18.YY KADAR ÇERKES RUS YAKINLAŞMASI



29 Mayıs 1714’te I. Petro, Hive’ye askeri bir keşif kolu gönderilmesi talimatını vermişti. Bu keşif kolunun yönetimini, kendisinin mürebbisi olan Boris Aleksandroviç Galintsev’in kızı ile evli bulunan ve Hıristiyan olan Prens Aleksander Bekoviç Çerkeskiy’e (asıl adı Davlat Kisden Mirza olup Kabardinli bir Müslüman idi) verdi. Çerkeskiy, 1713’ten beri I. Petro’nun "şark meselesi" danışmanı idi. 28 Eylül 1714’te bu keşif kolu 1900 asker ile Oksus (Amu Derya) istikametinde harekete geçirildi. Nalçikli etnograf Dr.A. Ğut’un belirttiğine göre Rusya’nın Kafkasya’ya 1825’ten önce müdahalesi vaki değildir.


19.yy.'a kadar Kırım Hanları ve Osmanlı Devleti ile münasebetleri
İstanbul’un beklenen alakası, Dağıstan, Kabardey ve Çerkesleri Ruslar aleyhine ayaklandırmıştı. 11 Ekim 1787 tarihinde Anapa’ya gelen beylerbeyi (Köse Mustafa Paşa) görülmemiş bir tezahüratla karşılanmıştı.

Çerkezistan’a silah ve cephane sevkedildiği hususunda Rus Elçiliği’nin şikayeti üzerine 21 B (Receb) 1273 (20 Mart 1857) tarihinde oluşturulan komisyonun, eski Bosna Nazırı İsmail Paşa ile Liva Ferhat Paşa’yı suçlu bularak ilkini Bursa’ya, ikincisini Kütahya’ya sürgüne göndermesi; sonucun elçiliğe bidirilmekle beraber Rusya ile dostluğu zedeleyen bu tür olayların tekerrür etmemesi için olayın gerek resmi yazılarla memurlara, gerekse Takvim-i Vekâyi’de yayınlanarak kamuoyuna duyurulması Osmanlı Hükümetinin o zamanki Kafkasya politikasını alenen yansıtan bir mesle olmuştur..

Kırım hanları Adıge kabilelerini sık sık rahatsız ediyordu. Osmanlı Padişahlarının Kırım Hanları üzerinde hakimiyet kurmaları Adıgeler başta olmak üzere Kafkas halklarına zarar vermiştir. 1590’larda Kırım Hanı Mengi Girey Adıgelere baskın yapmak istedi. Osmanlı ve Tatar tarihleri Adıgeleri ele geçirdiğini söylüyorsa da Adıgeler onun hakimiyeti altına girmemek için mütemadiyen savaşmışlardır.

1569’da Osmanlı Devleti’nin, Kırım Valisi Çerkes asıllı Kasım Paşa eliyle Astrahan’a sefer düzenlemeye girişmesi esnasında valinin adam ve mal desteği talebini Çerkes Beylerinin yedisinin birden reddetmesi, Kafkasya’nın Kırım ve Osmanlı ile münasebetlerinin mahiyetini ortaya koymaktadır.

Osmanlı Devleti 1475’te fethettiği Kırım üzerinden gönderdiği mollalar eliyle Batı Kafkasya’da İslamı yaymaya başladı.

1739’da imzalanan Belgrad muahedesinde her iki taraf ta Kabardey bölgesinin bağımsızlığını itiraf ettiği halde 1740, 41 ve 42 senelerinde Rus Çarı’nın Sultan I. Mahmud’a yazdığı yazılarda ‘Çerkeslerin ve Kabardeylerin varisi ve hakimi’ ünvanı kullanıldığı ve Osmanlıların da III. İvan’a cevaben yazdıkları yazılarda aynı ünvanın kullanılması, bölgedeki Rus hakimiyetinin tanındığı anlamına geliyordu.


Siyasi birlikler

Tatar-Moğol savaşlarından sonra Kafkasya haritası değişti. Kimi kabileler dağıldı, kimileri üstünlüğü ele geçirdi. Genellikle kendi başlarının işini (kendi ‘wınafe’sini) kendileri yapardı.

Rusya batı kesimdeki halk meclislerini dağıtmaya, kabile reislerine hediyeler göndermeye başladı. Abzekh Pşısı 1828’de kendisine yapılan barış teklifini meclise sundu ve Şapsığde toplanan meclis, uzun münakaşalardan sonra, bölgenin vaziyetine, Rusların düşmanlığına ve Edirne Antlaşması’nın geçersiz olduğuna dair şu beyannemeyi tüm dünyaya arzetme kararı aldı: "Ruslarla sulha bile yanaşmayan Kafkasya’nın sakinleri nasıl olur da onların tebeası sayılabilir."

