Çerkesler, Kürtler ve Arnavutlar birbirinden ayrı ve uzak halklarmış gibi görünseler de bazı alt kabile isimleri her üçünde de ortaktır ve eski çağların sonu gelmez kabile göçleriyle bu halklar birçok kere birbirleriyle karşılamış gibidirler.
En yakın bağ, her üç halkın da Osmanlı milletler topluluğunun bir parçası olmalarıydı. Ama bu yakın bir tarihtir ve öyle görülüyor ki bu dönemde her üç halk da ulusal anlamda dilsel ve kültürel olarak oluşumunu tamamlamıştı.
Oysa, daha erken dönemlerdeki yer ve kabile adları bu üç halkı bir arada etüd etmemizi gerektirmektedir. Çerkesler, Kürtler ve Arnavutlar arasındaki tarihi ve antik ilişkileri Çerkes ve Yunan Mitolojileri Üzerine Tematik Okumalar adlı müstakil bir çalışmada etüd ettiğimiz için konunun tafsilatlı kısmını burada tartışmayacağız. Zaten kitabın basıma hazırlandığı şu sıralarda içerisindeki bazı makaleler adresinden okurlara sunulmaktadır. Yine de Çerkesler ile Kürtler ve Kürtler ile Arnavutlar arasındaki ortak kabile isimlerinin bazılarını burada saymakta fayda vardır.
Kürt coğrafyasında Botan-Zaho bölgesinde yaşayan Sinti'ler eski Çerkesya'daki Çerkes kabileler konfederasyonu olan Sint-Meot kabilelerinden Sind'ler ile aynı adı taşımaktadır. Zaten Sind-Meot kabileler konfederasyonunda adı geçen Meot'ların Kürt coğrafyasında bilinen adı Med'lerdir. Kafkasya'da Meot'lar Çerkesler ile Mezopotamya'daki Med'ler ise Kürtler ile anılırlar. Med adına bir de Balkan Çerkesleri olan Therakes kabilelerinin arasında rastlanılmaktadır.1 Sonra Botan-Zaho bölgesinde yaşayan Kikan'lar ve Duski'ler birisi Çerkesya'da Tuski adıyla, diğeri ise en eski Kafkasyalı kabilelerden olmak kaydıyla eski Yunanistan'ın en eski kavmi olan Kaukon'larla aynı adı taşımaktadırlar.
Yine Balkan Çerkesleri olduklarını iddia ettiğimiz Therakesler (Traklar) ve Therakeslerin Brig-Frig adıyla Anadolu'da Frigya ülkesini ve devletini kurmaları ve Asur metinlerinde bu ülkenin Brukunze adıyla geçmesi ve Kırmanç Bruki isminin varlığı da bir kez daha eski Çerkes kabileleri ile Kürt kabilelerinin eski bağlarını ortaya koyacak açık kapılardır.2
Çerkesya ile Kürdistan arasındaki tarihsel ilişkiler Meot-Med ve Sind-Sinti kabileleri üzerinden ve ayrıca Kafkasyalı Kassitlerin Mezopotamya'ya indiği dönemler üzerinden kurulabilir.
Yine Aytek Namitok Çerkeslerin Kökeni adlı eserinde Medler'i Kuzey Hindistan'a kadar geniş bir alanı istila eden Kafkasyalı kabileler birliğinin içerisinde saymaktadır (Bu kabileler Med, Kassit, Pelasg, Therakes, İllyria ve Luvi Kabilelerinden oluşmaktadır.)3
Bu kabile isimlerinin Arnavutlarla olan ilişkisi ise Kırmanç Duski adının Çerkesya'da Tuski adıyla anılmasına karşılık, aslında Arnavutların en büyük iki kolundan birisi Tosk adıyla olan uyumudur. Ve bugün Kosova Arnavutları tümüyle Tosk'dur.
Çerkesler Kürtler ve Arnavutların İttihatçılarla Bitmeyen İmtihanı!
