Aytek Namitok ve Met Çünatıko Yusuf İzzet Kafkasya üzerine
yazdıkları kitaplarda birçok önemli tespitte bulunmakla birlikte mitoloji
açısından önemli bir noktaya değinirler. Her ikisine göre de Troia Savaşı (MÖ
1184) Kafkasyalı yerli kabileler ile göçebe ön Hint-Avrupalı kabileler arasında
geçen bir savaştır. Namitok’a göre Troia Savaşı sonrasında Kafkas Ada
Medeniyeti zayıflamış, Hititler yıkılmış, Huriler tarih sahnesinden çekilmiş ve
Eski Mısır yani Firavunlar ülkesi de gerileme dönemine girmiştir. Bu savaş yani
Troia Savaşı insanlık tarihinin geçirdiği en büyük savaşlar dizisinin bir
parçasıdır.
Kesinlikle ekonomik nedenlerle çıktığı belli olan Troia
Savaşı Akdeniz ve Karadeniz ticaret tekelini elinde bulunduran Troia’ya karşı
bölgeye yeni gelmiş güçlü ve savaşçı Akha kabilelerinin topyekun bir saldırısı
olmalıdır. Namitok,Troia Savaşı’nda Troia’yı destekleyen kabilelerin tamamının
Kafkas kabileleri olduğunu iddia eder (Bkz. Çerkeslerin Kökeni Aytek Namitok.
Kaf-Dav Yayınları). Nitekim Troia’nın kralı olan Priam’ın eşi bir Frig prensesi
olan Hekabe’dir. Frigler Balkanlar’da Traklar olarak anılırlar ve Namitok
onlarıBalkan Çerkesleri olarak kabul eder. Öte yandan aynı Frig-Trak kabileleri
merkezi Kırım’da bulunan ve Çerkesya’nın da büyük bir kısmını içine
alanKimmer-Bosfor İmparatorluğunun krallarıdırlar. Ve tarih onları
Trako-Kimmerler olarak ele alır.
Konuya meraklı olanlar Namitok’u okuyabilirler. Biz bugün
Troia Savaşı’nda sessizce taraf olan ve cephede hiç savaşmamış olsalar bile
Troia Savaşından sonra yaşadıkları bir dizi savaşla anılan Mısır’ı, yani
Firavunlar ülkesini ve bu medeniyetin mitolojisini biraz daha ele almak
istiyoruz. Troia Savaşı’na Anadolu’dan katılan ve Troia kralı Priam’ı
destekleyen Kafkasyalı kabileler Akdeniz havzasının her tarafına dağılmış
kolonilerde yaşamaktaydılar. Bu nedenle Akhalar Troia’yı kuşattıklarında Akdeniz
ve Karadeniz Havzalarının tamamı ve Anadolu’daki devletler ve tabiî ki Mısır da
savaşta kendilerine müttefikler seçmişlerdi.
Hititler Savaşa katılmamışlardı. Onlar savaşı Troia
kazanırsa Akha ülkesini ele geçirmek, ancak Troia yenilirse de kendi ülkelerini
korumak için tetikte bekliyorlardı. Anadolu’da Frigyalılar, Likyalılar ve
Lidyalılar soydaşları olan Troia Sarayını desteklemek için ordularını
göndermişlerdi. Balkanlar’da yaşayan Traklar Troia’ya destek olsun diye Akhamas
adlı komutanın emrine ordularını vermişlerdi. Ama asıl ilginci Likya ve Lidya
ile soydaş olan Libya halkları da soydaşları olan Troia Sarayını korumak
amacıyla büyük bir donanmayla yardıma gelmiş olmalarıydı. Komutanlarının adı
ise Memnon’du (Akha komutanı Agamemnon ile karıştırmayalım). Libya ise ezelden
beri Mısır’ın düşmanıydı. İşte bu nedenle Mısır’ın Firavunları hem
Hititliler’e, hem de Libyalılara karşı donanmalarını Akdeniz’e çıkarmışlar ve
Libya donanmasının Ege Denizine girip Troia kıyılarına ulaşmasını önlemeye
çalışmışlardır.
