KABERDEY RUS SAVAŞLARI


               
 ***
Rusya İmparatorluğunun Özgür Çerkesya’ya saldırıları 1763 yılında Mezdegu bölgesinde başladı. 1774 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya İmparatorluğu arasında imzalanan „Küçük Kaynarca Antlaşması“ ile Kırım, Osmanlı’dan kopup bağımsızlığını kazanırken; Rusya da Doğu Çerkesya’nın ( Kabardey bölgesi ) bağımsızlığını tanımış; ama daha aynı yıl Mezdegu ile Kızlar hattı üzerinde kaleler inşa etmeye başlayarak Çerkesya’yı ele geçirme planında bir değişiklik olmadığını göstermişti.
Ruslar, Doğu ile Batı Çerkesya’yı birbirinden koparıp parça parça işgal ve ilhak etmek istiyorlardı. Öncelikle Doğu Çerkesya’yı ele geçirmeye çalışmalarının nedeni, Kuzey Kafkasya Halklarının Rusya’ya karşı birleşmelerini engellemekti.
1700’lü yılların sonlarında Doğu Çerkesya’ya yönelik saldırılarını yoğunlaştırdılar.

1779 yılında general Jacobi komutasındaki Rus askerleri Çerkesya’ya girdiler, Malka nehri civarında kanlı savaşlar oldu. Kabardeylerin kahramanca direnmeleri üzerine Rus birlikleri Çerkesya’dan geri çekilmek zorunda kaldılar.
1796’da, bu defa Kalmuk lider Dukdukunba komutasındaki 50 000 kişilik bir Kalmuk ve Kazak askeri gücü, Ruslarla ittifak halinde Doğu Çerkesya’ya saldırdı. Kuban ve Terek nehirleri civarındaki bütün köyleri yakıp yıktılar, Çerkesleri kadın çocuk demeden katlettiler. Ama Kaberdeyler ( Çerkesler ) bu saldırıyı da püskürttüler


1801 yılında Gürcistan’ı, 1810 yılında da Abhazya’yı işgal ederek Çerkesya’yı  kuşatan Rusya İmparatorluğu, 1814’den sonra General Yermolov komutasında bir kez daha  bütün gücüyle Doğu Çerkesya’ya saldırdı. Kanlı savaşlar sonrasında, 1822 yılında, Doğu Çerkesya yenildi ve Kabardey bölgesi işgal edildi… 
***
1700’lü yılların ikinci yarısında Çerkesya’daki sosyal yapı kabuk değiştirmeye başlamış, feodal düzen çözülme sürecine girmişti. 1790’lardaki köylü-köle ayaklanmaları feodal prensler ve soylular ile halk arasında kanlı savaşlara sahne olmuş ve bu savaşlarda yenilgiye uğrayan soyluların büyük bölümü Ruslara sığınmıştı.
 “Feodal ayrıcalıkların kaldırılması, eşitlik ve özgürlük” eksenli bu halk ayaklanmalarından sonra Çerkesya’da idari sistem halk meclislerinin iktidarı üzerine kuruldu. Daha 1807 yılında “Kalubat Yikoua Şupagua” ile temelleri atılan bu sistem, 1820’li yıllarda Misak-ı Milli Meclisi’ne ( “Jilethau Xase” ); yani nüve halindeki bir devlet örgütlenmesine dönüştü.
Çerkesya adıyla tanımlanan bu devlet, küçük idari birimlerin ( Tlako’ların ) birliği olarak örgütlenmişti. İçte bağımsız-kendi karar mekanizmaları ve meclisleri olan bu Tlako’lar, dışta veya geneli ilgilendiren konularda birlik oluyorlardı. Sorunlar bu büyük milli meclislerde herkese açık olarak görüşülür ve kararlar birlikte alınırdı. Bu anlamıyla Çerkesya, dini veya feodal ayrıcalıklar üzerine değil, halkın iradesine dayalı “demokratik” bir yönetime sahipti.
 Misak-ı Milli Meclisi 300 kişiden oluşuyordu. Başkanı veya bir merkezi yoktu. Birkaç gün süren toplantılar her seferinde başka bir yerde yapılıyordu. Yasama, yürütme ve yargı bu meclisin yetkisi altındaydı ve herkes meclisin kararlarına uymakla yükümlüydü. Çok önemli kararlar alınacaksa o zaman Meclis referanduma gider, bütün milletten “söz ve yemin” alırdı. Misak-ı Milli Meclisi’nin bu yıllardaki üyelerinden bazıları şunlardı: Hacı Guzbek, Şupagua, Shuruhyukua Duğuj, Hatokşokua Muhammed, Havudukua Mansur, Beslenikua Arslan, Hacı Makua Muhammed, Yendaryukua Muhammed, Dazığyıkua Şupaşe, Değuyıkua Hacı, Berzeg Hacı, Jansetyıkua…

