Kafkasya mitolojisinde devler, kahramanlar ve büyücülerle ilgili hikâyeler önemle yer alır. Kabardey bölgesinde derlenmiş ve Yunanlıların Prometheus öyküsünü hatırlatan bir anlatıma göre; Elbruz dağlarının tepesinde, koni biçiminde büyük bir taş bulunmaktadır. Burada, sakalları ayaklarına kadar uzanan yaşlı bir adam oturur. Bütün vücudu kıllarla kaplı, uzayan el ve ayak tırnakları bir kartal pençesine dönüşmüş ve gözleri akkor kömür gibi kıpkırmızıdır. Boğazı, vücudu, elleri ve ayaklarından kalın bir zincire bağlıdır. Mitolojiye göre bu yaşlı adam bir zamanlar büyük Tha’nın çok yakınında yaşarken kendisini devirip yerine geçmek istemiş, yenilgiye uğradığında da kendini bu halde bulmuştur.
Yine rivayete göre
kendisini görmeyi çok az kişi başarabilir, ikinci kez görme girişiminde
bulunanlar ise ölürdü. Çoğunlukla hareketsiz duran adam arada
bekçilerine şu soruyu sorarmış: “Dünyada hâlâ kamışlar ve koyunlar
üremekte midir?” Bekçilerin olumlu yanıt vermesi üzerine öfkelenirmiş,
çünkü dünyada kamışlar ve koyunlar ürediği sürece cezasının devam
edeceğini bilirmiş. Ümitsizliğe kapılarak kayayı parçalamak istediğinde
ise yer sarsılır, bağlı bulunduğu zincirler şimşek ve gök gürültüsü
yaratır, nefesi fırtınalar oluşturur ve göz yaşları Elbruz Dağı’nın
eteğinde kaynayan ve köpürerek akan bir nehre dönüşürmüş.
Nart destanlarında
anlatılan kahramanların tamamına yakını erkeklerden oluşur. Fakat bu
destanlarda anlatılan bir kadın kahraman vardır ki, konumu ve sahip
olduğu özellikleri bakımından erkek kahramanların hepsini gölgede
bırakır. Bu kahraman, Setenay ya da tam adıyla Setenay Guaşe’dir. (6)
Anaerkil kültle ilgili olduğu anlaşılan Setenay’ı “Ana Tanrıça”
olarak anlatan bir metin şu ana kadar elimize geçmiş olmasa da, Çerkes
mitolojisi Setenay’ı güç durumlarda akıl danışılan bilge kişi olarak
tanımlar. Setenay, Büyük Nart Kurultayı’nın çözemediği toplumsal
sorunları çözer. Doğan çocuklara
isim koyar. O yalnızca iyi bir eş ya da âşık olunan güzel bir kadın
değildir, aynı zamanda iyi bir ev sahibesidir, kahramanlara yol
gösterir, öğütler verir, geleceği görür. Nart destanlarında sık sık
karşımıza çıkan diğer figür, Tanrı Tlepş’tir. Önceleri ateş Tanrısıyken zamanla demirci Tanrı rolü üstlenen Tlepş’in, Tanrı
olmasına rağmen Abazin metinlerinde Setenay’a akıl danışması
ilginçtir. Bu anlatılara göre, Setenay Tlepş’in esin kaynağıdır. Sık
sık Tlepş’in dökümhanesine gider, yararlı araçlar yapması için onu
özendirir.
Doğurmadığı oğlu
Sosrıkua’ya annelik eder. (7) Aşıwa lehçesindeki Abazin metinlerinde,
demirci Tlepş’in dökümhanesi ayrıntıları ile anlatılır. Bu anlatılar
Çerkeslerin demire verdikleri önemi gösterir.
Önceleri Tlepş’in
örsü taştan, çekici ağaçtandır. Sık sık Tlepş’in dökümhanesine uğrayan
Setenay, yeni örs ve çekiç modelleri yapar. Tlepş de bu modellerden
yararlanarak örsü ve çekici demirden, çekicin sapını ağaçtan yapar.
Yılan yavrularının boyunlarını birbirinin üzerinden geçirerek
uyuduklarını gören Setenay, Tlepş’e ellerinin yanmaması için
yapabileceği bir aracı esinler. Maşa ya da kerpeten böylece Setenay
tarafından icat edilir.
