Kırım Savaşı, 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Barış Antlaşması ile sona erdi. Antlaşmaya göre, Karadeniz’in doğu kıyılarının (- Çerkesya-) Rusya’ya ait olduğu kayıt altına alındı. Antlaşma maddeleri arasında, Karadeniz kıyısında bulunan kalelerin yıkılmaları ve Karadeniz’de gemi seyrüseferinin/ dolaşımının serbest olması kabul edildi. Antlaşmanın 2. maddesinde Karadeniz’in hiçbir devlete ait olmadığı, ticaret gemilerinin tümüne açık olduğu, ama savaş gemilerine kapalı olduğu hükme bağlandı [1]. Paris Antlaşması’nda Kuzey Kafkasya’ya ilişkin hiçbir hüküm bulunmuyor. Kırım Savaşı sonrasında, Kuzey Kafkasya sorunu söz konusu edildiğinde, Batılı ülkeler temsilcileri, Kuzey Kafkasya’ya ilişkin hiçbir taleplerinin bulunmadığını söylediler. Gerekçe olarak da, bu temsilciler, savaşta Dağlıların (- Çerkeslerin, vb-) kendilerine (- Müttefiklere-) yardım etmediklerini belirtmekle yetindiler [2].
Kırım Savaşı sırasında, Kuzey Kafkasya’ya ilişkin Batılı ülkelerin politikası, Rus Ordularını Kuzey Kafkasya’da bağlı tutmak ve cepheye sürülmelerini önlemek olabilirdi. Müttefik güçler (- Britanya, Fransa, Sardinya Krallığı ve Türkiye-), kendi insan kaynakları (askerleri) yerine Adıge (Çerkes) topluluklarının insan gücünü kullanarak kendi kayıplarını azaltmak istiyorlardı. Ancak Kafkasyalıların çoğu savaşa katılmadılar/ savaştan uzak durdular. Dağlılar (- Çerkesler-) yabancı ülkeler adına savaşmak istemiyorlardı. Sonuç olarak, Müttefik ülkeler Çerkesleri kendi yanlarında savaşa sokmayı başaramadılar.
Kırım Savaşı başlarında egemen Adıge toprağı
Kırım Savaşı’nın sonlarına doğru, Kuzeybatı Kafkasya’daki (- Çerkesya'daki-) politik durum çalkantılıydı. Kesintisiz bir savaş sürüyordu. Pşı Seferbey (-Zaneko-), Bığundır yöresinde (-Anapa tarafında-) üç bin kadar Dağlıyı (-Adıgeyi-) toplamıştı. Bu ordunun dört topu vardı. Seferbey’in amacı Çernomoriye’ye (- Bulgaristan olmalı-) gitmekti (Orada, Müttefikler'e katılmak istiyor olabilirdi-). Ancak, o sıralar bir Rus birliğinin Anapa’ya doğru gelmekte olduğunu öğrenince, Rus birliğini karşılamak üzere o yöne doğru hareket etti [3]. Paris Antlaşması'nın imzalandığı tarihte Seferbey Anapa’daydı. Temmuz 1856’da Rus birlikleri Anapa’ya yaklaştıklarında, Seferbey, Anapa’dan ayrılıp daha güneydeki Novorossiysk’e çekildi, ardından Natuhay ve Şapsığlara, Osmanlı Padişah’ına bağlılık (фэшъыпкъэн) yemini ettirdi.
Kırım Savaşı sonrasında Kuzeybatı Kafkasya’da bulunan silahlı güçler (-Adıgeler-) Rusya’ya bağlılığı/ bağlanmayı kabul etmediler (федагъэхэп). İngiliz- Fransız rekabeti çerçevesinde, Dağlıların sorunları ile ilgilenme işi İngilizlere bırakılmak istendi. İngilizler Kafkasya’daki direnişlerin sürmesinden yanaydılar. Karadeniz kıyısındaki limanların hepsinde İngiltere'nin/ Britanya Krallığı’nın çıkarını gözeten konsolosluklar açılmıştı.