Troia Savaşı’nın sonunda hem Troia ülkesi yıkılmış ve
Kafkasyalı müttefik orduları yenilgiye uğramış; hem de belli başlı bütün Akha
komutanları ölmüştür. Böylece hem Anadolu’da, hem de Akha ülkesinde bir güç
boşluğu oluşmuştur.
Öte yandan savaşa fiilen katılmayan Mısır ülkesi ile Kafkas
Ada Medeniyeti arasındaki Troia engeli ortadan kalkmış ve eski dünyanın bu iki
medeniyeti arasında yüz yıl kadar sürecek olan bir savaş dönemi başlamıştır. Bu
yıllarca süren akınlarda, Kafkas Ada Medeniyetinin donanmaları ve Kafkasyalı
kabileler kitleler halinde Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya ve Doğu Akdeniz’e
inmişlerdir.
Troia Savaşının temel nedeni Akdeniz- Karadeniz ve Orta Asya
Denizi (Hazar) arasındaki ticaret tekelini ele geçirme mücadelesi ve özelde o
dönemin silah yapımında kullanılan ana madde olan bakır ticareti tekelini ele
geçirmek olmuştur. Namitok antik çağlarda Kafkasya’da 300 kadar bakır madeni
ocağı işletildiğini söylemektedir.
Troia Savaşına katılan ve Troiayı kuşatan Akhalar’ın bir
kısmının savaştan sonra Kafkasya’ya bugünkü Soçi bölgesine gelip
yerleştiklerini biliyoruz. Namitok Akhalar’ın Ubıh halkı arasında eridiğini ya
da Ubıhların ataları yahut soydaşları olduğunu iddia etmektedir. Bize göre
Akhalar bir çok kabilenin ortak adı olmalıdır. Ne olursa olsun Troia Savaşı tek
başına ele alınacak bir savaş değildir. Troia savaşı öylesine büyük bir
savaştır ki sonrasında yaşanan yüzyıllık savaşlar bittiğinde eski çağların
neredeyse bütün medeniyetleri yıkılmıştır. Troia Savaşı’na fiilen Mısır
donanmaları katılmamış olsa da, savaşın sonunda, Troia’nın müttefiki olan ve
tarihe “Deniz Kabileleri” olarak geçen kabileler birliği tarafından
kuşatılmaktan kurtulamamıştır.
Deniz Kabileleri’nin içerisinde Akhalar, Pelasglar ve
Traklar’ın, Libyalı, Lidyalı ve Likyalı askerlerin yer aldıklarını biliyoruz.
Akhaların Ubıhlar, Pelasgların Abhazlar(Abasg) ve Trakların Çerkesler(Therakes)
ile arasındaki bağlarınıburada açmıyoruz. Ancak Kafkasya’nın Çerkes dilindeki
adının “Denizler Ülkesi: Hekku” olması gerçeğinden hareketle eski dünyanın
Kafkasyalılara“Deniz Kabileleri” demesini yadırgamıyoruz.
Ne varki eski çağ tarihçileri Pelasglar’ın, Akhalar’ın ve
Traklar’ın Kafkasya ile arasındaki kopmaz bağlarını bilmelerine rağmen, Deniz
Kabileleri ve eski Mısır arasındaki bu yüz yıllık savaşlar döneminde
Kafkasya’yı akıllarına getirmemelerini anlamak da mümkün görünmemektedir. Hatta
bu Deniz Kabileleri’nin anavatanının Herkül Sütunları’nın ötesi olduğu
söylenmekte ve Mıısır’ı kuşatan bu kabilelerin Herkül Sütunlarını aşarak yani
Cebeli Tarık’ı geçerek Akdeniz’e girdikleri ve Mısır’ı kuşattıkları bile
söylenmektedir. Oysaki Herkül Sütunları Cebeli Tarık’ta değil Kafkasya’dadır.
Bu nedenle Herkül Sütunlarını aşıp gelen kabilelerin anavatanı da Kafkasya
olmalıdır. (Herkül, Yunan mitolojisinde Zeus’un karısı Hera tarafından
kendisine verilen 12 görevi yerine getirmiş bir karakterdir. Bu görevler Çerkes
Nart mitolojisinde de bir Nart kahramanına verilmiştir.)
