LUVİLER VE ÇERKESLER

Balkan Çerkesleri Therakesler (Thrakesler-Traklar) ile Kafkas Çerkesleri arasındaki tarihi, kültürel, mitolojik ve dinsel aynılıklar üzerinde durmuştuk. Namitok, Tuna ve Balkan havzalarının varlığı ve bu bölgelerdeki halkların etnik oluşumu göz önüne alınmadan Çerkeslerin etnik oluşumunun izah edilemeyeceğini belirtmektedir.
Viyana Üniversitesinden Dr. Franz Hancar 1943 yılında düzenlenen III. Türk Dünyası Kongresine sunduğu “Kafkas İlk Tarihi Araştırmaları Işığında Anadolu’nun Yeni Eneolitik Buluntuları” adlı bildirisinde Nalçik, Kuban-Terek ve Maykop havzalarındaki kazılarda elde edilen verilerden hareketle Kuban-Terek bölgesi halkının MÖ 1950’den itibaren Tuna havzasıyla sıkı ticari ilişkilere girdiğini belirtmektedir. Aynı bilim adamı makalesinde söz konusu ticaret yollarının Troia savaşından sonra bozulduğunu ancak Kuban-Terek havzasının Tuna bölgesi ile ilişki kurduğu dönemde Urallar ile de ticari ilişkiler kurduğunu belirtmektedir.1 Balkanlar ve Kafkaslar arasındaki bu eski ilişkiler siyasi ve tarihi alanda da kendisini yakın zamanlara kadar göstermektedir. Nitekim Balkan Çerkesyası olan Trakya’da yaşayan Therakesler Deniz Kabileleri ile Mısır ve Doğu Akdeniz’e askeri seferler düzenledikleri gibi Bosfor-Kimmer devletinin siyasi çatışmalarında da göze çarpmaktadırlar.
Biri Balkan Çerkesyası’na yani Trakya’ya ve Kırım’a, diğeri ise Kafkas Çerkesya’sına hakim olan bu iki kol kendi arasında da zaman zaman güç mücadelesine girmiştir. Daha yakın dönemlerde Balkan Çerkesleri Therakesler'in kurmuş olduğu Bosfor Kimmer devleti ile Kafkas Çerkesyası'ndaki Sind ve Meot konfederasyonları arasında bir dizi mücadele yaşanmıştır. Öncelikle dile getirilmesi gereken konu Çerkesya Sindleri ve Çerkesya Meotlarının konfederal olduklarıdır. Aynı durum Balkan Çerkesyası için de söz konusudur. Balkan Çerkesleri Odrys-Adrış devletindeki gibi aristokratik olduğu kadar Triballer ve Trareler ve Sindler'deki gibi özgür olanları da vardı. Bu kabileler kendi aralarında birlikler kurabilmekteydiler. Dolayısıyla birçok kabile bu yapıların içerisinde yer almaktaydı.
Hem Sind’lerin hem de Meotların Kafkas Çerkesyası dışında başka bölgelerde de var olduklarını ve bu bölgelerde hemen hemen aynı adlarla tanındıklarını söylemek gerekmektedir. Bu nedenle tarihi Sind ve Meot coğrafyalarına değinmek yerinde olacaktır.
Balkan-Kafkas-Hint ve Mezopotamya Sindiaları
Herodot Therakesler'in Hintliler'den sonra dünyanın en kalabalık halkı olduğunu ancak aralarında bir birlik olmadığını bir gün aralarında bir birlik kurduklarında hiçbir ulusun onları yenemeyeceğini söylemiştir. Benzer bir ifadeyi Arap gezgin Mesudi Çerkesler için kullanmaktadır. Mesudi’ye göre “Çerkesler Alanlardan daha kalabalıktırlar ancak aralarında bir birlik olmadığı için Alanlar’dan zayıf görünmektedirler. Birleştiklerinde Çerkesleri yenmek mümkün olmayacaktır.”Birbirine benzeyen bu özellikleri dışında birçok ortak noktaları olan Balkan ve Kafkas Çerkesleri'nin ortak sahip olduğu bir diğer öge Sind adı ve bu adı taşıyan kabile(ler)dir. Aşağıdaki harita Murat Aslan’ın Mitridates VI Eupator adlı kitabından alınmıştır. Haritada Makedonia bölgesinin hemen üzerindeki Sintoi adı bu kabilenin yaşadığı bölgeyi göstermektedir. Yine Sintoi’lerin üzerindeki Maidoi adlı kabile de Kafkas Çerkesyası'ndaki Meotlar, diğer adlarıyla Medler'dir.

Balkan ve Kafkas Çerkesyaları'ndaki bu kabile birliği zamanla Hint Avrupalı kabilelerin araya girmesiyle yitirilmiştir. Ne varki aynı anda birçok yerde görülen Sintler Kafkasya’da Çerkesler'in, Balkanlar’da Therakesler'in, Kuzey Hindistan’da Sindlerin, Mezoptamya’da ise Kürtlerin arasında göze çarpmaktadır. Namitok bu kabilelerin MÖ III. Binyılda Ege, Balkan Çerkesyası, Avrupa ve Kafkas Çerkesyası'ndan hareket ederek Kuzey Hindistan’a göç ettiklerini belirtmektedir. Ona göre Therakes, Pelasg, Kelt, İllyria, As, Med ve Karia-Leleg (en geniş anlamında Luviler) bu büyük göçe katılan Kafkasyalı kabileler olmuştur. İşte bu büyük kabileler göçü bizim bugün Sint halkının dünyanın birçok bölgesinde aynı adla karşımıza çıkmasının nedenini anlamamıza yardımcı olmaktadır.2
Ege bölgesinden Kafkasya’ya, İran ve Mezopotamya üzerinden Hindistan’a kadar uzanan bu konfederal yapıya Namitok dışında dikkat çeken bir başka araştırmacı da Bilge Umar’dır. Umar, İlk Çağda Türkiye Halkı adlı çalışmasında Namitok’un dikkat çektiği bu büyük kabileler göçünün izlerini Karia-Leleg-Lidya-Likya (en geniş anlamıyla Luvi)3 halkları üzerinden okumuştur. Umar, Zeki Velidi Togan’ın çalışmaları üzerinden konuya değinmektedir.