İttihatçılarla ilk kez karşılaşan anlaşmazlığa düşen ve bu anlaşmazlığın bedelini hem ödeyen, hem de ödetenler Arnavutlar olsa gerek. Aslında İttihatçılar, Balkan kökenleri ağır basan bir örgüt olmaları bakımında Arnavutları çok iyi tanırlar. Öyle ki yerel Arnavut isyanlarını kendi isyanlarıymış gibi Saraya satmış ve 1908 yılında Arnavutların başlattığı isyanları Abdülhamit'e karşı iyi kullanarak onu tahttan indirmiş olanlar İttihatçılardır. Gerçekte Arnavutlar Osmanlı'ya isyan etmese ve İttihatçı zekası bu yerel isyanlar üzerinden Abdülhamit'e komplo kurup bunu genel bir Balkan isyanıymış gibi yutturmasaydı İttihatçılar belki de Abdülhamit'i hiç alt edemeyeceklerdi.
Sonuçta 1908 yılında Abdülhamit tahttan indirildi ve 1908 yılında Mebusan Meclisi için seçimler yapıldı. Arnavutlar bu ilk seçimlere 27 milletvekili soktular. Ancak Arnavutlar arasında hızla yayılan milliyetçi akımlar arayış içerisindeydi. Ve Arnavut milliyetçileri kendi içyapıları gereği Arnavut dili ve kültürü üzerinden bir Arnavut milleti inşaasına giriştiler. Ancak en radikalleri bile Osmanlı'dan kolayı kolayına ayrılamayacaklarını, ayrılsalar bile Bulgar, Yunan ve Sırp saldırılarına karşı Büyük Arnavutluk'u savunamayacaklarını iyi biliyorlardı. Dahası nüfusunun % 90'nından fazlası köylü olan bu halk henüz böylesi bir macerayı göğüsleyecek imkânlara ve kadrolara sahip değildi.
Çerkeslerin 1860'lardan sonra kurduğu ve Çarlık Ordularının saldırılarına karşı Çerkesya'yı savunacaklarını deklare etmeleriyle sonuçlanan Çerkes Ulusal Meclisi'ne benzer bir yapıyı Arnavutlar 1881 yılında Prizren Birliği adında kurmuşlardı. Ancak birlik Abdülhamit tarafından zamanla sindirilmiş ve kadroları silah zoruyla dağıtılmış ve sürgüne yollanmıştı. 1908 yılından sonra Arnavutlar da Çerkesler gibi İstanbul merkezli birçok örgütlenmelere gittiler. Meclisteki 27 Arnavut Mebusuna ek olarak Arnavut Dernekleri kurdular, Arnavutça gazete ve dergiler çıkarıp bunu Arnavut topraklarına ulaştırdılar vb. Aynı dönemde benzer çalışmaları Çerkes Teavün Cemiyeti'nde ve Kürtlerin kurduğu derneklerin çalışmalarında da görüyoruz. Hepsinin ortak noktası dil ve kültür üzerine eğilmeleri, gazete ve dergi çıkarmaları ve görünür olmaya çalışmalarıdır.