3 Ekim 1856’da Şapsığ Irmağı ağzına bir İngiliz gemisi yanaştı. Gemi, İstanbul’dan gelen bir Wıbıh ve Abzah (Абдзах) grubunu sahile indirdi. Bu grup Osmanlı Padişahı tarafından Seferbey’in Dağlıların reisi/ önderi (япащэ) olarak görevlendirildiği biçiminde Adıgeler arasında dolaştırılan iddiaların doğru olup olmadığını araştırmak amacıyla İstanbul’a gitmişti. Padişah bu kişileri sıcak karşıladı, her birine hediyeler verdi, bazılarının göğsüne de değerli madalya ve nişanlar (бгъэхэлъ) taktı, Seferbey’i Dağlıların lideri/ yöneticisi (1эшъхьэтет) olarak seçtiğini/ atadığını (зэригъэнэфагъэр) ve onun önderliğinde birleşmelerini istediğini söyledi [4].
26 Ekim 1856’da “Kangaroo” adlı başka bir İngiliz gemisi de Vardane Irmağı ağzına yanaştı, gemi, Osmanlı Padişahı tarafından kendisine paşalık ünvanı verilmiş olarak - İstanbul'dan dönen- Muhammed Emin’i indirdi. Ona, İstanbul’dan gelme 80 Dağlı da eşlik ediyordu. Gemi, en son Trabzon’dan hareket etmişti, geliş amacı “önce (- Gürcistan'daki-) Redutkale’de, ardından Vardane’de kapkacaklar satmaktı” [5].
Osmanlı yönetimi atadığını söylediği kişilerle Dağlıların ülkesinde (къушъхьэч1эсмэ яшъолъыр) işlerini yürütüyordu. Rus Ordusu önce Seferbey üzerine yürüdü. 3 Kasım 1856’da Rus birlikleri ilerlemeye başlayınca, Seferbey Novorossiysk’i tahliye edip Nebercıye Geçidine (Нэбэрджые т1уак1э) yöneldi. Seferbey, Müttefik devletlerin yardıma geleceklerini ve bağımsız bir devlet kuracaklarını söylüyordu.
Osmanlı Devleti, Kuzeybatı Kafkasya’da boy gösteren bu iki liderden (-Seferbey ve Muhammed Emin-) birine önceliği vermek yerine, bu kişilerin birbirleriyle didişmelerini yeğliyordu. O sıralar, Osmanlı yönetimi, daha çok, refakatinde iki İngiliz subayı ile İstanbul’dan gelen Muhammed Emin’i destekler gibi görünüyordu. Bu kişiler halka Padişah’ın yazdığı bir mektubu okuyorlardı. Mektupta Padişah’ın artık Adıgelere hamilik etmeyi istemediği, ama İngiliz yönetimini (тетыгъо) kabul etmelerini uygun bulduğu, bağımsızlık mücadelelerinde İngilizlerin Adıgelere yardım edecekleri yazılıydı.
Bölgedeki iki liderden birine daha fazla yardım edilince, taraflar işi çarpışmaya kadar vardırdılar. Ocak 1857’de Tuapse Irmağı boyunda Seferbey’in oğlu Karabatır ile Muhammed Emin arasında bir çarpışma yaşandı. Karabatır üstün geldi. Bu hareketiyle Seferbey, Osmanlı Padişahının, Kuzeybatı Kafkasya’daki bütün Adıgeleri bir araya getirme ve yönetme görevini kendisine verdiğini göstermek istedi. Naib Muhammed Emin'in durumu, Türk desteği alamaması sonucu kötüleşiyordu. Alacağı desteği (-ve konumunu-) öğrenmesi için, yanındaki Osmanlı Devleti temsilcileri Naib’in mutlaka İstanbul’a gitmesi gerektiğini söylüyor ve onu sıkıştırıyorlardı. Naib İstanbul'a hareket etti, varır varmaz da, Rus Büyükelçiliğinin şikâyeti üzerine tutuklandı ve Şam’a sürüldü. Yine de Padişah, paşa ünvanını verdiği Muhammed Emin’e ömürboyu maaş bağladı. Ancak, Naib, bununla yetinmedi/ tatmin olmadı, gizlice Şam'dan Kafkasya’ya döndü. Halk onu sevinçle karşıladı. Kasım 1859’a, Dağıstan lideri Şamil’in Rus Ordusu’na teslim olduğunu öğrenene kadar da Ruslarla savaştı. Ardından Naib, Rus İmparatoru’na (Çar’a) bağlılık yemini verdi, Abzahlara da bağlılık yemini ettirdi. Ayrıca, 1859 yılında Bjeduğlar, K’emguylar Mehoşlar, Yecerıkuaylar, Besleneyler, Kuban Kabardeyleri ve Şahgireyler de Rusya’ya bağlılık yemini verdiler [6].