Umar çalışmalarını Luvi-Pelasg halkı kültürü ve dili üzerinden ortaya koymuştur. Bu nedenle Pelasg-Abhaz ortak kültürü üzerine birçok eser ortaya koyan Beygua Ömer’in bize daha önce söylediği birçok şeyi, Abhaz kültürü ve dilini bilmeden de olsa dile getirmektedir.4 Nitekim Beygua Orta-Asya ve Hindistan bölgesinde çok geniş bir alanda Pelasg-Abhaz kültürü ve diline ait yer isimleri tesbit etmiş ve bu konuya ait bulgularını tartışmaya açmıştır.
Umar, konumuz açısından önemli olan ve Namitok’un da üzerinde durduğu Ege-Kafkasya-Mezopotamya-Orta Asya-Hindistan bağlantısı ile ilgili olarak ilginç öngörülerde bulunmakta ve tersinden bir kültürleşme örneğini savunmaktadır. Ona göre, Orta-Asya bölgesi alfabe dahil bir çok veriyi Ege bölgesindeki Luvi kültüründen almıştır ve nitekim Therakes-Frig ve Luvi runik alfabesi ile Orhun yazıtlarındaki runik yazı hemen hemen aynıdır. Bu bölgeler arasında yani Orta-Asya-Hind-İran ve Soğdia ülkeleriyle ilgili Umar şunları yazmıştır:
Tarihsel adlar üzerine yaptığımız inceleme sırasında, birçok kez, Luvi diliyle, ilk Hind-İran dillerinin yakın hısımlığını kanıtlayan örneklerle karşılaştık.5 Nice kez Anadolulu bir adın tıpa tıp aynı ya da benzeri İran, Hindistan, Afganistan, bugünkü Batı Türkistan6 Pakistan ülkelerinde karşımıza çıktı.7
Umar, “Türkiye’deki Tarihsel Adlar” adlı kitabında Luvi-Pelasg dilleri ile ortak olan ve Media-Soğdia bölgelerinde var olan benzer isimlerin listesini çıkarmıştır. Yine aynı kitabın 837. sayfasındaki tabloya göre Trakya ve Makedonya’daki Sindel, Sintos ve Sintia isimleri Luvice’dir. Umar, Media- Soğdia ve Hint ülkesinde birçok ismin Luvice olduğunu söylerken Kuzey Hindistan’daki Sind isminin de Luvice olduğunu ileri sürmüş olmaktadır. Zaten Hind isminin, Büyük İskender’in bölgeye yaptığı seferde, Sind adının Yunanca telaffuz edilmesiyle Hind telaffuzuyla ortaya çıkmış bir isim olduğu kabul edilmektedir.
Umar, İskender’in bölgeye yaptığı sefer sırasında bile Egeli bir Luvi’nin Soğdia ya da Hindistanlı bir yerli ile aynı dilde anlaşabileceklerini ileri sürmektedir. Umar’a göre iki bölge arasındaki etnik ve dilsel yakınlık o kadar açıktır:
Hatta, sanırım, Arrianos’da8 okuduğumuza dayanarak “dil hısımlığı öylesine güçlü idi ki, İÖ 330 dolaylarında bile, İskender ordusundaki Lykialı bir batı Anadolu insanı Marakanda-Semerkand yöresinin halkıyla konuşup anlaşabiliyordu” 9
demektedir. Aynı bölgeye dair onlarca ismi Pelasg-Abhazca olarak tanımlayan Beygua da Buhara isminin Pelasg-Abhaz dilinde Okuma Yeri anlamında Pıhara'dan geldiğini iddia etmiştir. Namitok bölgeye MÖ III. Binli yıllarda yapılan Kafkasyalı Kavimler göçüne Luvi, Pelasg, Therakes, Med ve Aslar'ın yanı sıra Keltler'in de katıldığını söylemektedir. Cames Churchward ise Kuzey Hindistan ve Nepal bölgesinde Keltçe konuşan yerlilerle ilgili bir çok anekdot anlatmakta ve bu bölgelerin Keltlerin eski ülkesi olduğunu belirtmektedir.10 Umar, ilk Hind-Arya dilinin bölgeye Anadolu’dan geldiğini ve Luvi’ler tarafından getirildiğini iddia etmektedir:
İÖ 1600 dolaylarında ilk Hind-Arya dilinin yayıldığı Afganistan yöresinin doğusunda yahut kuzeyinde, güneyinde daha önce bir Hind Avrupa dilinin konuşulduğunu gösteren hiçbir kanıt, hatta belirti yoktur; Ama böyleleri Anadolu’da, Bursahanda kentinin Eski Akad Kralı Sargon döneminde, İÖ III. Binyılda kullanıldığını belge ile saptayabildiğimiz adından başlayarak, binlerce sayıda bulunuyorlar. Öyleyse, bu ilk Hind-Arya dilini konuşan en eski göçmenler, İran, Afganistan, Hindistan yöresine doğudan, kuzeyden, güneyden gelmiş olamazlar; ancak Anadolu’dan gelmiş olabilirler.