Deniz Kabileleri’nin hepsinin en meşhur tanrısının Poseidon
yani Denizler Tanrısı olduğu bilinmektedir. Çerkes Nart mitolojisinin
Poseidon’u ise Nart Wezırmes’tir ve biz bir önceki yazımızda Nart Wezırmes’in
Mısır tanrılarından (Neterlerinden) Osiris ile aynı karakter olduğunu iddia
etmiştik.
Bize göre Yunan mitolojisinin kökenleri Eski Mısır ve
Kafkasya’dır. Yunan mitolojisinin eski Mısırlı kökenlerini merak edenler Bernal
Martin’in “Kara Athena” adlı kitabına bakabilirler. Yunan mitolojisinin kaynağı
olan eski Yunanistan ilkin bir Pelasg ülkesi idi. Hatta tüm Eski Yunanistan’a
Pelasgoi yani Pelasg Ülkesi adı verilmişti. Pelasglar ise Kafkasyalı bir
kabiledir. Pelasglar Akhalar’ın işgaline uğramışlar ve bazı bölgelerde bağımsız
kalsalar da kendi ülkelerinin büyük bir kısmında toprağa bağlı köleler haline
gelmişlerdir. Akhalar ise Troia Savaşı ve sonrasında zayıflamış ve zamanla
Dorlar’ın işgaline uğramışlar ve yaşadıkları bu bölgeler de
köleleştirilmişlerdir. Yunan mitolojisi ise Dor dönemi sonrasında Dorlar’ın da
tarih sahnesinde silinmeye başladığı ve eski Pelasg-Akha medeniyetinin ve
mitolojilerinin kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde muhtemelen MÖ 700’lü
yıllarda Homer tarafından kaleme alınmıştır. Vico, Homer’in ülkesinin neresi
olduğunu bilmemekle birlikte onun kesinlikle bir Yunanlı olmadığını ve
eserlerini Yunanca derlemediğini belirtmektedir. Thomson, İlyada ve Odisse’deki
tüm karakterlerin aslında Pelasgca konuştuğunu iddia etmektedir.
Dorların soyundan Spartalılar ve hiç işgal edilemeyen ve en
eski Pelasg ülkesi olan Attika bölgesinde ise Atinalılar devlet haline
gelmişlerdir. Nitekim Sparta ile Atinalılar arasında yaşanan savaşlarda
(Pelopones) Balkan Çerkesleri olanTraklar Atinayı desteklemişlerdir. Üstelik
Yunan mitolojisindeki temel tanrıların bir çoğu Pelasg tanrısı olduğu gibi
(Zeus ve Hera) bir çoğu da Trak kökenlidir (Ares-Orfeus-Hephaistos, Dyonisos
vd.).
George Thomson, “Tarih Öncesi Ege” adlı kitabında, “Demokrat
Atinalılar Pelasg kökenli olmakla övünüyorlardı” demektedir. Heredot Atinalılar’ın
Helenleşmiş Pelasglar olduklarını yazmaktaydı. (George Thomson, Tarih Öncesi
Ege, s. 166, Homer Kitabevi.)
Thomson aynı kitabında Pelasglar’ın anavatanının Kafkasya
olduğunu şu satırlarıyla belirtmektedir: “Pelasglar’ın izini Hellespontos’dan
(Çanakkale Boğazı) ve Propontis’den (Marmara Denizi) geçerek Anadolu’nun kuzey
kıyılarına dek sürebildiğimize göre, onların anayurdunun Karadeniz’in öte
yanında bir yerlerde bulunduğunu düşündürtecek güçlü bir kanıtımız olduğunu
söyleyebiliriz.” Thomson Pelasgların anavatanının Kafkasya olduğunu açıkça
ifade etmektedir. Nitekim Beygua Ömer çalışmalarında sık sık Pelasg adının
Pel-asg olarak okunması gerektiğini ve bu adın öncü Asg’lar ya da Asge’ler
olarak okunması gerektiğini belirtmektedir. Asge ise bu günkü Çerkes dilindeki
anlamıyla açıkça bir halkın adıdır: Abhazlar(Abasge). Çerkes ve Ubıh dilinde
“Asge” Abhaz anlamına gelmektedir.