1859’dan sonra batıda Rus baskısının iyice şiddetlenmesi üzerine Wubıkh, Abzekh ve Şapsığ önderleri 1861’de bir khase topladı. Yeni bir meclis seçti ve şu kararları aldı:

"1- Son gelişmeleri Avrupa ülkelerine duyurmak, 2- a) 13 Haziran 1861 Çerkeslerin bağımsızlığını ilan ettiği gündür. b) Tüm Çerkesleri ilzam eden Millet Meclisi seçilmiştir. c) Birlik, gerekirse kuvvet kullanarak sağlanacaktır. d) Bağımsız Çerkes Devleti Meclisine gizli oyla 15 üye seçilmiştir. 3- Meclisin kararıyla ülke 12 vilayete bölünmüş ve her birine kadı, müftü, muhtar ve emniyet amiri tayin edilmiştir. 4- Meclis kararları bu mümessiller tarafından uygulanacak ve vergileri bunlar toplayacaktır. Her yüz haneye beş atlının masrafı yüklenmiştir. Toplanan vergiler hür Kafkasya’nın temsilcileri eliyle ülke işleri için en iyi şekilde harcanacaktır."

18.. yılında Kuzeybatı Kafkasya’da bir devlet kurulmak istenmiştir. 19. asırda burada demokrasi uygulatan Wubıkh, Abzakh ve Şapsığlar vardı. Savaş sebebiyle iç ihtilafları sonuçlandırıp ittifak kurarak düşmana karşı koymaya başladılar. Ruslara ait dört kaleyi ele geçirdiler. Bu vesileyle ittifakları güçlendi. Muhammed Emin ile Şamil’in Bu ittifaklarda büyük rolü oldu. Halkın içindeki statü sahipleri bu ittifakı hoş karşılamıyordu. Şamil bertaraf olup (1859’da) Muhammed Emin de esir alınınca, ittifakı eski statü sahibi muhalifler destekler oldu. Onlar kendi halklarını hiçe sayarak Ruslarla iletişim halinde idi. 1861’de Wubıkh, Abzakh ve Şapsığlar "meclis" kurdu. 15 kişilik heyet seçildi. Bir Wubıh olan Thamade (Başkan) Hac Kranduk Berzeg, meclis kararı aldı, ülkeyi 12 eyalete ayırdı. Eyaletlerin de kendi meclisleri vardı Rusya, Türkiye, Fransa ve İngiltere haberdar edildi.

Rusya haber alınca meclisi çalıştırmadı. 1864 göçüyle Türkiye insanları götürünce bu devlet son buldu. Teşebbüs yerinde ve zamanındaydı, ama kendi reisleri tarafından satıldılar.

Adıgelerin komşu akraba kabileler ile münasebetleri kardeşlik ve akrabalık zemininde yürütülmekte idi. Dönem dönem siyasi birlik denemeleri de olmuştur.


Kafkas - Rus savaşları ve Rusların Adıge topraklarını istila ederek ilhakı

Özellikle Şapsığ ve Natuhaç eyaletleri ‘Avrupa’nın en modern savaş tekniklerine sahip ve Avrupa imparatorlukları içinde en despot, en büyük ve en vicdansız olanının bütün gücüne, enerjisine ve hilelerine karşı son on yıldır tek başlarına direnmiş bulunuyor.’

A.İ.Gertsin’in tesbitine göre Rus çarları Kafkasya’yı sıcak Sibirya sanıyorlardı. Bu sebeple sürgünleri oraya gönderiyorlardı. Dubralubov’un kaydettiğine göre çarın adamları Kafkas halkının örf ve inancını hiç kaale almadan kendi görüşlerini baskıyla kabul ettirmeye çalışıyorlardı.

Kafkasya’da uygulanan kıyım ve katliamı yazmaktan kalem bile imtina ediyor. Jan Carol şöyle der: Rusya’nın Kafkasya’yı işgali, çağdaş dünyamızdaki en iğrenç vahşet tablolarını oluşturmaktadır. Rusya Kafkasyalıların mukavemetini kırıp onlara boyun eğdirebilmek için dehşet ve vahşet dolu 60 askeri yıla ihtiyaç duymuştur.