Zeki Velidi Togan, Aryalar'ın şimdiki Türkistan dolaylarına Ön Asya yoluyla geldiklerini “sabit” görüyor ve hatta Orkhun alfabesinin kökenini, onların Ön Asya’dan getirdiği bir yazıya bağlıyor. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş kitabının bir başka yerinde Orkhun alfabesi konusuna değiniyor ve yazının Ön Asya’dan geldiğini kuşkusuz sayıyor, fakat bu kez yazıyı Saka (İskit) ların Ön Asya seferleri sırasında öğrenmiş ve getirmiş olabileceklerine işaret ediyor. Gerçekten, İÖ I. Binyıl Anadolu dillerinin (Lydia, Karia, Phrygia, Lykia, Phampylia dilleri yani oranın Helen olmayan Anadolulu insanların dilleri) alfabeleri hem birbirlerine, hem de Orkhun anıtlarındaki alfabeye benzer.11
Bu yukarıda yazdıklarımızın Sind halkı ile alakası ise açıktır. Çünkü Umar, Hindistan yakınlarındaki Sind adının Luvi kökenli olduğunu ileri sürmekte ve Sind adını en başından beri Luvi kökenli saymaktadır. Dolayısı ile nerede bir Sind adı varsa Umar’a göre orada Luvi varlığından söz edilebilir olmaktadır. Namitok ise Sind halkının bazen Pelasg (yani Luvi) bazen ise Therakes (Çerkes) olduğunu, üstelik de Pelasg ile Therakes’in ve İllyrialı'nın ayırt edilemeyeceğini söylemekte, kabilelerin birçok bölgede iç içe olduğunu belirtmektedir.
Balkan ve Hindistan Sindiaları böylece yaşanan büyük bir göçle bağlantılanırken, aynı göçe Med ve As kavimlerinin de katıldığını Namitok bize söylemektedir. Böylece eski Med toprağı olan Botan-Zaho bölgesinde bu gün yaşayan Sinti kabilesinin varlığı da anlaşılmaktadır. Med-Meoat kabileler birliği ise Çerkesya ile Mezopotamya arasındaki en eski ilişkidir. Tüm bu kabilelerin en nihayetinde AS adıyla anılmaları ise bu koskoca coğrafyanın neden ASYA adını aldığı hakkında fikir verici olmaktadır.
Botan-Zaho bölgesindeki Sinti’lerin yaşadığı bölge eskiden beri Sindia olarak bilinir ve aynı adlı bir geçit dikkat çeker. Botan-Zaho Sintileri Çerkesya Sintiası'nda yaşayan Dosk kabilesinin devamı olan Duskiler ile birlikte yaşarken, Botan-Zaho bölgesinin Kikanları Çerkesya’da ve Trakya’da da göze çarpmaktadır.
Tüm bu Sind ülkelerinin içerisinde Çerkes Sindiası ve onun konfedaral bağlaşığı olan Meot kabileleri, tarihsel olarak Balkan Çerkesleri Therakesler ile Bosfor Kimmer devleti üzerinden ilişki kurmuşlardır.

Çerkesya’daki Meot-Med Kabileleri Üzerine
Namitok Çerkesya’nın eski sakinleri ve Adıgelerin ataları arasında adı geçen Meotlar'ın Mezopotamya'nın Medleri olduğunu söylemiştir. İlginç bir şekilde hem Çerkesya'da hem de Mezopotamya'da Meot - Med kavimlerinin yanı başında Sind kabilesine rastlanır ve her iki bölgedeki Sind halkı da Meot kabileler birliğinin bir alt kolu olarak dikkat çeker. Antik çağda Meot adı, çoğu zaman Adıgeler'in atalarının tamamını kapsıyordu, çünkü bu adla eski Adıge etnik grubu ve belki de siyasi birliği kastediliyordu.12 Hem Sindler, hem de Meotlar Namitok’un Kırım – Taman kökenli olduğunu ileri sürdüğü Ma adlı ana tanrıçaya tapmaktaydı ve bu Ma Anadolu’da en çok Luvi kültür havzalarında ve Anadolu’nun yerli kabilelerinin yaşadıkları bölgelerde iyi tanınıyordu. Umar, hem Ma’nın hem de Sind kabilesinin Luvi kökenli olduğunu iddia etmektedir. Ki Çerkesya Sindiası’nın bir Luvi kolonisi olması akla hiç uzak değildir. Çünkü sonradan Yunanlı kolonilerin kurulduğu bu bölgeler eski ve güçlü Luvi kabilelerinin gemileriyle ticaret yaptığı ve muhtemelen kolonlarını bıraktığı bölgeler olmalıdır. Betrozov Meot isminin Eski Yunanlı yazarlarca Mait olarak anıldıklarını söyler ve bu ismin Ma tanrıçasına izafeten takılmış olmasının mümkün olacağı tezini ileri sürer.13
Antik-Yunan ve Romalı yazarlar Meotlardan ilk olarak MÖ 6. Yüzyılda bahsederler. Bu topluluklar hakkında en detaylı bilgiler Strabon’un Coğrafyasında yer alır. Amasyalı yazara göre Sindler, Dandarinler, Sittakenler, Doshlar Meot kabileleri arasında yer almaktadırlar. Doshlar Arnavutlar'ın en kalabalık kollarındandır ve bugünkü Kosova Tosk’dur. Bu kabile Botan-Zaho bölgesinde ise Duski adıyla göze çarpmaktadır. Dandarinler ise bu gün sadece bir Ubıh soyu olarak adını korurken Makedonya içinde bir Dardanya (Bu günkü Kosova’nın bulunduğu bölge!) barındırdığı gibi eski Troia kenti de en eski dönemlerde Dardanya olarak anılan bölgede kurulmuştur.