Deniz Kabileleri’nin Mısır’ı kuşatma savaşına katılan
Akha’ların bir kolu ise Troia Savaşından çok önce Kafkasya’ya yerleşmişlerdir.
Strabon Akhalar’ın Kafkasya’daki kolonuna işaret etmekte ve bugün Çerkeslerin
ataları arasında adları anılan Heniokh ve Zigh kabileleriyle ilgili şunları
yazmaktadır:“….bazıları batıya dönecekleri yerde doğuya yönelmişler ve
Kafkasya’ya yerleşmişler. İşte Heniokh’lar ve Zigh’ler, yani tüm eski çağlar
boyunca varlıklarını koruyan ve Akha kökenli olduklarını hiç unutmayan gerçek
Kafkasya halkları bunların soyundan inmiş(tir).” (George Thomson , Tarih Öncesi
Ege’den s. Strabon’a atıf.)
Hem Akhalar hem de Pelasglar Kafkasya’da, Karadeniz’de ve
Akdeniz havzasında bir çok yerde karşımıza çıkmaktadır. Bize göre bu halklar
merkezi Kafkasya’da bulunan ve Akdeniz havzasında birçok yerde kolonileri
bulunan Deniz Kabileleridirler.
Troia Savaşı’ndan sonra Mısır’ı kuşatan kabilelerden bir
diğeri de Namitok’un ve Çünatıko’nun Balkan Çerkesleri adını verdiği Traklar ya
da Therakeslerdir.
İşte bu üç kabile Akhalar, Pelasglar, Traklar ve
müttefikleri olan diğer Kafkas kökenli kabileler (Libyalılar, Lidyalılar ve
Likyalılar) ve İlliryalılar Troia Savaşı’ndan sonra II. Ramses, Merneptah ve
III. Ramses dönemlerinde Mısır’ı ele geçirmek amacıyla Kardeniz’den inmiş
Akdeniz’deki kolonilerinden destek almış ve merkezi Kıbrıs’ta bulunan bir
Armada ile Mısır’ı kuşatmışlardır. Tarih kitapları merkez karargahı Kıbrıs’ta
bulunan bu Kafkasyalı Deniz Kabileleri Armadası’nın baş komutanının adını
Teucer olarak vermektedirler.
Bu Kafkasyalı Deniz Kabilelerinin oluşturduğu Armada ve ordu
o kadar büyüktür ki, Karadeniz ve Ege’den Anadolu’ya girdiklerinde o dönem
Anadolu’da hakim olan Hititler bu güce karşı koyamamış ve bugünkü Çukurova’ya
kadar çekilmişlerdir. Hititlerin Kafkasyalı bu kabilelere karşı savunma
savaşını Çukurova’da Torosların eteklerinde verebildiği, ancak yenilgiden kurtulmadığı
bilinmektedir. Üstelik işgal ve saldırı o kadar ani olmuştur ki, tarihçiler
yazıya ve arşive bu kadar çok önem veren Hititlerin başlarına gelen bu
saldırıyı kayda geçirecek kadar bile zamana sahip olamadan yıkıldıklarını
belirtmektedirler.
Bu akınlarla Hititler tarih sahnesinden silinmiş ve
topraklarının büyük bir kısmında bir Trak kabilesi olan Frigler-Brigler
yerleşmişlerdir. Yine daha doğuda ise Huri-Mittani kültürü çökmüş ve bu bölgede
yine bir Kafkasyalı kabile olan Urartular(Çeçenler?) tarih sahnesine çıkana
kadar bu bölgedeki ana medeniyet olan Huri-Mittani medeniyeti çökmüştür.
Kafkasyalı Deniz Kabilelerinin oluşturduğu Armada, Akdeniz
ve Ege’deki bir çok yeri işgal etmiş Girit ve Rodos’tan sonra karargahlarını
Kıbrıs’ta kurmuş ve Mısır’ı ele geçirmek için beklemeye başlamışlardır. Lübnan
tamamen bu kabilelerin eline geçmiştir. Bu yıkımlardan kurtulan tek bölge eski
bir Pelasg şehri olan Biblos olmuştur.