"Kafkas cephesi Rus ordusuna mezar oldu. Ortalama her yedi yılda 120 bin askerini Kafkasya’da ölü bırakıyordu. Katerinanın tahta geçtiği 1765’den 1864 yılı sonuna dek Ruslar Kafkasya’da birbuçuk milyon askerini gömmüştür." Bu konuda General İsmail Berkok’un Tarihte Kafkasya adlı eseri müracaat edilebilecek en zengin ve en muteber eserlerin başında gelmektedir.


Muhaceret

1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Çerkesler deniz yoluyla, Kafkasya’da, Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum vd. limanlardan bindirilip Osmanlı Devleti’nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indiriliyordu. 1865-1866 tehciri ile Osmanlı-Rus harbinden sonraki 1878 tehciri kara yoluyla gerçekleştirildi. Doğu yolundan genellikle Çeçen, Dağıstan, Asetin, Kabardey muhacirleri göçürülmüştür. Daha sonraki göçler de kara yoluyla yapılmıştır.

Yolda telef olanların feci durumları Trabzon’daki Rus konsolosunun tehcir işlerini idare etmekte olan Rus Generallerinden Katraçef’e yazdığı raporda şöyle anlatılır: "Türkiye’ye gitmek üzere Batum’a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4650 kişden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım." İşte bu suretle peşpeşe sürüp gelen felâketlerin ve musîbetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve fazîletkâr milletin bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere iskân edilmiştir.

Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: "Bir ay zarfında Kafkasya terkedilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya’nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:"

İşte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terketmeye mecbur kalmışlardır. Lermontof bu hakikati bir şiirinde şöyle dile getirir: "Bu insanlar neden yurtlarını ve babalarının mezarını terkediyorlar? Düşman kuvvetinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!"

‘Çeçen reisleri uzun münakaşalardan sonra göçü kabul edip nasıl gerçekleşeceğini sordular. Ben de Gürcistan üzerinden kara yoluyla gideceğimizi ve Rus ordusunun da her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim.’ Kunduk, Hatırat, s.67. ‘Rus Generali Loris’e gidip 50 bin dönüm kadar olan arazime mukabil 45 bin altın ruble istedim. Derhal ödedi. Fakir muhacirlere sarfetmek üzere ayrıca 10 bin altın ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin ödedi. Bu şekilde 25 Mayıs 1865’te, aralarında ailem ve akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aile ile birlikte göç ettik. Geride kalanların tehciri görevini Çeçen mıntıkası naibi reis Sa’dullah’a tevdi etmiştik.’

Emir Kesa kabilesinden bazıları (özellikle dinini imanını koruyanlar) Mısır’a dönmüşlerdi. Diyarın 23. Eyyübi Kürt Kralı Mansur Ali b. Eşref’in kölesi olan Çerkes Berkuk b. Afs (veya Ans) Çerkes Devletini kurmuştu. ‘Çerkes sürgünü ‘modern tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biridir.’

‘Tehcir esnasında deniz gibi kan akıtıldı. Gemiye binmek için aç bîilaç kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle bekleşenler, yanaşan gemiye üşüşüp istîab haddinden çok fazla biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayısında, Trabzon’daki Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı... Trabzon’da bir tek adamın 30-50 cariye birden aldığı oluyordu. 1858-1865 yıllarında 493.124 insan gitti oraya.’

Osmanlı Devleti bu tehcir ile yüz yüze kalmış olduğu bir çok problemini halletmeyi planlamıştı.

Rus Hükümeti adına General Fadol, Musa Kunduk ile Gazi Muhammed’e şu teklifi sunmuştu: ‘Afganistan hududunda Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı Devleti’ndeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya’ya bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini garanti etmek.’ Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu projeyle Afganistan’ı işgal etmekte olan İngilizleri berteraf etmeyi düşünüyordu.

Rusya 2 Mart 1878’de Osmanlı Devleti ile imzaladığı anlaşmada, Rus hududuna iskân edilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu üzerinde durulmuştur. Nitekim öyle de yapılmış, 150.000 Çerkes bu sefer de Rumeli’den Anadolu’ya göçürülmüştür.

18 Kanun-ı sâni 1789 tarihli emirname Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesini emrediyor, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine de ‘gemileriyle tek bir Çerkes dahi taşımamaları’ yazılıyordu.

Türkiye’deki Rus Elçisi İgnateiv’in 21.02.1872 tarihinde Rus Dışişleri Bakanı’na yazdığı gizli bir yazıda, Türkiye’ye göçmüş 8500 Çerkes ailenin katlandıkları dayanılması zor şartlardan şikayetle Kafkasya’ya geri dönmek istedikleri bildirilmiştir.