Meotlar batıdan başlayarak Karadeniz, Kerç Boğazı (Uzev), Azak Denizi, güneyde ise Kafkasya sıradağlarının kuzeybatı kısmı; Kuzeyde ise Meotların komşuları, Azak’ın kuzeydoğu kıyılarından Tanais (Don) nehrine kadar uzanan topraklarda yaşayan İksomatlardı. Taman yarımadası ve çevresindeki bölgede ise Sindler yaşıyordu.


İki Çerkesya’nın Güç Mücadelesi
İki Çerkesya veya Balkan Çerkesleri Thrakesler adlı makalede Therakes Krallarına Genel Bir Bakış başlığı altında Balkan Çerkesyası'ndaki siyasi gelişmeleri ve Odrys-Adrış (Karşıyaka) krallığının nasıl güçten düştüğünü ve sonunda Balkan Çerkesyası’nın Roma İmparatorluğu'nca nasıl ortadan kaldırıldığını kısaca anlatmıştık. Ancak orada sadece Balkan Çerksyası'nın yani bugün bilinen adıyla Trakya’nın ve Balkan Çerkesler'i olan Therakes-Thrakes ya da Trakların hikayesini anlatmıştık. Oysa Therakesler sadece balkan Çerkesyası'nda yaşamamışlardı. Aslında onlar Kafkas Çerkesyası ile sınırdaşdılar ve aralarında iktidar mücadelesi yaşanıyordu. Balkan Çerkesleri Therakesler ortaçağ boyunca ve sonrasında da Kafkas Çerkesyası ile mücadele halinde olan ve onu egemenliği altına almaya çalışan büyük bir devlet kurmuşlardı ve bu devlet başta Sind ve Meotlar olmak üzere tüm Kafkas Çerkesyasını egemenliği altına almaya çalışan büyük Bosfor-Kimmer İmparatorluğuydu. Kırım Bosfor - Kimmer İmparatorluğu Kafkas Çerkesyası ile girdiği mücadelede bazen hinterlandı olan Balkan Çerkesya’sından da yardım almaktaydı.

Eski Yunanlılardan Önce Akdeniz-Ege-Karadeniz Ticaretine Hakim Olanlar Pelasg-Lüviler'di
Çünatıko, MÖ 310 tarihinde Balkan Çerkeslerinin Yewmyelhe’uş adındaki Bosfor kralına 20 bin atlı ve 22 bin de piyade göndererek ona destek olduklarını belirtmiştir.14 Çünatıko Bosfor İmparatorluğunun Therakes - Trak kökenli olduğunu kitabında uzun uzun anlatmaktadır. Ne var ki bir yerde Thrakesler varsa orada Pelasg-Luviler de vardır diyebiliriz. Nitekim Pelasg-Luviler eski Yunanlılar'dan çok önce Karadeniz-Ege-Akdeniz bölgesinin hâkimiydiler. Luviler'in bir alt kolu olan Karia-Lelegler'in kral Minos tarafından MÖ 14. Yüzyılda nasıl yenilgiye uğratıldığı ve Adalarda dolayısıyla da Karadeniz-Ege ve Akdeniz ticaret hattında nasıl etkisiz kılındıkları Girit'le ilgilenen her akademisyenin ilk önce öğrendiği bilgidir. Amarna mektuplarından öyle anlaşılıyor ki, Pelasg-Luvi (Karia-Leleg) deniz egemenliğinin sona ermesinin ardından aynı bölgelerde Minos ve onun ardından Yunanlı kabileler olan Akha ve Dor hakimiyetleri birbirini izlemiştir. Nitekim kısa süre sonra bu Hint - Avrupalı işgalciler bölgenin bütün hakimiyetini ele geçirmek için Troia’ya saldırmışlardır.
Umar, bölgede Helen sanılan birçok öge ve ismin aslında Pelasg-Luvi kökenli olduğunu ileri sürmüş ve eserlerinde bunu uzun uzun tartışmıştır. İlginçtir ki Çerkesya üzerine akademik çalışma yürüten hemen hiçbir kalem Kardeniz’e kurulan Yunan kolonilerinin aslında çok daha önce denizlerin kudretli hakimleri olan Pelasg-Luvi kavimleri tarafından kurulmuş olabileceğini düşünmemiştir. Konuya sadece Beygua eğilmiştir. Ancak Pelasg-Abhaz kavimleri ve dilleri konusunda bunca eser veren Beygua’yı Abhaz Bilimler Akademisi bile anlamamıştır. Abhaz Bilimler Akademisi Beygua’nın çalışmalarını bilimsel bulmamış ancak halkın moral değerlerini okşadığı için okunabilir bulmuştur. Biz Beygua ve Umar’ın Pelasg-Luvi ve Abhaz dilleri-medeniyet ve kültürleri üzerine yazdıklarını dikkate alarak şu kaba genellemeyi yapmak zorundayız: Akdeniz-Ege ve Karadeniz başlangıçta sadece Kafkasyalı kabilelerin hâkim olduğu bölgelerdi. Bu kabileler içerisinde göze çarpan en örgütlü halklardan biriside Libya-Lidya-Likya-Karia-Leleg yani Luvi-Pelasg halklarıydı. Bu halklar aynı kudretle Kolkhide-Abhazya’da yaşamakta ve denizlere hükmetmekteydiler. Sonra Minos medeniyeti bu hakimiyete son verdi. Ve ardından eşzamanlı olarak Fenike ve Helen medeniyetleri denizlerde hüküm sürmeye başladılar. Ancak hem Fenikeliler hem de Helenler, sözünü ettiğimiz bu büyük Kafkasyalı konfederatif kabilelerin kültür ve medeniyetinin üzerine kondular.