II. Ramses, Merneptah ve III. Ramses Dönemleri
1288’de Kadeş Savaşı’nda Hitit devletine destek olan ve
Mısır Firavun’u II. Ramses’e karşı savaşan hemen tüm kabileler Kafkasyalıydılar
ve bu kez aynı kabileler Hititler’i de yıkarak Mısır’a doğru inmekteydiler
(Hattilerin Hitit devletinin son dönemlerine kadar özerk oldukları ve yaşlılar
meclisince yönetildikleri bilinmektedir).
Bu kez Kafkasyalı Deniz Kabileleri Mısır’ı tamamen ele
geçirip oraya yerleşmek amacıyla yola çıkmışlardı. Ne var ki savaşlar umdukları
gibi gitmedi ve Deniz Kabileleri önce Firavun Merneptah sonra da III. Ramses’e
yenildiler. Üstelik tüm bu savaşların en acı tarafı, Deniz Kabilelerinin
anavatanı olan Kafkasya, savaşın en hızlı döneminde bir dizi deprem ve yanardağ
patlamasıyla yıkıldı. Kıyılarının bir kısmı Kardeniz’in altında kalan Kafkasya
artık Deniz Kabilelerinin geride bıraktığı yer değildi.
Homer Odisse adlı kitabında Kafkasya’nın bir yanardağ
patlamasıyla nasıl yıkılacağını uzun uzun anlatmaktadır. Homer’in Odisse’sine
göre Kafkasya’yı depremlerle ve bir dağı bu ülkenin tam ortasında ortaya
çıkararak yıkan Denizler Tanrısı Poseidon’dur:
İsterim şimdi Phaiakların şu güzel gemisini
paramparça etmek kılavuzluktan dönerken sisli denizde,
anlasınlar ne demekmiş kılavuzluk etmek ona buna
isterim sarsılsın ülkeleri koca bir dağla.
(Odisse 10: 234 –Azra Erhat Cevirisi, Can Yayınları)
Burada şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz, Homer’in
Odisse’si Troia Savaşı’ndan sonra sağ kurtulan Ulisse adlı Pelasg kökenli bir
Akha komutanının savaştan sonra atalarının anavatanı olan Kafkasya’ya gelişini
ve Kafkasya seyahatini anlatan bir teksttir. Ne var ki Yunan mitolojisi üzerine
yazanlar ve Türkçe tercümesini yapan Azra Erhat bile Homer’in Odisse’sinde adı
geçen Ulisse adlı kralın bu seyahatini Akdeniz havzasında yaptığını iddia
etmektedirler. Biz buna katılmıyoruz. Bize göre bu tekst yani Odisse bir Kafkas
Seyahatnamesidir (Bkz. Met Çünatıko Yusuf İzzet, Kafkas tarihi II).
III. Ramses döneminde (MÖ 1194 ve sonrasında) Mısır’a son
büyük saldırılarını gerçekleştiren Deniz Kabileleri bu savaşta yenik düşerler.
Ve artık geriye dönecek bir ülkeleri de kalmayan bu kabileler Firavun
tarafından Mısır’ın sınır boylarına ve uzak ülkelerine yerleştirilirler. Büyük
bir kısmı Mısır ordusuna alınır ve komutanlarının tamamının elleri kesilir. Ne
var ki bu büyük saldırılar ve kuşatma çabaları uzun vadede Kafkasyalı Deniz
Kabilelerinin işine yarar. O dönemde Mısır’da bulunan Sais kentinde yaşamaya
başlayan ve çoğu Libyalı mavi gözlü sarışın Kafkasyalılar’dan oluşan insanlar
Firavunluk makamına kadar çıkarlar ve Mısır’da 600 yıldan fazla süren Libyalı
Firavunlar dönemi başlar (Antik Libya ve Kafkasya arasındaki ilişkiler üzerine
bkz. Aytek Namitok, Çerkeslerin Kökeni II. Kaf-Dav Yayınları).