 ***
 1829 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Edirne Antlaşmasının 4. Maddesine göre Osmanlı Devleti, “hiçbir zaman sahip olmadığı bir haktan feragat ediyor” ve Kuban Nehrinden Poti’nin güneyine kadar olan Karadeniz sahillerini; yani Batı Çerkesya’yı Rusya’nın kontrolüne bırakıyordu. Böylece, de Fakto olarak bağımsız bir devlet olan Çerkesya’yı işgal edebilmek için gerekli “yasal” gerekçeyi de bulan Rusya, Batı Çerkesya’ya yönelik saldırılarını arttırdı.
 Misak-ı Milli Meclisi, Edirne Antlaşması’yla ortaya çıkan bu haksızlığı dünyaya anlatabilmek; bağımsızlık mücadelesine askeri ve politik destek bulabilmek için Zanuko Sefer başkanlığında bir temsil heyetini İstanbul’a gönderir, ama görüşmelerden somut bir sonuç alınamaz. Bunun üzerine Meclis, 1834 yılında Tuapse yakınlarındaki Aguy bölgesinde toplanır. 1000 Çerkes temsilcisinin hazır bulunduğu bu toplantıya İngiliz Diplomat Urquhart da katılmış, “Rusya ile savaşlarında dağlılar her şeyden önce kendi güçlerine güvenmelidir; hali hazırda dışarıdan yardım almak olanak dışıdır. Dağlılar için en doğru yol birliğin sağlanması ve ortak hareket edilmesidir” diye bir konuşma yapmıştır.
Coşkulu geçen ve ulusal bayrağımızın da kabul edildiği Meclis’in kararı, Edirne Anlaşması’nın kesinlikle tanınmaması; bu anlaşmayı gerekçe göstererek Çerkesya’da hakkı olduğunu iddaa eden Çarlık Rusyası’nın Çerkesya’nın bağımsız bir devlet olduğunu kabul ederek askerlerini Çerkesya’dan çekmesi; yok eğer bunu yapmazsa özgürlük ve bağımsızlık için sonuna kadar savaşılacağı şeklinde olur. Kurultaydan sonra Rusya ile yapılan görüşmeler de olumsuz sonuçlanınca savaş yeniden şiddetlenir…

 ***

1848 yılında Adagum bölgesinde yapılan büyük ulusal kurultayda Misak-ı Milli Meclisi’nin Başkanlığına Muhammed Emin getirildi. Muhammed Emin, öncelikle Meclis’in yapısını güçlendirecek kararlar aldı, örgütlenmeyi bir merkezi otorite etrafında topladı. Böylece 1807’de başlayan birlik ve uluslaşma-devletleşme hareketi daha da derinleşerek ete kemiğe bürünmüş oldu.
Bu yıllarda bir yandan sanayinin gelişmesi için çaba gösterilirken, diğer yandan da idari ve askeri alanlarda yeni düzenlemeler yapıldı. Düzenli bir ordu kuruldu ve Batı Çerkesya 100 yönetim bölgesine; bölgeler de bucaklara ayrıldı. Her bucakta 100 aile yaşıyordu ve başlarında bir muhtar vardı. Birkaç bucak biraraya geldiğinde ilçe oluyor; ilçe yönetimlerinin başında da bir müftü ve kadı bulunuyordu.