Ancak ne yazık ki bu gün Kafkasya ve özellikle de Çerkesya ve Abhazya üzerine araştırmalar yapan çok az kişi bu antik tarihin farkındadır. Bu nedenle de aslında Pelasg-Luvi üst grubunun ya da Therakeslerin ürettiği bir çok kültürel öge cömertçe Helenler'e bahşedilmektedir.
Kabardey-Balkar Bilimsel Araştırma Enstitüsü Profesörü Ruslan Betrozov’un Çerkeslerin Etnik Tarihi adlı eserini bu genellemenin nisbeten dışında tutmak yerinde olacaktır. Aslında cari olan bilimsel yaklaşımlar bağlamında hiç de hafife alınamayacak bir çalışma olan Çerkeslerin Etnik Tarihi adlı çalışma, Anadolu’nun Helen öncesi dönemine ve bu dönemin Kafkasya ile kurduğu kopmaz bağlara dikkat çekmiştir.15 Ruslan Betrozov, Pelasg-Luvi-Abhaz medeniyeti ve Hatti-Çerkes medeniyeti ile Huri-Urartu-Çeçen medeniyetine dikkat çekmekte ve Anadolu’nun Kafkasya’nın kopmaz bir parçası olduğu tezi üzerinde durmaktadır. Ancak Betrozov yine de tedbirli davranmayı tercih etmiş ve çalışmasında MÖ I. Binli yılların daha ötesine geçmemiştir.
Genelde Kafkasya’nın özelde ise Kafkas Çerkesyası'nın anahtarları Helen öncesi dönemde saklıdır. Nitekim Beygua Ömer’in anlaşılamamasının nedenlerinden birisi de onun aynı anda hem Batı Kafkasya ve Karadeniz-Ege-Akdeniz etnik yakınlığını; hem de Doğu Kafkasya-Hazar-Orta Asya–Hindistan ilişkisini etüt etmesi olmuştur. Bize göre Kafkasya batısı ve doğusu ile aynı anda hem Avrupa ve Akdeniz Havzasına, hem de Orta Asya, Hindistan ve ötesiyle kadim bağlar kuran bir ADA MADENİYETİDİR.16 Bu Ada Medeniyetinin en büyük birikimi Çerkes Nart Mitolojisidir. Nart Mitolojisini “Çerkes ve Yunan Mitolojileri Üzerine Tematik Okumalar” adlı çalışmada etüd ettiğimiz için onun Eski Yunan ve Minos Medeniyetleri ile olan paralel temalarına burada değinmeyeceğiz. Ne var ki deniz yolu ile birbirine bağlı olan bu medeniyetler içerisinde aradaki en eski bağın Luvi-Pelasg halkı sayesinde kurulduğunu ancak Minos tarafından Luvi kabileleri olan Karia-Leleglerin Ege adalarından sökülüp atılmalarıyla birlikte bu kadim deniz yolunun yeni yolcuları olan Minos ve sonrasındaki Helen ve Fenike kabilelerinin önü açılmıştır.
Bilge Umar’ın bir Luvi-Pelasg kabilesi olarak kabul ettiği Sindler bu eski dönemlerden itibaren Kafkas Çerkesyası'nda yaşamış olmalıdırlar. Ne var ki Namitok, Pelasg (Luvi) ile İllyrialı ve Therakes kabilelerinin ayırt edilmesinin çok zor olduğunu söylemiştir. Ne olursa olsun bu eski Kafkasyalı kabilelerin her üçünde (Luviler, Therakesler, Meotlar) de Sindler ortak bir kabile olarak göze çarparlar.
Ege bölgesindeki Luviler'in ardılları olan Karia-Lelegler’in bu bölgedeki hakimiyetlerini yitirmeleri ise Minos tarafından Kiklad adalarından atılmalarından ve Ege’ye yerleşmelerinden çok sonrasına rastlamaktadır.


Karia-Leleg Ülkesinin Perslerce İşgali
Luviler ve Pelasglar yaşam alanları ve dilleriyle ilgili çok fazla soru işareti bırakıp tarihin bilinmezlikleri arasında kaybolmuşlardır. Ne var ki Pelasglar ile Luviler'in aynı halklar olduklarını düşündüren çok fazla veriye sahibiz. Yine Luvi’lerin ardılları olan Karia-Lelegler de birçok bilinmezi saklayan halklar olmuşlardır. Heredot Karia-Leleg’lerin Adalardan Batı Ege’ye gelip yerleştiklerini, yine kendi Karia-Leleg halkının kendilerini her zaman Egeli saydıklarını belirtmektedir. Karia-Leleg halkının yaşadığı bölge ve denizcilikte sahip oldukları güç bizi onların Batı Kafkasya ve Çerkesya arasındaki denizcilik faaliyetlerinin en erken başlatıcıları olduklarını düşünmeye itmektedir. Nitekim Karka adıyla anılan Karia ülkesi bu ismi Çerkesya’daki Gerge ve Gergeza şehir adlarına da vermiş olmalıdırlar. Yine kendilerine Tirmil diyen Karia-Lelegler MÖ 1900’lerde Batı Kafkasya’nın tamamında denizcilik ve korsanlık faaliyetleri yürüten ve Abhaz kralı Ptu’yu kaçırıp eski Luvi-Pelasg ülkesi olan Biblos’taki Fenikeliler'e satan Tramlar da Karia-Lelegler olmalıdır. Söz konusu bu Pelasg-Luvi ailesinin bir parçası olan Kaira-Lelegler Pelasg-Luvi yaşam alanlarında karşımıza çıkan Sind ismi ve halkı ile de sıkı sıkıya ilişkili olmalıdırlar. Sonuçta bu kabilelerin tamamı Troia savaşında Troia kralı Priamos’a destek olmuş ve sonrasında Mısır ülkesini fethetmek için Kafkasya’dan hareket eden Deniz Kabileleri’nin büyük armadasına kendi kaynaklarıyla destek olmuşlardır.