Nartlar – Neterler ve Mitolojik Dönem Üzerine
Çerkes Nart mitolojisindeki bir tema var ki her okuduğumda
aklıma Sicilyalı Diodoros’un kitaplarında anlattığı Amazonlar gelir (A.
Thomson, s. 171). Sicilyalı Diodoros, Roma döneminde MÖ I. yüzyılda yaşamış bir
tarihçidir ve 30 cilt olarak yazdığı “Dünya Tarihi” adlı kitabını Libya’da
yazmıştır. O dönem Romalılaşmış bir vali ve aslında eski bir Kartaca soylusu
olan Kral Juba’nın kütüphanesinde yıllarca çalışan Sicilyalı Diodoros yazdığı
Dünya Tarihi adlı kitapta eski Kartaca parşömenleri ve ondan daha eski
kaynakları kullanmış ve ilginç bir veriye ulaşmıştır. Çok erken dönemlerde MÖ
3000’li yıllarda eski Mısır’ı (Horus adlı bir Firavun ya da) Tanrı Horus’un
kendisi yönetirken bir gün Gorgon adlı bir kabile ortaya çıkmış ve Libya’dan
başlayarak tüm Mısır’ı istila etmişler. İşte o zaman Kafkasya’dan çıkan ve
Kraliçe Merine adlı bir Amazon tarafından yönetilen 30 bin kişilik büyük bir
Amazon ordusu Girit üzerinden Libya’ya geçmiş, Gorgonları yenilgiye uğratmış ve
Mısır’ı istiladan kurtarmışlar. Kraliçe Merine sonra emrindeki Amazonlar ile
birlikte Libya’ya yerleşmiş ve Horus ile dostlukları da devam etmiş. George
Thomson burada adı geçen Horus’un Neter(Çerkesce de Nart(neret) olarak geçer)
Horus olduğu ve Neter İsis’in oğlu olduğunu söyler (ve Mısır Firavunları
Horus’un soyundan geldiklerine inanır kabul ederlerdi. Tüm Firavunlara bu
nedenle Horus denilirdi).
Burada adı geçen Gorgonlar Çerkes Nart mitolojisinde bir
halk olarak değil ama eski bir Nart olarak geçer ve Çerkes Nart mitolojisindeki
tam adıGorgonıjj’dır. İlginç olan ise Neter Horus’un ülkesi bu Gorgonlar
tarafından istila edilirken Kafkasya’dan gelen kraliçe Merine’nin bir Amazon
ordusuyla bu istilayı durdurması ve Neter ülkesini kurtarmasıdır. Aynı tema
yani istilaya uğrayan Nart ülkesinin kadın savaşçılarca kurtarılması teması
Çerkes Nart mitolojisinin de ana temalarından birisidir. Mesela Nart Badinoko’yu
eğiten tam da bir Amazon gibi savaşkan bir kadındır. Ki bu kadın Nart ülkesi
saldırıya uğradığında aniden ortaya çıkan ve düşmanı yenilgiye uğratan kadının
ta kendisidir (Amazon Kraliçesi Merine ile ilgili olarak bkz. George Thomson,
Tarih Öncesi Ege, s. 171).
İster Neterler’in ülkesi Mısır (eskiden Libya ile Mısır tek
bir devletti), ister Nartların ülkesi Kafkasya ne zaman bir istilaya uğrasa bu
iki ülkeyi istiladan kurtaranların kadın savaşçılar olması ilginç doğrusu.