Aslında Arnavutlar ile Kürtler Osmanlı ile kurdukları ilişkiler bağlamında birbirine çok benzeyen iki ayrı halktır. Osmanlı Balkanlar'daki Hıristiyan halkları Arnavut'lar üzerinden yönetmekte, disipline etmekte, ya da cezalandırmaktaydı. Yine Osmanlı devleti doğusunda yaşayan Müslüman olmayan halkları Kürtler üzerinden yönetmekte, disipline etmekte, ya da cezalandırmaktaydı. Ancak İttihat Terakki yeni dönemde bu dengeyi bozdu. Önce Arnavutlar sonra da Kürtler ile bir dizi çatışma yaşadı. Arnavutlar ile Kürtlerin Çerkeslerden en temel farkı kendi tarihi coğrafyalarında yaşıyor olmaları ve bu coğrafyalarda nüfuslarının görece yoğun olmasıydı. Arnavutlar Balkan Savaşları'nda ve II. Dünya Savaşlarında kendi tarihi yurtlarında çoğunluk olmaya ve diğer halkları ülkelerinden sürmeye çalıştılar. II. Dünya Savaşında kurdukları Bali Kombetar gibi milliyetçi silahlı örgütler aslında bu gün Kosova'nın Sırbistan'dan ayrılmasında en etkili güç olan UÇK'nın prototipidir. Kürtler ise şimdi yaşadıkları coğrafyada nüfus çoğunluğuna 1915 yılından sonra Ermenilerin katledilmeleri ve göçürülmeleriyle ulaşmışlardır. Bugün Kürt ulusalcılarının Kürdistan olarak andıkları ve uğruna savaştıkları bu bölge için daha önce Ermeni ulusalcıları Büyük Ermenistan kurmak amacıyla savaşmışlardı.
Arnavutların Küsmeleri ve Yeni İsyan Dalgaları Dönemi
1908 seçimlerinde Mebusan Meclisindeki Arnavutlar daha çok yerel Arnavut Beyleriydi ve bu Beyler Osmanlı ile az çok eski bağlara sahiplerdi. İçlerinde milliyetçi aydınlar da vardı ve bu aydınlar daha ilk dönemde İttihat Terakki'nin Türk milliyetçisi tutumuyla çatışmalar yaşamışlardı. Arnavutların Arnavut dili ve kültürü üzerinde durmaları ve otonomi istemleri gibi nedenlerle İttihatçılarla aralarında tartışmalar yaşandı. İttihatçı kadrolar Arnavut Mebusları mecliste bile tokatlamaya başlayınca, feodal Arnavut beyleri bunun intikamını almak için soluğu Arnavut dağlarında aldılar. Bunu 1909 - 1910 - 1911 Arnavut isyan dalgaları izledi. İttihat Terakki bu isyanları bastıramadı ve bu durumu iyi takip eden başta Karadağ olmak üzere diğer balkan devletleri Osmanlı'nın bu zayıf anını iyi okudu ve Osmanlı Devletine savaş ilan ederek saldırdılar. Sonrası malum... Osmanlı Devleti I. ve II. Balkan Savaşlarıyla 450 yıl yönettiği Balkanlardan birkaç ay içerisinde atıldı.
Ancak Arnavutlar çıkardıkları bu isyanlarla ne kadar büyük bir felaketi tetiklediklerini, Büyük Arnavutluk hayalini kurdukları toprakların büyük bir kısmı Sırp, Bulgar, Karadağ ve Yunanlılar tarafından işgal edilince anlamışlardır. Sonrasında ise Arnavutlar aynı anda birden çok ülkenin ordularıyla savaşmak zorunda kalmışlardır. Arnavut halkı bugün halen iki devletli (Arnavutluk-Kosova) bir halktır ve bu duruma gelene kadar yaşadığı onca katliam ve acının en büyük nedeni, Osmanlı İmparatorluğunun 1908 ve sonrasındaki Mebusan Meclislerinin çözüm üretemeyen ve Milliyetçilerin çatışma alanı olmaktan öteye gitmeyen halidir. Eğer İttihatçı kadrolar Arnavut Mebus'lara saldırmasa, Arnavut dili resmen yasaklanmasa ve diğer kültürel faaliyetler ve ya otonom Arnavutluk mümkün kılınsaydı, bu Arnavutlar isyan etmeyecek ve devamında yaşanan yıkımlar ve katliamlar olmayacaktı. Bunlar yapılamadı ve hem İttihatçıların Osmanlısı, hem de Arnavutlar kaybetti. Arnavutlar onca katliama ve yıkıma maruz kaldılar ve bugün hala tek bir ülkede değil, iki ayrı ülkede yaşıyorlar.