Tehcir süreci uzun sürmemiştir. Osmanlı Devleti’nden dönüp gelen bazı insanların anlattıkları, Paçe Beçmırza’nın şiirleri, açlık, hastalık ve ölüm haberleri getiren gözyaşı ve hasret dolu akraba mektupları Kabardey’den göçün devam etmesini engellemiştir.

Osmanlı Devleti’nin Kafkasya ile ilk temaslarını kurduğu 17. Asırdan itibaren ferdi göçler başlamıştı. Büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve paşa vardı, Osmanlı Devleti Kafkasya’yı hakimiyetyi altına almak içn bu üst düzey subaylardan yaralanmıştır. Musa Kunduk anlatır: ‘Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin Paşa’nın yanına gittim. Wubıh Ali Paşa da (Hafız Paşa’nın kardeşi) oradaydı. Bu iki zat Çerkes muhacirlerinin vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin Paşa Osmanlı Devleti’nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek ‘Önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim.’ demişti. Hüseyin Berzec Paşa 1866’da idam edilmiştir.

Bandırma civarındaki Yeni Sığırcı köyüne iskân edilen 300 aileden 150’si, oradaki hayata uyum sağlayamayıp anavatana dönmüştür. 1911’de Hac dönüşünde Şam valisi ile görüşen Canıko Bako; on bin Çerkes olduklarını, kendilerine hicret etmek istediklerini söyler, vali de memnuniyetle kabul eder. Canıko, Mehmet Hanaşe ile birlikte bir heyet halinde gelip daha önce iskân edilen köyleri gezer, perişan hallerine şahid olur. Kendilerinin iskân edilmesi için belirlenen Kerk tepelerini gezerler. Bu kayalıkları beğenmeyip Ağustos 1911’de deniz yoluyla İstanbul üzerinden geri dönerler, hiç kimse de hicret etmez.

‘Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin en mühim hadisesidir. Bu olay Kafkasyalıların sosyal yapısını, ekonomisini ve politikasını menfi yönde etkilemiştir.’

İstanbul’daki Çerkes Teavün Cemiyeti sekreteri Tsağo Nuri 1912’de anavatana dönerek Nalçik’te yeni açılmış olan okulda Çerkes Dili okutmaya başlamıştı.

‘...İnsanların perişanlığını hayretler içinde temaşa ettiğimi gören istasyon yetkilisi koşarak yanıma geldi ve gözleri yaşla dolarak dedi ki; ‘Ekselans, dünyada bu acıklı manzarayı seyredip te kalbi burkulmayacak insan var mıdır? Allah’tan korkmak lazım. Bu topraklar onların yerleridir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine sürüyoruz? Nereye gittiklerini sorduğumda, Osmanlı Devleti’ne diyorlar. Ama nasıl, ne zaman ve onları neler bekliyor, belli değil. Bu konularda hiç bir bilgileri yok.’

KHK fahri başkanı diyor ki: ‘Annem anlatır; Dedem yolda (karşıdan gelen gemidekilerden) Türk’e gidenlerin hastalıktan kırıldığını öğrenince yanındakilerle birlikte denizin ortasından geri dönüp gelmişler.’

Kuruluşundan beri iç problemlerini tehcir ve iskân metoduyla çözen Osmanlı Devleti, 9 Mayıs 1857’de tehcir kanununu çıkarmıştır.. Bu arada Rus Çarıyla gizlice ittifak etmiştir... Göçenlerin mal, can ve hürriyetleri, sair tüm hakları sultanın garantisi altında idi. Her tür vergiden muaf olarak arazi verilmesi vadedilmişti. Anadolu’ya yerleşenler 12 yıl askerlikten muaf tutulmuştu. 1860 yılında İskân-ı Muhacirîn Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki Çerkeslerin göçürülmesi, Osmanlı Devleti’nce planlanmış, sonraları gelişen fiiliyattan önce programlanmış bir iştir.’ Nefy ve iskân, Osmanlı Devleti’nin yönetim politikalarından en barizleri idi.

1859-61 arasındaki büyük tehcirle ilgili resmi istatistik bilgilerine sahip değiliz. Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2 milyona kadar değişen rakamlar mevcuttur. Osmanlıdaki nüfus hareketlerini inceleyen Obisni İrolitimo 1866’da Muhacirlerin bir milyona ulaştığını belirtir.

Prof. Kemal Karpat, 1859-1879 arasında göçürülenlerin 1.400.000’den fazla olduğunu, sağ salim Osmanlı Devleti’ne ulaşan muhacir sayısının ise 1.100.000 olduğunu belirtir.

Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna’da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp’a 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgeleri ile sabittir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes varlığına rastlanmaktadır.