Eski Mısır’a MÖ III. Bin yılda saldıran ve ele geçiren Hiksoslar başta olmak üzere, sonraki dönemlerde Troia Savaşı’nın ardından Mısır’ı işgal etmek için Akdeniz havzasına inen Deniz Kabileleri her zaman Kafkasyalı bir ana dokuyu kendi içerisinde saklamıştır. Hiksosları Huri-Mittani halkı olarak kabul eden tezler olduğu gibi Deniz Kabileleri içerisindeki birçok Kafkasyalı kabileyi etüd eden tezler de çok fazladır.17 Bize göre Kafkasyalı Deniz Kabilelerinin Eski Mısır’a Merneptah ve II. Ramses zamanlarında düzenlediği akınlar konfederal bir kabileler birliği saldırısıdır. Ve amacı Mısır’ı tamamen ele geçirmektir. Böylesi bir topyekun saldırının gerçek nedenleri ise henüz tam olarak netleşmemiştir. Ancak Kafkasya’da yaşanan bir dizi yanardağ patlamasının ve Deniz Kabilelerinin bu patlamalardan olumsuz etkilenmesi ve Troia Savaşı’nın sonrasında Yunan ve Anadolu kökenli medeniyetlerin deniz ticaretini denetleyemeyecek kadar zayıflaması Eski Mısır ile Kafkas Ada Medeniyeti ve kolonlarını karşı karşıya getirmiş olmalıdır. Therakesler, İllyrialılar, Pelasglar, Keltler ve daha birçok kabile bu Deniz Kabileleri konfederasyonunda yer almışlardır. Therakeslerin ve diğer kabilelerin bu seferlere aileleri ile birlikte katılmış olmaları seferin Mısır’ı ele geçirip oraya yerleşmek amacı güttüğünü düşündürmektedir.
Bazı kaynaklar Firavun Sesotris’in çok büyük bir cezalandırma seferine çıktığını, ilk önce güneye Habeş ülkesine indiğini, sonra ise Anadolu’ya geçtiğini, buradaki tüm kabilelere boyun eğdirip kendi heykellerini feth ettiği ülkelere diktiğini yazmaktadır. Sonrasında Therakes ülkesi Trakya’ya geçen Firavun Sesotris İskit ülkesini de işgal etmiş ve dönüş yolunda ordusunun bir kısmı ondan ayrılarak Abhazya-Kolkide’ye yerleşmiştir demektedir. Aynı kaynaklar Sesotris adlı bu Firavun’un diğer adının Ramses olduğunu yazmaktadır.
Sonraki dönemlerde Mısır Firavunları Sais kentindeki Libya-Luvi-Pelasg prensleri arasından seçilmiş ve bu Luvi-Libya kökenli Firavunlar döneminde Karia-Leleg kökenli savaşçılar Firavun’un ordusunda paralı askerlik yapmışlardır.
***
Pers İmparatoru Kuraş18 Lidya krallığı ile Batı Ege’nin iktidarı için savaşmış ve Lidya devletini en güçlü döneminde MÖ 547’de bozguna uğratmıştır. Sonrasında Kuraş adına Pers ordularını yöneten Med kökenli iki komutan Mazare ve Harpagos bu fetihleri devam ettirmişlerdir. Harpagos Leleg kenti Pedasa’yı ele geçirmiştir.19 Pedasa halkı Harpagos’un ordularına uzun süre dirense de sonunda yenilmişlerdir. Harpagos ordusu Karia’dan sonra, güneydoğuya ilerlemiş, Eşen çayı vadisine inerek, burada İran ordusuna göre çok az sayıda savaşçıdan oluşan Lykialılar'la kanlı bir çatışma yaşamıştır. Lykialılar yiğitçe savaştılarsa da, sayısal üstünlük karşısında yenilmişlerdir. Irmağın doğu kıyısında, bugünkü Kınık köyü bitişiğindeki tepecik üzerinde bulunan, ülkenin en önemli kentlerinden Arnna’ya kapanmışlar; kadınları, çocuklarını, değerli neleri varsa hepsini, kölelerini iç kaleye doldurmuş ve bu iç kaleyi her yandan ateşe vermişler, dönüp yeniden düşmana saldırmış ve tümü dövüşerek ölmüştür20. Karia-Lykia sınırında Kaunos kentinin halkı da aynı kaderi yaşamıştır.21

Çerkes Nart Mitolojisindeki Alıclar Eski Helenler Değil Luviler (Karia-Lelegler)dir!