Osmanlı ise Balkanları kaybetti ve devamında Balkan Türkleri büyük bir katliama uğratıldılar. Bunu açlık, kıtlık, sefalet ve tecavüzler izledi...
III. Meşrutiyet ve Kürtler
Aradan yüz yıl geçti ve Türkiye şimdi 1908 II. Meşrutiyet dönemine benzer bazı şartlardan geçiyor. Her şeyden önce o dönemdeki gibi bir Anayasa yapım süreci yaşanmaktadır. Ve Kürt ulusalcıları ta en başta olması gereken bir şeyi Türk Devletine hatırlatmakta ve kurucu ulus olarak Anayasal teminat istemektedirler. Yine belli belirsiz bir otonomi talebi de söz konusudur ve bu alandaki beklentilerin ucu açıktır (federasyondan bağımsızlığa). Dahası Kürtler son 25 yıldır sayısı 5 binden az olmayan silahlı bir yapıyla isyan etmiş ve dağa çıkmışlardır. Dolayısıyla 1908 Arnavut isyanlarını akla getiren bir durum söz konusu olsa da, Osmanlı'yı Balkanlar'dan çıkaran güç Arnavut İsyanları değil, diğer ülkelerin bu isyanları bastıramayan Osmanlı'nın zayıfladığını sezmeleri ve kendileri için doğru zamanda Osmanlı'ya saldırmaları olmuştur.
Dolayısıyla şimdiki Kürt isyanının Balkan Savaşlarını tetikleyen Arnavut isyanlarından en temel farkı, başka bir gücün PKK isyanını bastıramayan Türk Devleti'nin bu durumunu kullanıp, Türkiye'ye saldırmayacağı gerçeğidir. Dolayısıyla PKK isyanının Türk devletini silah kullanarak yenemeyeceği ortadadır ve zaten bunu kendisi de kabul etmiştir. Şu anda Kürt ulusalcılarının elini güçlü kılacak en büyük beklentileri ya da senaryoları; ekonomik olarak zayıf bir Türkiye'nin baskıcı ve diktacı bir yönetime dönüşmesi ve Arap Baharı'nın içeriye sıçraması beklentisidir. Bu da şu ana kadar gerçekleşmemiştir.
Ne var ki anayasa yapım süreci boyunca Kürt ulusalcılarının ve silahlı gruplarının çıtayı yükselterek olaya müdahil olmayı istedikleri açıktır. Ne var ki bu durum sonu gelmez silahlı çatışmaları ve Meclis çatısı altında yaşanan restleşmeleri getirmekte ve iki tarafın da çözüm üretememesiyle sonuçlanmaktadır. Kürt ulusalcıları başlattıkları silahlı mücadelede arzuladıkları sonuçtan hala çok uzaklar ve bölgede oluşturdukları isyan kültürü de "Panzer Taşlayan Çocuklar" dışında somut bir noktaya ulaşamamaktadır.
Ancak Arap Baharı'nın Türkiye'ye şu anda sıçramaması ileriki dönemlerde Türkiye, İran ve giderek Rusya - Kafkasya bölgelerinde yeni bahar ve sonbaharların yaşanmayacağı anlamına gelmemektedir. Yine de Türkiye için ve Türkiye'de yaşayan herkes için Meclis ve demokrasi kültürü (eğer Kürt ve Türk tarafının ulusalcıları imkan verirse) bu krizi çözecek tek adres olarak kendisini göstermektedir. Ancak açıkça görülüyor ki Türk tarafı AKP üzerinden kendisini yeni ve küresel şartlara adapte ederken ve eski devletle Ergenekon üzerinden hesaplaşırken, aynı yüzleşmenin PKK - Kürt ulusalcıları ve demokratları bağlamında henüz yaşanmadığı artık bilinen bir gerçektir. Henüz Kürt ulusalcıları örgüt romantizminden kurtulmuş değiller ya da PKK'nın korkutan ve öldüren gücü Kürt ulusalcılarını demokrat olmaktan caydırabilecek düzeyde durmaktadır...