Nater Osiris- Nart Wezırmes ve Tanrı Poseidon Hakkında Kısa
Değini
Neter Osiris’in tam adı Osir’dir ve kendisi Mısır ülkesine
bir gemiyle gelmiş ve buraya yerleşerek Mısır medeniyetini kurmuştur. İnanış
budur. Osiris’in ölmeden önce çıktığı son gemi yolculuğu ile Çerkes Nart
mitolojisindeki Nart Wezırmes’in ölmeden önce çıktığı son gemi yolculuğu
neredeyse aynıdır. Zaten hem Osiris, hem de Wezırmes’in oğulları yani Neter
Horus ile Nart Sosrıko da aynı karakterlerdir (Neter Horus “Benben” adlı taşla
anılır, Nart Sosrıko ise Wafe Mıwaşıhwe adlı taşla birlikte anılır. Her iki
taşında bugünkü bilimsel adı Lapis Lazuli yani Lacivert Taşıdır. Hem Horus hem
de Sosrıko Ölüler Ülkesine seyahat ederler. Her ikisi de taht için kendi
akrabalarıyla savaşırlar. Horus’un silahlarını demirci ve bilge Thot,
Sosrıko’nun silahlarını ise demirci ve bilge Tlepş yapar. Dahası hem Thot hemde
Tlepş gezgin bilge tanrılardır.). Ve eşleri olan Neter İsis ile Nart Seteney de
aynı özellikleri taşırlar (İkisi de bereket tanrıçasıdır. İkisi de buğdayla ve
inekle sembolize edilirler. İkisi de bilge ve bilicidir. Her ikisi de kendi kız
kardeşlerinin oğulları ve kocalarına karşı mücadele etmişlerdir vb.).
Çerkes Nart
Mitolojisindeki Karakterler ve Özellikleri
Mısır Neter
Mitolojisindeki Karakterler ve Özellikleri
Wezırmes: Adı:
“Göksel Yanış” ya da “Enerjinin Yanışı” anlamında.Gezgin, deniz seferleriyle
ünlü, Nart tahtının varisi ama tahtı kardeşine kaptırıyor.
Osiris: Tam adı
Osir. Gezgin, Mısır’a denizlerden geliyor. Neter tahtının sahibi, ancak tahtını
kardeşi Set’e kaptırıyor.
Seteney:
Wezırmes’in karısı. Bereket kültüylealakalı. Sembolü İnek ve başak. Bilge. İlk
kuşak Nartların annesi olan Nart Werserıjjla hemen tüm özellikleri ortak.
İsis: Osiris’in
karısı. Bereket kültüyle alakalı. Sembolü inek ve başak. İlk kuşak Neterlerin
annesi Hathor’un tüm özelliklerini taşıyor.
Sosrıko: Tahtın
varisi. Uzun süren savaşlarda düşmanlarını yeniyor. An-Ak adlı kuş ve Laciver
Taşı (Wafe Mıvaşhwe) ile ilgili. Ölüler ülkesine sık sık iner.
Horus: Tahtın
varisi. Uzun süren savaşlarda düşmanlarını yeniyor. Bennu kuşu ve Benben
(Laciver Taşı) adlı taşla ilgili. Sembolü şahin. Ölüler Ülkesine sık sık iner.
Tlepş: Bilge –
Demirci- Madenlerin ve diğer ilimlerin sahibi, Gezgin (Dünya Turuna çıkıyor).
Sosrıko’nun silahlarını yapıyor.
Thot: Bilge –
Demirci-Madenler ve diğer ilimlerin sahibi, Gezgin (Dünya Turuna Çıkıyor).
Horus’un silahlarını yapıyor.
Bırımbıhhu:
Seteney’in kızkardeşi. Kocası (Albeç) ve oğlu T’ot’ereş taht kavgalarında
öldürülüyor.
Neftis: İsis’in
kızkardeşi. Kocası Set taht kavgasında Horus tarafından öldürülüyor.
An-Ak: Küllerinden
yeniden doğan kuş
Bennu Kuşu:
Küllerinden yeniden doğan kuş
Cames Churcward çalışmalarında Osiris’in Mısır’a gelmesi ile
Thoth’un Mısır’a gelmesi arasında en az 10 bin yıl olduğunu söylemektedir. Ona
göre her iki karakter de “MU” adlı bir medeniyetin prensleri olarak dünyaya
medeniyeti getiren Mısır’ı kuran insanlara medeniyeti öğreten kişilerdir (bkz.
Cames Churchward, Kayıp Kıta Mu ve serisi..).