1859 yılı kışında Natuhay yöresine giren Rus Ordusu Natuhaylara yıkım getirdi. Natuhaylar Rusya’ya boyun eğip eğmeme konusunda mütereddit idiler, toplantı üzerine toplantı yaptılar, ama bir karara da varamadılar. Çünkü, İstanbul’dan desteklenen kişiler “ulusa umutsuzluk aşılayanları ve bölgede politik değişiklik (-Rusya'ya bağlılık yemini vermeyi-) isteyenleri susturuyor, büyük bir dış destek geleceği vaadlerinde bulunuyorlardı” [7].
General Filipson, Adagum Irmağı boyundaki kale ve karakollar zincirinin (пытап1э) henüz tamamlanamamış olması nedeniyle, Natuhaylar ile Şapsığların topraklarını ayırmanın (- onları ayırmanın-) zor olduğunu Çar’a bildirdi. Şapsığların lideri Zaneko Karabatır, Natuhay toprağına girdi, Rus Ordusuna yardım edenlerin ve Rusya’ya boyun eğmeyi savunanların mallarını yağmaladı. General Filipson, Şapsığ yağmasını ve korkusunu aşmaları durumunda Natuhayların boyun eğecekleri görüşündeydi.
Natuhay yöresinde olup bitenleri değerlendiren General Filipson, yöredeki en akil (- barışı ya da Rusya'ya bağlanmayı isteyen-) insanların öldürülmekte ya da Şapsığ’a kaçmakta olduklarını rapor ediyordu. Sonunda, Natuhaylar arasında topluma önderlik edecek ve sözünü dinletecek tek bir kişi bile kalmamıştı. Ruslar, kış bastırmadan Natuhay toprağını ele geçirmeye karar verdiler. Çünkü General Filipson, Natuhaylar arasında Ruslara boyun eğme eğiliminin güçlenmekte olduğunu anlamıştı. Yürütülecek savaş, bu boyun eğme işinin getireceği politik sonucu da belli edecekti. İngiliz yöneticileri (1эшъхьэтет) Karadeniz’in Kuzeydoğu kıyılarını (- Çerkesya'yı-) Rusya’ya ait saydıklarından, Natuhayların karar alıp boyun eğmeleri durumunda, Kafkasya’daki Rus otoriteleri tarafından sürdürülen kolonizasyonun, Natuhay toprağında Kazak stanitsaları (yerleşimleri) kurma politikasının durdurulabileceğini düşünüyorlardı. Natuhay toprağına Kazak topluluklarını yerleştirme yerine, Natuhay köylerini büyük köyler biçiminde bir araya toplamak daha yerinde bir politika olacaktı. Bu iki iskân politikasından hangisinin seçileceği, kışın yürütülecek olan Natuhay Savaşı’nın sonucuna göre açıklık kazanacaktı [8]. Olaylar, Adıge toplulukları arasında bulunan çatışma ve çekişmeleri de günyüzüne çıkardı.
Aralık 1859’da Zaneko Seferbey öldü, ardından Natuhaylar 1860’larda Rusya’ya boyun eğdiler [9].
- Ruslara boyun eğmiş olan- Muhammed Emin 1860'larda St. Petersburg’a gitti ve orada İmparator II. Aleksandr ile görüştü, ardından, Mekke’ye, hacca gidiyor gibi yapıp Türkiye’ye gitti, ölünceye kadar orada (- Bursa Armutköy'de-) kaldı ve yaşadığı sürece de Rusya’dan maaş aldı [10].
1860’lı yıllarda Kuzeybatı Kafkasya (- Adıge ülkesi/ Çerkesya-) büyük ve üzücü olaylarla çalkalanıyordu. Doğu Karadeniz kıyıları da (- Çerkesya’nın diğer kıyı bölümleri de-) aynı acıları yaşıyorlardı. Bölgede oturmuş bir devlet otoritesi yoktu, bu nedenle, dış ülkeler Adıgelerin iç işlerine artan ölçülerde karışmaya başlamışlardı. Adıge toplulukları (лъэпкъхэр) kendi başlarına karar verme güç ve iradelerini yitirmişlerdi.