Çerkesler ve III. Meşrutiyet Döneminde Ekoller Çatışması Üzerine
Daha önce belirttiğimiz gibi Türkiye Çerkeslerini Osmanlı döneminde Arnavutlar'dan ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde Kürtler'den ayıran iki önemli fark göze çarpmaktadır. İlkin Çerkesler bu sahada yenidir. Çerkes ana dokusu Selçuklu ve Osmanlı döneminde sarayda ya da orduda göze çarpsalar da kitlesel olarak 1864 Soykırımı ve ardından yaşanan göçle Osmanlı coğrafyasına dağılmışlardır. Ne var ki Osmanlı bir emperyal güçtür ve Çerkesleri daha çok jandarma gücü olacak şekilde kendi coğrafyasına dağıtmıştır. Böylece Avşarlar, Kürtler, Dürziler, Bulgarlar, Sırplar dönem dönem kendi bölgelerine yerleşen Çerkesler'le çatışmışlardır. Sonuçta Çerkesler bölgede yeni bir aktördür ve dahası hiçbir bölgede nüfus yoğunlukları yoktur.
Ne var ki aynı durum Mısır Çerkesleri için söz konusu değildir. Mısır Çerkesleri bir şekilde Mısır ile bin yıllık bir ilişki içerisindedirler ve Çerkes Memlük ve Karamanoğlu Beyliği dayanışması Osmanlı'nın hayli canını sıkan bir durumdur. Osmanlılar Karamanoğulları ülkesini işgal ettikten sonra çoğunu Balkanlara sürmüşlerdir ve işte bugünkü ve dünkü Balkan Türklerinin neredeyse tamamı Karamanoğulları'ndan gelmektedirler. Osmanlı böylece Selçuklu'nun hukuki varisinden kurtulmuştur. Böylece siyasal anlamda liderliğini pekiştirirken, Çerkes Memlüklerle çatışmalar başlamıştır. Osmanoğulları Çerkes Memlük Ülkesini işgal ederek de dini anlamda halifeliğe ve onun verdiği meşruluğa sahip olmuş ve İslam halifeliğini Çerkes Memlüklerden zor kullanarak almıştır. Osmanlı hem Karamanoğulları ülkesini, hem de Çerkes Memlük ülkesinin işgalini kara propaganda yöntemiyle temize çıkarmıştır. Karamanın Koyunu Sonra Çıkar Oyunu diyen Osmanlı aslında oyunu en iyi oynayan ve kazanan taraf olurken, Çerkes Memlüklere yaptığı saldırıyı dini motiflerle kapatmıştır. Güya Osmanlı Ordusu çölden geçerken İslam Peygamberi onlara yol göstermiştir (Böylece İslam Peygamberi ölümünden yüzlerce yıl sonra kendi Halifesi olan Çerkes Memlüklere karşı Osmanoğullarını desteklemiştir!)
Ya da o dönemin büyük İslam alimleri hepsi birden rüyalarında İslam Peygamberini görerek zalim Çerkes Memlüklerinin döneminin kapandığına dönük işaretler almışlardır. Aslında bu işgalin ve sonrasında yaşanan katliamların acısını hafifletmek için uydurulmuş propaganda amaçlı hikayelerdir.
Memlüklerin zalimliğini önlemek için Mısır'ı işgal eden bir diğer kişi de Napolyon olmuştur. Dolayısıyla Osmanlının Mısır'ı işgalinde rüya gören alimlerin rüyası boşa çıkmıştır. Demek Memlük zulmü Mısır'da Napolyon dönemine kadar sürmüştür. Yine de Türk tarih yazıcılığı açısından Mısır'da varlığını bin yıl kadar sürdüren Çerkes egemenliğinin kayda değer olmadığı açıktır.
Bu kadar ortaçağ masalından sonra yeni dönemde Türkiye Çerkeslerinin III. Meşrutiyetle kurdukları ilişkileri tahlil etmek yerinde olacaktır.