Neter Thoth’la Nart Tlepş arasında örtüşmeyen bir nokta
olmadığı için özelliklerini karşılaştırmaya gerek duymuyoruz. Ancak her
ikisinin de hayatlarında bir dünya seyahatleri gerçekleştirdiklerini ve
insanlığa birçok şeyi öğrettiklerini ve bu bilgileri yüzlerce tablet üzerine
kayıt ettirip bu tabletleri her türlü yıkımdan korumak amacıyla gizlediklerini
biliyoruz. Çerkes Nart mitolojisi Nart Tlepş’in bu dünya seyahatini uzun uzun
anlatır ancak aynı Çerkes Nart mitolojisi Tlepş’in bu dünya seyahatine niye
çıktığını da anlatır. Hikayeye göre Nart Tlepş’in bu seyahatinden sonra Nartlar
yeryüzünden ayrılırlar ya da tamamen yok olurlar. İşte Nart Tlepş bu yok olma
ya da ayrılma öncesinde sahip olduğu tüm bilgileri insanlığa aktaran bir karakterdir.
Aynı özellikler Mısır mitolojisindeki Thoth içinde geçerlidir. Thoth gizli
ilimlerin kitaplarını yazan ve saklayan kişidir. Mısır’a medeniyeti getiren,
insanları yamyamlıktan kurtaran, yazıyı ve ilimleri öğreten karakterdir.
Ancak Çerkes Nart mitolojisindeki Nart Tlepş ile Mısır
mitolojisindeki Neter Thoth bir özellikleriyle ayrılırlar. Bu özellik ise Nart
Tlepş’in Çerkes Nart mitolojisine göre dışarıdan gelen bir medeniyet taşıyıcısı
olmamasıdır. Buna karşın Neter Thoth eski Mısır’a dışarıdan gelen bir medeniyet
taşıyıcısıdır.
Aslında Nart Tlepş’in bu özelliği Çerkes Nart mitolojisini
dünya mitolojileri içerisinde farklı bir yere koyar, çünkü: diğer tüm dünya
mitolojilerinde de yer alan bu demirci, medeniyet taşıyıcısı, ilimlerin sahibi
olan bilge tanrısal karakter bir gün ansızın denizlerin ötesindeki bir dünyadan
gelip, geldiği yerdeki insanlara medeniyeti öğretmiştir. İnkalar, Aztekler,
Mayalar, eski Mısırlılar hepsinin mitolojisi bu ortak medeniyet getiren
tanrılar üzerine kurulmuşken, Çerkes Nart mitolojisinde dışarıdan gelen ve
medeniyet getiren Nart karakterleri yer almaz, aksine Nart ülkesinden ayrılan
ve bir dünya turu ile insanlığa bildiklerini öğreten karakterlere rastlanır. Bu
ayrım önemlidir.
***
Babil kralı Nebukadnezar hayatını tanrılar tarafından
yazdırılan kil tabletleri bulmaya ve okumaya adamış bir kraldır ve o her zaman
bu tanrısal arşivleri okuyabildiğini söyleyerek övünmektedir. Arkeoloji belki
de dünyanın en eski bilim dalıdır. Eski kralların birçoğu hayatlarını bu
tanrısal arşivleri bulmaya adamışlardır.
Fenikeliler Tufan’dan önceki ilimlerin üzerine kayıtlı
olduğu söylenen Herkül Sütunlarını bulmak için birçok kez donanmalarını
görevlendirmişlerdir.
Eski Mısırlılar atalarının ve tanrılarının (Neterlerin)
ülkesini bulabilmek için dünyanın doğusuna ve batısına gemiler göndermişlerdir.
Ancak tüm bu çalışmalar bir sonuç vermemiştir. Ve sonunda
Eski Mısırlılar atalarından ve Neterlerden kalan her şeyi en ince ayrıntısına
kadar Piramitlerine kazımışlar, eski ilimleri insanlığa öğretmişlerdir. Bugün
Çerkes Nart mitolojisinin eski Mısır’ın Neter mitolojisiyle hemen hemen aynı
temaları anlatması, aynı antropomorfik karakterleri barındırması üzerinde
durulması ve araştırılması gereken bir konudur. Üstelik bugün ne Babilliler, ne
Fenikeliler, ne de Mısırlılar yeryüzünde kalmıştır. Ancak soykırıma uğramış
olsa da, dünyanın birçok ülkesine sürülmüş olsa da Kafkas Ada Medeniyeti’nin
çocukları olan Çerkesler hala yaşamaktadır.