Aşıwa lehçesindeki
Abazin metinlerine göre, Setenay’ın büyüttüğü Sosrıkua, Nartlara ateşi
getiren kişidir. Rivayete göre, Sosrıkua devin kafasını uçurup evinden
ateşi kapar ve “Hey koca Nartlar, yürekleri ateşten Nartlar,
korkmayınız, canlanınız! İşte size gerçekten, gerçek ateşi getirdim,”
diyerek insanları Tanrılar karşısında cesaretlendirmeye çalışır.
Kabardey
anlatımında, daha çok Tlepş’in insan tarafı üzerinde durulur: Bunlara
göre yaşlı demirci ustası Debeç’in körüğü geyik derisinden,körüğün kulpu
kızılcık ağacından, ocağı tan güneşinden, kömürü kuru dikendendir.
Çekici kıvılcımlar saçar. Demire güç yetirebilecek, ona şekil verecek
kendisi gibi güçlü bir çırak arayan Debeç’e başvuranTlepş kendisini
“doğurmayan bir annenin oğlu” olarak tanıtır ve demircilik sanatını
sürdürmeyi amaçladığını söyler. Tlepş dökümhanede demirlerle konuşur,
onları istediği şekle sokar. Çalışırken tıpkı ustası Debeç gibi
aksamaktadır. Nart destanlarında anlatılan demirci Tanrı Tlepş, pek çok özelliği ile Yunan panteonunda yer alan Anadolu kökenli Hephaistos’a benzer.
Bilindiği gibi Hephaistos da demirci Tanrıdır ve aksaktır. Tanrılar
ve kahramanlar için aletler, saraylar yapar. Zeus’un karısı Hera’nın
oğlu olmasına rağmen, Hera tarafından tek başına ortaya çıkarılmıştır.
Tlepş de öykülerde kendini anlatırken, “doğurmayan ananın oğluyum” der.
Aşıwa lehçesindeki Abazın metinlerine göre, Setenay’ın büyüttüğü
Sosrıkua (Nasren), Nartlara ateşi getiren kişidir. Bazı kaynaklarda
Sosriquo veya Sawsrikua olarak da geçen Sosrıkua’nın adı da zaten
“sıcak çocuk”, “ateş saçan”, “yakan erkek çocuk” anlamına gelmektedir.
Rivayete göre,
Sosrıkua devin kafasını uçurup evinden ateşi kapar ve “Hey koca
Nartlar, yürekleri ateşten Nartlar, korkmayınız, canlanınız! İşte size
gerçekten, gerçek ateşi getirdim,” diyerek insanları Tanrılar
karşısında cesaretlendirmeye çalışır. Aşkarıwva lehçesinde anlatılan
Abazin metinlerinde ise, yaşlı ve çirkin büyücü Pakue Dame, Nartların
ateşini devlere geri verir.
Dev, ateşi geri
getirmeye dağlara giden Nasren’i, Pakue Dame’nin kışkırtmasıyla
Elbruz’a zincirleyip çiviler. Üzerine salınan kartal, Nasren’e gün boyu
işkence yapar, ciğerini gagalar. Güneş batınca yarayı kanadı ile sıvar,
yara kapanır. Güneş doğunca aynı işkence yeniden başlar. Nasren’i
Peterez kurtaracaktır. (8)
Çerkesler için büyücüler korkulan ve yarı Tanrı
kişiliğe sahip varlıklardır. Büyücüler kıtlık getirebilir, halkı
cezalandırabilir. Adige-Kabardey anlatımlarına göre, kahraman Wuezırmes
bir kadının çocukları
aç olduğu halde büyücü Pakue’ye yemek taşıdığını ve Nart halkının da
Pakue’ye yiyecek, içecek ve armağanlar götürdüğünü görür. Wuezırmes,
Nartların keçi sakallı, korkak Pakue’yi Tanrı
sayıp armağanlar vermelerini, ona hizmet etmelerini onuruna yediremez.
Nartlar ise Pakue’nin üstlerine bela yağdırmasından korkar.
Wuezırmes’in annesi, Setenay’ın annesi Yemğazeş Guaşe’ye gider ve
Wuezırmes’in, Pakue’nin başını uçurmaya niyetli olduğunu söyler.