Rus otoriteleri, en çok, Kuzeybatı Kafkasya’ya Türkiye’den gönderilen liderlerden ya da kendiliğinden gelen ve bölgede faaliyette bulunan kişilerden kaygı duyuyorlardı. Bu türden kişiler “kendilerinin Türk makamları tarafından gönderildiklerini, dağlarda yaşayan saf ve temiz kalpli insanlara söylüyor, onları kandırıyor ve kendi çıkarları için kullanıyorlardı”. Rusya adına iş görmek ve beliren sorunları çözmek üzere İstanbul’a gönderilen Novikow, Dağlıları yönetmek üzere Hüseyin Paşa adlı birinin Osmanlı hükümeti tarafından Kafkasya’ya gönderilmiş olduğuna ilişkin ihbarlar aldıklarını Osmanlı Dışişleri Bakanı Ali Paşa’ya söyledi ve uyarıda bulundu. Hüseyin Paşa o sıralar Osmanlı Ordusunda görevliydi. Ali Paşa, ortalıkta dolaşan bu türden haberlerin doğru olamayacağını, Hüseyin Paşa’nın Adıge asıllı bir subay olduğunu ve hâlen ordu saflarında görev yaptığını söyledi. 1857’de Hüseyin Paşa, yetkili olarak, Karadağ ile olan bir sorunu, Grahovski sorununu çözmek için çalışmıştı, daha sonra, Padişah’a karşı yürütülen gizli faaliyetlere katılmıştı. O sıralar, Hüseyin Paşa istifa dilekçesi vermiş olup Osmanlı Ordusundan ayrılmak üzereydi, böyle birinin Adıge topluluklarınca güvenilir bir lider olarak kabul edilmesi beklenemezdi [11].
Hüseyin Paşa ile ilgili olaylar, Adıgelerin Osmanlı Ordusu içindeki konumunu da belli ediyor. Dışişleri Bakanı, ömrünü Osmanlı Ordusuna hizmet etmekle geçiren Hüseyin Paşa’ya ilişkin şu sözleri de söylüyor: “Onun yiğitçe davranışları, kendisine zarar verme dışında, ona hiçbir yarar sağlamadı” [12]. Bütün bunlara karşın Kuzeybatı Kafkasya’daki huzursuzluk sürüp gidiyordu. Rus makamlarının yakındıkları şeyler, silah ve cephane yüklü İngiliz gemilerinin Kafkas (-Çerkes-) kıyılarına gelmekte olmalarıydı. Rus resmi temsilcisi Novikow, tek bir İngiliz gemisinin olsun Karadeniz'e çıkmamış olduğunu iddia ediyordu. Bu tür gemiler Trabzon’dan (- Kafkasya'ya-) geliyorlardı. Bu nedenle, gemilerin yola çıkmaları durumunda, bunun Trabzon'daki Rus konsolosu tarafından en kısa bir sürede Rus güvenlik birimlerine bildirilmesi istenmişti.
Kafkaslı önderler yabancı gemilerin gelmelerini beklemekteydiler. Muhammed Emin’e göre, gemilerin yanaşmalarına elverişli üç ana liman vardı. Bu yerler, Ş’açe (Soçi), Vardane ve Tuapse ırmaklarının denize döküldükleri yerlerdi. En güvenli yer de Vardane Irmağının Karadeniz’e döküldüğü yerdi. Vardane ağzının en güvenli yer olmasının nedeni, o yörede, Wıbıhların toprağında, Berakaye İsmahilbıy’ın (Бэрэкъае Исмахьилбый) barınmakta olmasıydı. Bu nedenle Naib, Berakaye’nin toprağını yağmalatmak istemişti: “Yağma yaptırmak istemesinin nedeni, Naib’in İsmahilbıy’a olan nefretiydi” [13].
1860’lı yılların başlarında, Kafkasya’daki Rus yöneticileri, İngiltere ve Türkiye tarafından yaratılan/ kışkırtılan problemlerle karşı karşıyaydılar. Ruslar, Adıge Özgürlük Savaşı’na önder olacak yeni bir kişinin, bu devletler tarafından gönderilmesinden ya da Adıgelere silah yardımı yapılmasından endişe ediyorlardı. Bir zamanlar Dağıstanlıların önderi Şamil’in naiplerinden biri olan Muhammed Emin’in durumu da hiç hoş değildi. Muhammed Emin, bir zamanlar politik anlamda Çerkesya’yı savunmuş olan bu kişi, şimdi kendisine karşı olanların üzerine Rus askerlerini salıyordu.