Müftünün emrinde muhafızlar vardı. Her bölgede mahkemeler kuruldu. Mahkemelerin içinde mescit, mahkeme salonu, okul, yöneticiler ve muhafızlar için barınaklar, istihkam depoları ve suçlular için hapishaneler vardı.
 Bu reform hareketleri ve merkezileşme-devletleşme adımlarından korkan Ruslar, bunun önüne geçmek için bir yandan askeri saldırılarını arttırdılar, diğer yandan da ulus öncesi ilişkileri kullanarak Çerkesleri bölmeye; ajanları ve işbirlikçileri aracılığıyla ikilik yaratmaya; kimi kabileleri Misak-ı Milli Örgütlenmesinden ayrılmaya kışkırttılar. Kısmen de başarılı oldular…

 ***

1853 yılında Rusya ile İngiltere-Fransa-Osmanlı ittifakı savaşa tutuşmak üzereydiler. Bu, Çerkesler için bir fırsat olabilir; dışardan destek alınabilmesi durumunda özgürlük savaşının seyri değişebilirdi. Ama iyi bir diplomasi yapılamadı ve “ne Osmanlıların, ne de diğer herhangi bir devletin hakimiyetini asla kabul etmeyiz! Rus generalleri kadar Osmanlı paşalarını da istemeyiz!” denilerek bu fırsat kaçırıldı.
Kırım Savaşı sırasında Çerkesya’ya Rus saldırıları durmuş, hatta Rusya birçok birliğini geri çekmişti. Ama “üç büyük devletle savaşan Rusya’yı arkadan vurmazsak Ruslar da gelecekte bizimle iyi komşuluk ilişkileri geliştirilebilir” diye düşünüldüğü için bu durumdan da yararlanılamadı.  

Kırım Savaşı 1855 yılı sonunda sona erdi; ama 1856’da imzalanan Paris Barış Antlaşması’nda Çerkesya’dan bahsedilmedi. Bu, Çerkesya’nın Rusya’nın emperyal nüfuzuna bırakılması demekti. Çar II. Aleksandr hemen hareket geçti. Bunun üzerine Haziran 1857’de Abın’da (Şapsığ bölgesi) toplanan Misak-ı Milli Meclisi, Ruslarla savaşa devam kararı aldı.

 ***
Müttefiklerle yaptığı görüşmelerden, İstanbul’da karşılaştığı kötü muameleden ve Osmanlı’nın müdahaleleri ile Çerkesya’da birliğin bozulmasından dolayı son derece üzgün ve dargın olan Muhammed Emin geri plana çekilmiş; hem bölgenin hem de meclisin liderliği yavaş yavaş Hacı Giranduk Berzeg’e geçmişti. Ama Rusya’nın Çerkesya’ya genel ve şiddetli bir saldırı için hazırlıklarını yoğunlaştırması üzerine Muhammed Emin tekrar harekete geçti. Siyasi ve askeri yardım bulabilmek için İstanbul’a gitti, fakat yaptığı görüşmelerden yine bir sonuç alamadı ve İmam Şamil’in 1859 Aralığında teslim olması üzerine Çerkesya’nın da aynı akıbete uğrayacağını düşünerek, Misak-ı Milli Meclisi’ni “Ruslarla mümkün olduğu kadar uygun şartlarda anlaşmak“ önerisini görüşmek üzere toplantıya çağırdı. Meclis, Muhammed Emin’in önerisini şiddetle reddetti. Muhammed Emin de 1859’da Ruslara teslim oldu.
Ruslar, Şeyh Şamil’in teslim olmasından sonra bütün güçlerini Çerkesya’ya yıkmışlardı. Çerkeslere iki yol öneriyorlardı. Ya Osmanlı topraklarına, ya da Rusya’nın herhangi bir yerine sürgün edilmeyi kabul etmek. Çerkesler iki öneriyi de reddettiler. Ve yine Meclis’i toplama kararı aldılar.
Misak-ı Milli Meclisi 13 Haziran 1861’de Soçi’de toplandı. Bir araya gelen Vubıh, Abzekh ve Şapsığ thameteleri bütün Çerkesya örgütlenmesini masaya yatırdılar. Liderliğini Vubıhlar'ın temsilcisi Hacı Giranduk Berzeg'in yaptığı toplantıda Abzekhler'i Hasan Bidh, Şapsığları da İslam Thauş temsil etti. Öncelikle, son yıllarda ikilikler ve bölünmeler nedeniyle işlevini yerine getiremeyen Misak-ı Milli Meclisi yerine; bağımsızlık savaşını devam ettirme iradesine sahip, "Çerkesya Özgürlük Meclisi" adı altında yeni bir birlik oluşturuldu ve başkanlığına Hacı Giranduk Berzeg getirildi.
Ardından Çerkesya'nın bağımsızlığı kararı alınarak bütün dünyaya ilan edildi.
Soçi’de İngilizlerden örnek alınarak inşa edilen, 1862 ve 1864 yıllarında Ruslar tarafından iki kez yakılan parlemento binası iki katlı ve “U” şeklinde idi. Çerkesya’nın işgal edilmemiş bölgelerinden seçilen temsilciler bu binada düzenli olarak toplanıyorlardı. İstanbul Çerkesya Komitesi ve Londra Çerkesya Komitesi ile yakın ilişkileri vardı.
Üyeleri arasında Adiğelerin ünlü askeri liderlerinden Zanuko İbrahim Karabatır, İsmail Barakay-İpa Dziaş, Bidh Hasan Efendi, İslam Thauş ve İbrahim Efendi’nin de olduğu Çerkesya Özgürlük Meclisi, Çerkesya topraklarını 12 bölgeye ayırdı, yeni bir yönetim organı kurdu ve vergi toplamaya başladı. Her bölgeye bir kadı, bir müftü, bir muhtar ve bir zabite tayin edilmişti. Bu kişiler, Meclis adına meclisin kararlarını uygulayacaklardı. Yine meclisin uygun göreceği vergileri toplamak için her I00 hane için 5 atlı görevlendirilmişti. “Toplanan vergiler Tanrının rızasıyla ve Hür Çerkesya’nın temsilcisi olan Büyük Meclis tarafından ülkenin yönetiminde en iyi biçimde kullanılacaktır” kararı alındı ve bir yargı sistemi kuruldu.
Kesinlikle Çarlık Rusyasına teslim olunmayacak, görüşmeler yoluyla onurlu bir barış anlaşması yapılmaya çalışılacak; bu mümkün olmadığında ise sonuna kadar savaşmaya devam edilecekti.