Yemğzeş Guaşe, Wuezırmes’e babasından
kalan Beyaz Yele’yi yeraltı ahırından çıkarmasını, eyerini demir kolonu
ile almasını söyler ve siyah bir sandıkta da her şeyi biçen kılıcı
bulacağını ekler. Wuezırmes Pakue’ye gider, kılıcını çekip kafasını
uçuracakken Pakue zıplayarak uçar, göklere yükselip örümcek ağından bir
ev yapar. Yarı Tanrı
Pakue yağmur yağmasını engeller, yeryüzündeki suları kurutur, ülkede
kuraklı k başlar. Zor durumda kalan Wuezırmes, Setenay’a koşar.
Setenay, beyaz yeleli atın Alp soyundan olduğunu, iyice ısındıktan
sonra üç kez kamçı ile vurulduğunda gökyüzüne uçacağını söyler.
Wuezırmes, Pakue’nin örümcek evine ulaşır. Pakue’yi oyuna getiren
Wuezırmes kılı- cını çekip başını vurur. Yeryüzünde yedi hafta kanlı
yağmur yağar. Toprak eskisi gibi verimli olur, ekinler büyür, ağaçlar
meyve verir, yeryüzü yeşile bürünür, kadınlar doğurmaya başlar.
Adigeler için
değişik nedenlerle yaptıkları dini törenler çok önemlidir. Çerkesler
kuraklık yıllarında Hantso Guaşe şarkısı ile yağmur duası yapar,
kaybolan hayvanların kurtlar tarafından parçalanmaması için özel sihirli
sözler demek olan Hapeşcıpkhe ile kurtların ağzını bağlamaya
çalışırlardı. Bugün bu gelenekler ve yağmur duaları İslami inançla birleştirilmiştir ve bazı Arapça dualar okunarak hâlâ uygulanmaktadır.
Dramatize edilmiş
bir diğer tören ise Çapşakue’dir. Yaralının veya hastanın uyuması
halinde canının onu terk edeceğine inanan Çerkesler ölümü ağır yaralının
veya hastanın yanından kovmak için odada bulunan değerli eşyaları
çıkarırlar. Odanın girişine, her gelenin birkaç kez çarpacağı biçimde
saban demirleri yerleştirilir, ziyaretçiler topluca gelip hastanın
yanına girdiklerinde hep birlikte yüksek sesle gürültü yaparlardı. Genç
kızlar tören elbiselerini giyip törene katılır, çeşitli dans ve
şarkılarla hastanın uyumamasını sağlarlardı. Bugün bu gelenek daha
yumuşatılmış bir şekilde hâlâ görülür. Eski Adige ayinleri ve sembolik
törenleri arasında, dramatize edilmiş bir temsil olan Ajağafe keçi
dansının da önemli bir yeri vardır. Hayvancılık ve tarım takvimine bağlı
olan Adige hasat bayramları hayvan hareketlerini taklit eden Ajağafe
oyunları ile süslenir.
Yazımızı, korkulan Tanrılardan biri olan orman ve avcıların Tanrısı Mezitha’ya adanan bir şarkı ile bitirelim:
“Senin adını anıyoruz Mezitha
Bıyıkların kızıl alev
Yakarılarımız da senin için
Kızıl içki (kan) akıtıyoruz
Cömertçe, bolca
Bu ancak sana yaraşır
Albir keçi kurban edildi senin için
Genç ve doğurmamış bir kadın/Önünde diz çökmüş
Ak elli
Sen ki her şeyi bilen!
Güçlü meşe uçlarını yere eğen!
(…)
Başını salladığında
Ormanlar uğuldar/Eyvah!
O anda vahşi hayvanlar inlerinde titrer
Bütün yakarılarımız
Mezitha içindir…”
Bıyıkların kızıl alev
Yakarılarımız da senin için
Kızıl içki (kan) akıtıyoruz
Cömertçe, bolca
Bu ancak sana yaraşır
Albir keçi kurban edildi senin için
Genç ve doğurmamış bir kadın/Önünde diz çökmüş
Ak elli
Sen ki her şeyi bilen!
Güçlü meşe uçlarını yere eğen!
(…)
Başını salladığında
Ormanlar uğuldar/Eyvah!
O anda vahşi hayvanlar inlerinde titrer
Bütün yakarılarımız
Mezitha içindir…”