Ruslan Betrozov Çerkeslerin Etnik Tarihi adlı çalışmasında Çerkesya Sindlerini tartışırken hem Çerkes Nart mitolojisine değinmiş, hem de eski Yunan halkının Nart Mitolojisinde bazı izler bıraktığını ileri sürmüştür:
Nartlar hakkında başlıca destan dizilerinin MÖ I. Binyıl içinde, dolayısıyla antik çağda ortaya çıktığını kabul edebiliriz. Nartların demircisi Tlepş hakkında efsanelerdeki eski etnik ve bazı yer adları Adıge lehçeleri üzerinden açıklanabilir. Çerkes Nart Destanı’ında sıkça Çint (Çınt) halkından bahsediliyor. Etnik ad olarak bu Çintler'in Sindler oldukları bellidir.22
Betrozov’un şu çok tekrar edilen Çerkes Nart Mitolojisi'nin MÖ I. Bin yıllarında oluştuğuna dair öngörüsüne katılmak mümkün değildir. Bu çok seslendirilen iddia artık bir tirad halini almıştır ve Nart Mitolojisinin anlaşılmasını engelleyen içi boş bir tezdir, en azından içi doldurulması gereken ancak bir türlü doldurulamayan bir tezdir.
Binlerce yıldır akıp giden zamanı “Tarih” haline getiren Sümerler, ellerine divitlerini alıp yazı yazmaya başladıkları an, insanlığın şu binlerce yıllık hayatında yeni bir döneme girilmiş ve “Tarih” başlamıştır. Ve iş bu Sümerler en önce kendi mitolojilerini yazmışlardır. Bize göre Sümerler tarihi ve tarihsel zamanı başlattıklarında bitirdikleri ve içinden çıktıkları zaman diliminin adı Mitolojik Zaman dır.
Söz konusu bu Mitolojik Zaman insanlığın ortak bilincidir ve bizim bugün Çerkes Nart Mitolojisi olarak adlandırdığımız tekstler bu mitolojik zamanın antropomorfiklerine ait anlatılardır. Çerkes Nart Mitolojisi, Sümer’in, Mısır’ın ve Mezopotamyalı Mitolojilerin Kafkasyalı muadilidir ve onlardan ne daha genç, ne de daha yaşlıdır. Hepsi aynı Mitolojik Zamanın tarihsel zamandaki izdüşümleridir.
Çerkes Nart Mitolojisindeki önemli karakterlerden birisi olan ve Betrozov’unda adını andığı Nart Tlepş ve onun üzerinden yapılan mitolojik tahliller ise hep aynı yanılgı üzerinden işletilmektedir. Burada durup durup ortaya atılan Tlepş ve demirciliği ve bu bağlamda Kafkasya’nın demir çağına ilk giren yer olduğuna dair söylemler de etüd edilmesi ve düzeltilmesi gereken yanlışlar içermektedir.
Çerkes dili üzerine kayda değer tespitlerde bulunan Ber Hikmet, bu konuda bir uyarıda bulunmuş ve Nart Tlpeş karakterinin işlevinin doğru anlaşılması için Çerkesçe-Adıgece-Anlamak ve Düşünmek adlı kitabında konuyu tartışmıştır. Ona göre Tlepş ismi; “Tle” ve “Pşı” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmaktadır. “Tle” kelimesi form anlamına gelmektedir. “Pşı” kelimesi ise açıkça üstad-sahip ya da lider anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Tlepş birleşik kelimesi de kendi anlamını bize verir ve bu anlamda “form üstadı-form verici”dir. Bir form üstadı ve form verici olarak Nart Tlepş varlığa en mükemmel formu-avatarı-donu veren Nart karakteri olarak Çerkes Nart mitolojisinde kendisini göstermektedir. Oysa cari olan yaklaşım Tlepş’in Nartların demircisi olduğu ve mitolojisinde bir demirci tanrıyı barındıran Kafkasya’nın da demirciliğin ve demir çağının başlatıcısı olduğudur. Ne var ki Tlepş bir form verici ve form üstadı olması bakımından aynı Çerkes Nart Mitolojisinde bakırla ve tunçla ilgili olarak da sıkça anılır. Ancak kimse Kafkasya ve bakır çağı ile ilgili olarak Çerkesya ve Kafkasya’yı bu çağın başlatıcısı olarak ele almaz. Oysa bir Ada Medeniyeti olduğunu ileri sürdüğümüz Kafkasya gücünü sahip olduğu geniş bakır madenlerine bu bakırın işletilmesinden elde edilen sağlam tunca ve bu tunçtan elde edilen güçlü silahlara borçluydu. Başlangıçtan beri Kafkas Ada Medeniyeti o dönemin en önemli savaş malzemesi olan bakır yatakları üzerinde büyük bir tekele sahipti. Bu bakır madenini Çerkesya sahillerinden dünya pazarlarına satıyorlardı. Üstelik de bu ticaret tamamen Kafkas Ada Medeniyeti’nin ön kolonları olan Luvi-Pelasg- Therakes ve Çerkes kabilelerinin tekelindeydi. Troia savaşının temelindeki ekonomik dürtü Troianın altın ve gümüşünü yağmalamak değil, Akdeniz-Ege-Karadeniz havzalarındaki deniz ticaretinin hakimi olmaktı. Namitok Çerkesya’da eski çağlardan kalma 214 bakır madeni olduğunu söylemektedir (Farklı kaynaklarda 400’den fazla). Başlangıçta bir Kafkas kolonu olan ve Luvi-Pelasg-Abhaz-Therakes-Hatti ve diğer Kafkasyalılar'la meskûn olan Doğu Akdeniz bölgesinde sonradan Fenike şehri olan Biblos’un Çerkesya'dan ithal ettiği en büyük ticaret emtiası bakır külçeleriydi.
Kısaca Kafkasya için bakır demirden daha belirgin bir şekilde öne çıkarken, bunun mitolojideki yansımasının es geçilmesi ve Nart Tlepş’in sadece demirle özdeş kılınması hatadır. Kaldı ki, Nart Tlepş’in aşıkları olan kadınlar ona okudukları şarkılarda ne bakır ne de demirden değil, Tlepş’in altın işçiliğindeki ustalığından hayranlıkla söz ederler. Altın, ki tanrıların madenidir ve Marx’ı dinleyecek olursak galiba insanlığın kullanmayı ve işlemeyi öğrendiği ilk maden altındır.