Çar II. Aleksandr 1861 Eylül’ünde Kuban’da Çerkes temsilcileri ile görüşmeyi kabul etti. Bu görüşmede Çerkesler, eskiden beri yaşadıkları yerlerde kalmalarına izin verilirse Rusya İmparatorluğu tebaasına geçmeyi kabul ettiklerini söylediler. Ancak Çar “Çerkeslerin ya Kuban’a yerleşmeyi ya da Osmanlı İmparatorluğuna gitmeyi kabul etmeleri gerektiğini” söyleyince, görüşmeler bitti. “Son savaş” hazırlıkları başladı…
Diğer yandan da, Çerkesya’nın bağımsızlığının tanınması, soruna diplomatik bir çözüm ve Çerkesya’ya askeri-politik destek bulunması umuduyla 1862’de İstanbul’a, Paris’e ve Londra’ya heyetler gönderildi. Ancak ne Osmanlı’dan ne de İngiltere’den olumlu bir cevap alınamadı. Dünyanın kapıları Çerkeslere kapanmış ve Çerkesya yapayalnız kalmıştı.

Rus birliklerinin Vubıh topraklarına girmesinden sonra 19 Mart 1864’de toplanan Meclis, topraklarından sürülmemek şartıyla Çar’a sadık kalma ve Rus uyruğunu kabul etme kararı aldı; ama Rusya bu kararı da reddetti.
Bunun üzerine son bir değerlendirme yapan “Çerkesya Özgürlük Meclisi” mücadeleye devam etme kararı alarak Kustanuko İsmail Bey başkanlığında yeni bir hükümet kurdu ve yeminle kuvvet toplamaya başladı. 

1864 yılı ilkbaharında Ruslar tüm cephelerden saldırıya geçtiler. Abhazya tarafından saldıran General Kolyubakin Soçi’deki “Çerkesya Özgürlük Meclisi” binalarını ateşe verdi, yerle bir etti. Çerkesya’nın dört bir tarafından gelip Meclisi korumaya çalışan Çerkeslerin çabaları yeterli olmadı. Çerkesya devleti yıkıldı… Çerkesya Rusların eline geçti…