybettiğinde, diğeri de attan inmek zorundadır. Öldürülen düşmanın sırt üstü yatırılması, kepeneği ile örtülmesi ve bulunduğu yerin ölenin akrabalarına bildirilmesi zorunluluğu vardır. Eğer bunların yapılması imkânsız ise naaşın usulüne uygun bir şekilde toprağa gömülmesi gerekir.
Sahneye parlak kişiliği ve cesareti ile dikkatleri çeken birisi çıktığında, onunla boy ölçüşmek isteyen bir rakip ortaya çıkar. Çerkes mantalitesine göre her insanın, kendisine layık rakibi veya düşmanı olur. Kabartay efsanevi kahramanı Şoloh’un oğlu Alıcuko’nun, Çerkesya topraklarında gezileri sırasında, her gördüğü ile selamlaştıktan sonra sorduğu soru da konuya nasıl bakıldığını anlamamızı sağlayacaktır. “Sizin topraklarınızda arkadaşlık ettiğinde, arkadaşlığa layık ve samimi, düşmanlık ettiğinde düşmanlığa layık onurlu olan kimse var mı?”
Çerkes soyluluk kuralları, Çerkes toplumsal yapısında uzun zaman etkili olan savaşların ve anayurt savunması mücadelesinin etkisinde oluşan bir kültür modelidir. Bu kültür modelini anlayabilmek için Çerkeslerin savaş kanunlarını iyi bilmek gerekir. Çerkeslerin savaş anlayışları şu şekildedir;
Savaşın İlanı: Eski zamanlarda savaş başlangıcı aynı zamanda bunun resmi olarak ilan edilmesi anlamına gelirdi. Toplum liderler nezdinde bir anlamda diplomatik çerçevede savaşın ilanını sembol ize eden nesne düşman önderlerine elçiler vasıtası ile gönderilirdi. Genellikle savaş ilanı anlamına gelen kırık ok gönderilirdi. Kırık ok gönderilen düşman bunun bir savaş ilanı anlamına geldiğini bilir ve gerekli hazırlıklara derhal başlardı.
Elçiler: Çerkes geleneklerine göre savaş ilanı için gönderilen elçilerin can güvenliği ve şahsi dokunulmazlığı prensibine riayet edilirdi. Elçiyi öldürmek veya onlara işkence yapmak kesinlikle geleneklere aykırı bir davranış olarak sayılırdı
.Düşmanla İlişkiler : Çerkeslerin düşmanları ile ilişki konusunda çok enteresan bir gelenekleri vardı. Gündüz savaştıkları düşmanlarını gece ziyaret ederler veya onları ağırlarlardı. Düşmanlarının onurlarına şölenler düzenlenir hiç bir art niyetsiz görüşmeler yapılırdı.
Savaş Kuralları ve Teknikleri:
* Çerkeslerde çatışma esnasında taktiksel olarak bazen geri çekilmeler görülebilir. Bu utanılacak bir durum değildir. Ancak savaşçıların tekrar toparlanması veya saldırmak için taktiksel olarak uygun bir zaman veya durumun söz konusu olması durumunda tekrar hücum edilirdi.
* Savaşçıların hazırlıksız yakalanması, ani baskınlara maruz kalması, çatışmasız olarak ganimet verilmesi, atlarının çalınması ve savaş meydanında şehit düşenlerin naaşlarının düşman hattından çıkarılmaması utanç verici durumlar olarak kabul edilirdi.
* Hiçbir durum ve şartta, hayatları bağışlanacak dahi olsa ganimetleri vermek ve çatışmasız geri çekilmek büyük bir onursuzluk ve korkaklık olarak tanımlanır.
* Geleneklere göre ganimet elde etmek amaç değil bir araçtır ve kahramanlık sembolü olarak değerlendirilir. Bu durum özellikle Çerkes atlı süvarilerinin yükseliş zamanı olan orta çağlara özgüdür. Hırey Han zamanında savaşlarda ganimet vermek utanç verici kabul edilmişse de, Andemirkan ve orta çağ destanlarının diğer kahramanları zamanında utanç verici olarak savaşsız ganimet almak kabul edilmiştir.
* Savaş esnasında evlerin, ahırların ve ekili tarlaların (ürünlerin) yakılması, talan edilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bu kuralın dışına sadece bir durumda çıkılmasına izin verilmiştir. Sadece eşi başkaları tarafından kaçırılan kişi, eşini kaçıran kişinin evini ve yaşadığı bütün köyü yakma hakkına sahiptir. Bu durumun dışında düşmana ait bina ve ekili alanların yakılıp talan edilmesi bağışlanamaz bir davranış olarak kabul edilirdi.
* Çerkeslerde ev kutsal ve dokunulmazdır. Ev içerisinde insan öldürülmez. Çerkes gelenekleri ev içerisinde insan öldürülmesini yasaklar.
* Düşmanın eline diri olarak geçmek çok utanç vericidir. Çerkesler esir düşme tehlikesi olduğunda, intihar etmeyi de çare olarak görmemişlerdir. Çünkü geleneksel olarak intihar etmek hoş karşılanmazdı. Onursuzluk olarak tanımlanan diğer bir olayda silahını yitirmektir. Çerkes savaş geleneklerine göre “Atlının savaş alanında ölmesi hanesinde (evinde) ağlayıştır, silahını kaybetmesi ise bütün halkın ağlayışıdır.”
* Savaşta şehit olanın arkadaşları, onun silahlarını korumak zorundadır. Şehidin silahları asla düşman eline geçmemelidir.
* Çerkes savaş geleneklerinde çatışma esnasında ölen bir savaşçının naaşının düşman elinde bırakılmasına asla izin verilmemektedir. Ölenlere ve ölenlerin naaşlarına olan özen ve saygı Çerkes karakterinde en gıpta edilecek özelliktir. Eğer arkadaşlarından herhangi birisi savaş meydanında şehit olursa diğer bütün savaşçılar ölü arkadaşlarının naşını savaş meydanından çıkartmak için yok olma pahasına akın ederler ve ne pahasına olursa olsun naaşlarını geri alırlardı.
* Çerkesler savaş esnasında ölen düşmanlarının da naaşlarına büyük bir özen ve saygı gösterirlerdi. Naaşın yakınlarına veya ailesine ulaştırılması olanaksız olduğunda tüm gerekli koşullar yerine getirilerek toprağa verilmesi en uygun davranış olarak kabul edilirdi. Çerkeslerin düşmanları ile karşılıklı olarak naaş iade etikleri çok görülen bir durumdu.
* Savaş esnasında yaralı veya ölü bir düşmana işkence edilmesi, kafasının, kolunun, bacağının vb. uzuvlarının kesilmesi, silahsız bir kişinin öldürülmesi alçakça bir tutum olarak kabul edilirdi. Silahsız olanlara, yaralı ve direnme gücü olmayanlara saldırmak utanç verici olarak kabul edilmiş ve bu karalı çiğneyenler ise aşağılanmıştır.
* Savaş esnasında teslim olan düşman, Çerkesler arasında kesin bir dokunulmazlığa sahipti.
* Kadın esirlere çok özel bir ilgi gösterilmiştir. Onları yaya olarak götürmek yasaklanmıştır. Esirlerin arasında kadınların olması durumunda, bunları sadece at üstünde götürürlerdi.
* Savaş kuralları dışında hareket edenler, özellikle savaş esnasında korkaklık gösterip geri çekilenler toplum içerisinde barındırılmazdı. Bu tür davranışlarda bulunanların anası, babası, karısı, kızı, oğlu toplum içerisine giremez genellikle başka uzak diyarlara gitmeleri tercih edilirdi.