Betrozov’un kitabında tartıştığı bir diğer konu ise Batı Kafkasya’da koloniler kuran eski Yunanlılardır. Ona göre eski Yunanlılar Çerkes Nart mitolojisinde adları geçen Alıc-Alc’lardır:
Genelde Çerkes boylarında antik Yunanlılar hakkında birçok anılar kalmıştır ve efsanelerde, kişi ve yer adlarında bunların izleri kalmıştır. Eskiçağda Adıgeler Yunanlılara “Alıc” derlerdi. Nart Destanı’nda bu aynı adın kullanıldığını görüyoruz. Destanlardaki şu yer adları buna örnektir: Alıc gubğua (Helen stebi), Alıc kuaje (Helen köyü). Kısaca Çerkes ağızlarında “Alıc” veya “Circe” Helen (Yunanlı) anlamına geliyordu. Seteney Guaşe (Prenses Seteney) destanlarda Alıc kızıdır. Bazıları Nart Destan’ında görülen Çerkes adlarından Aşamaz ve Tamaşa, Tamas (Tamazas) Damas gibi eski Yunan kökenli adlarla kıyaslanabilir. Karadeniz havzasında MÖ 3.-1. Yüzyıl dönemine ait epigrafik yazıtlarda Atamazas adı tespit edilmiştir.23
Betrozov’un Alıc ve Aşamaz ismi ve Nart Seteney’in Alıcların yani Yunanlıların kızı olduğuyla ilgili tezleri de aslında Luvi-Pelasg ve Therakes kökenli verilerin Yunanlılara mal edilmesinden öte bir şey değildir.
Her şeyden önce nerden geldiği belli olmayan Alıc isminin neden Yunanlılara Çerkesler tarafından takıldığına dair elimizde hiçbir veri yoktur. Bununla birlikte Çerkeslerin Yunanlılara Alıc dedikleri bir vakıadır. Ne var ki bazı yazarlar Herodot’u kaynak göstererek Yunanlıların kendilerine Haleg yada Heleg dediklerini söylemekte ve Çerkeslerin Yunanlılar için kullandığı Alıc-Alc isminin bu kelimeden kaynaklandığını dile getirmektedirler. Oysa ki Herodot Haleg-Heleg ismini Karia-Leleg’ler için kullanmıştır. Dolayısı ile de eğer Çerkeslerin Yunanlılar için kullandığı Alıc ismi Herodot’un bize aktardığı Haleg-Heleg kelimesinden geliyor idiyse, Çerkesler bu ismi ilk olarak Karia-Lelegler için kullanmış olmalıdırlar. Betrozov Nart Seteney’in Alıclar'ın kızı olduğunu söylemektedir. Biz Çerkes ve Yunan Mitolojileri Üzerine Tematik Okumalar adlı çalışmada Nart Werserıjj-Nart Seteney ve ana tanrıça kültünü tartıştığımız için burada konuya değinmiyoruz. Ancak Nart Seteney’in (ve asıl Nart Werserıjj’ın) Ana Tanrıça kültünün Çerkes Nart mitolojisindeki izdüşümleri olduğunu ve bu kültün Kırım-Taman ve Batı Ege’deki karşılığının Ma olduğunu söylemeliyiz. Ma ise Karia-Leleg kültür havzasının daha doğrusu Luvi kültürünün öz malıdır gibi görünmektedir. Bu durum Ana Tanrıçanın Çerkes Nart mitolojisindeki temsilcisi olan Nart Seteney’in neden Alıc yani Luvi (Karia-Leleg) halkının kızları olarak Çerkes Nart mitolojisinde yer aldığını açıklamaktadır. Ana tanrıça kültü Çerkesya ile Batı Ege Luvi kültürünün ortak bir değeriydi. Ve Çerkesler bu tanrıçayı Luvi halkına izafe etmekteydiler. Batı Kafkasya’da eski Yunanlılar görüldüklerinde ise Ana tanrıça kültü dahil Çerkes Nart mitolojisi çoktan en olgun şeklini almış olmalıydı. Yunanlılar ise tıpkı Ege bölgesindeki bu kültleri sonradan edindikleri gibi Batı Kafkasya’da yaşayan koloni geleneğinde Luvi (Karia-Leleg) medeniyetinin adını ve yerini alarak sahneye çıkmaktaydılar. Çerkeslerin bu yeni gelenleri eskilerinden ayırmadıkları hem daha önceki Luvilere (Karia-Leleg); hem de sonraki Helenler'e Alıc adını verdiğini ileri sürüyoruz. Kaldı ki Alıc ismi Leleg-Aleg-Alıc şeklinde Çerkesce'ye geçmiş bir kelime olma ihtimalini de kendi içerisinde saklar.
Betrozov’un eski Yunanca olduğunu ileri sürdüğü Aşamaz, Akhamas ismi ise Yunanca değil, Therakesce'dir. İlyada'da Troia’ya yardıma gelen Therakes komutanın adı Akhamas’dır. Therakesler ise Balkan Çerkesleri'dir. Dolayısıyla Karadeniz-Kırım bölgesinde ortaya çıkan bu isim kesinlikle Bosfor-Kimmer imparatorluğunun sahipleri olan Balkan Çerkesleri Therakesler'den kalma bir isim olmalıdır. Zaten Kimmerlerin etnik kökeninin bir cüzünün Therakes olduğu ve Thrako-Kimmer kabilelerin varlığı bilimsel literatüre girmiş bulunmaktadır.