Ağustos 1862’de, Dağlıların üç önemli kişisinin (л1ышъхьэ)- Hasan Efendi, Hacı İsmahil Efendi ve Hacı Mıhamod'un da (Хьаджэ Мыхьамод) yer aldığı bir Adıge heyeti İstanbul'a gitti. Bu kişiler İstanbul’a, oradaki Adıgeler arasında anayurt sevgisini canlı tutmak ve yürütülen kurtuluş savaşına katılmalarını sağlamak amacıyla gitmişlerdi. Bu kişiler Adıge ülkesinde topluluk/ kabile bölünmelerinin/ ayrılığının kalmadığını, tüm halkın tek bir ulus çatısı altında bir araya gelmiş, birleşmiş olduğunu duyuruyorlardı [14]. Bu olgu, Adıgelerin ülkeleri için canları pahasına çarpışmadıklarını söyleyenleri yalanlıyor. Türkiye’de yaşayan Adıgelerin anayurtları ile olan bağlarını koparmamış olduklarını da doğruluyor. O sıralar, Trabzon’dan çok sayıda gemi gizlice Çerkesya’ya geliyordu.
Kırım Savaşı sırasında K’ah’e (К1ахэ/ Batı) Adıgeleri ve Türkiye tarafından yürütülen çalışmalar son derece kötü sonuçlar doğurdu. Adıgeler arasında varolan birlik/ dayanışma ruhu yok oldu, Adıgeler Türkiye’den desteklenen/ yönlendirilen değişik gruplara bölündüler. Türkler, K‘ah’e Adıgelerinin ülkesinde yürütülmekte olan politikayı/ mücadeleyi doğru algılayamadılar ve iyi değerlendiremediler, Türkler,- Kırım Savaşı sırasında da- Ruslara ummadıkları büyük fırsatlar sundular, ayrıca Müttefik ülkeler ordularının ağır kayıplar vermelerine de neden oldular, Anadolu’daki Türk Ordusu da ağır kayıplara uğradı. Türkler, K’ah’e Adıgelerinin büyük önderi (пэщэшхо/ paşa) ünvanını verdikleri Muhammed Emin’i yanlarına çekmeyi başaramadılar. Bu yüzden, Muhammed Emin ile Şamil’in birlikleri birleştirilemedi, Türkiye’nin beklediği büyük bir ordu oluşturma projesi suya düştü. Öyle olmasaydı, Gürcistan'da, Kars yöresinde ve Kırım’da süren çarpışmalar daha farklı bir sonuç verebilirdi. Öte yandan, Adıgelerin savaşa katılmak istemediklerini ve Adıgelerden bir tehlike gelmeyeceğini anlayan Ruslar, Kafkasya’ya ilişkin politikalarını değiştirdiler, oluşan fırsatı değerlendirerek yeni politikalar geliştirdiler. Ruslar, Kuban bölgesinde (- Çerkesya'da-) bağlı tuttukları asker sayısını azalttılar, Kuban'dan çektikleri birlikleri Kırım ve Gürcistan (- Türk-) cephelerine sürdüler. Rus Ordusu savunma pozisyonundan çıkıp saldırı/ taarruz pozisyonuna geçmiş oldu. Adıge ülkesindeki tehlike azalınca, Rusya, Adıge ülkesinden çekerek, başka cephelere asker kaydırma ve oralara takviyeler gönderme olanağını elde etmiş oldu. Önde gelen Adıge soylularının (л1экъолъэш) muhalefetine karşın, önderler içinde, Adıgeleri Osmanlı Padişahı/ ülkesi ile birlikte harekt etmeye ve İslam dinini kabul etmeye ikna edebilecek yetenekteki tek kişi, yine de Muhammed Emin'di.
Osmanlı Devleti’nin K’ah’e Adıgelerinin ülkesine ilişkin bir hak iddiası olamaz, çünkü Çerkesya hiçbir zaman Osmanlı egemenliği altına girmemiş, Osmanlılar Çerkeslere hükmedememişlerdi. Kırım Savaşı sırasındaki sembolik tutum dışında, Adıgeler Türk yönetimini istemediklerini defalarca ortaya koydular. Adıgelerin savundukları tezlerden biri, Türkiye’nin hiçbir zaman kendisinin olmamış olan bir ülkeyi (-Çerkesya’yı-) bir başkasına verme hakkının bulunmadığı ve bulunamayacağı argümanıdır. Ancak, - sırf Çerkesya yüzünden- Rusya ile arayı bozmak/ germek de Türkiye’nin işine gelmiyordu. Kırım Savaşı sırasında Çerkesya’nın bir Osmanlı vilayeti olduğuna ilişkin iddialar da, Türkiye’nin Kuzeybatı Kafkasya’daki varlığını güçlendirme anlamında hiçbir yararlı sonuç vermemiştir.