ÇERKES MAHKEMELERİ


Çok sık bir şekilde Çerkeslerin hapishanesi olmayan bir halk olduğu sözü tekrar edilir cemiyetimizde. Tabii bu genel ifade bazen öyle abartılı bir biçimde anlatılır ki, dinleyenler neredeyse Çerkeslerde hiç suç işlenmediği, toplumda hiçbir problem olmadığı hayatın güllük gülistanlık olduğu yanılgısına düşerler. Elbette Çerkeslerde de iyi ve kötü vardı, hırsızlık cinayet adaletsizlikler vardı
Fakat toplum o dönemlerde bu gün bile çok medeni kaçan yöntemlerle çözüyordu bu tür meselelerini.

Bu tür cemiyet içi sorunlarda işleyen mekanizmayı ve kuralları Mafedz serebiy ‘Adige Xabze’ isimli kitabında detaylıca anlatıyor.

Bu kurallardan, özellikle toplumdaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların çözümü ile ilgili olanlardan şöyle bahsediyor Serebiy:
Çerkeslerde hapishane yoktu, fakat o işi gören başka mekanizmalar, xabzeler vardı.

O Çerkesler ki çocuk 7 yaşına girdiği andan itibaren beline kama takardı ve yaşı ne olursa olsun asla o kama bir daha belden çıkmazdı.

Kendisini erkek sayan her Adige'nin belinde kama olması, erkeğin silah taşıması eski Çerkeslerde xabze idi. Eğer yasta değilse, cenazesi yoksa bir erkeğin belinde kaması olmadan bahçe kapısından dışarı adım atması bile çok ayıp sayılırdı.

Buna rağmen Adigelerde durup dururken silaha davranmak, çok geçerli bir nedeni olmadıkça silah çekmek de aynı derecede ayıplanırdı ve bu çok nadir rastlanan bir şeydi cemiyette.

Bu disiplin ise köylerdeki yaşam biçimlerinin xabze kuralları üzerine yürüyor olmasından ve bu kuralların herkes için bağlayıcı olmasından kaynaklanıyordu.

Aileyi bağlayan kurallar, mahalleyi bağlayan kurallar, köyü ve bölgeyi bağlayan kurallar vardı.

Bu kurallar her aile, mahalle, köy veya bölge, kısacası bütün cemiyet için geçerliydi. Herkes kurallara sadece uymakla değil aynı zamanda korumakla da yükümlüydü.

Tabii ki her şeye rağmen bu kurallara uymayanlar, yalan söyleyenler, ayıp işleyenler hırsızlık arsızlık yapanlar da oluyordu cemiyette fakat zaten xabzeyi gerekli kılan xabzenin güzelliğini belirginleştiren şeylerdi bunlar sadece.

Cemiyetin ezici bir çoğunluğu xabze dışına çıkmaz bu ortak kuralları yaşamında uygulardı.

Artniyet gütmeksizin herkes kendisine yakışanı yapar, kendi gücü oranında komşusuna soydaşına yardım eder, hiç kimse bir başkasına zarar verecek bir işe kalkışmazdı bilerek.

Yardımlar karşılık beklemeksizin yapılır, gençler cemiyetin tümü tarafından eğitilirdi.

Kendisi bir kazanç sağlamışsa bir şeyden fayda görmüşse, mutlaka yakınındakine komşu hakkı götürürdü insanlar.

Köyün yöneticisinin aldığı kararlar uygulanır, yaşlılara her daim saygı gösterilirdi ve herkes bu kurallara uyardı.

Ne zaman ki bu yaşam biçiminin eşitlikçi olmadığı, cemiyetteki bir kesimin diğerini kullandığı veya basit gördüğü, bu tür toplu kuralların kişi özgürlüğünü sınırladığı gibi düşünceler ortaya atılmaya başlandı, işte o zaman xabze toplumdaki değerini kaybetti, onunla da kalmadı yok olup gitti.

“İnsanlar birbirini dinlemeden anlamadan kendi doğrusuna giderse, birisinin elindekini diğeri gözünü kırpmadan kaparsa, yumruğu güçlü olan kuralları koyarsa,yüzsüz pişkin arsız olan itibar görürse, ister aile olsun ister cemiyet olsun o topluluğun ömrü uzun olmaz” diyor Serebiy.

Aşağıda daha ziyade kavga anlaşmazlık cinayet gibi meselelerin çözümü konusunda yürüyen xabze ile ilgili bilgiler bulacaksınız.

Kavga ve cinayet gibi aileler arası anlaşmazlıklar:

Bir şekilde köyde bir kavga bir cinayet olmuşsa önce köyün yaşlıları devreye girerlerdi.

Oluşturulan yaşlılar heyeti önce kendi aralarında adil olacaklarına dair yemin ederdi ve ettiği yeminden dönmüş kişi de görülmemiştir bu güne kadar.

Bu şekilde oluşturulan mahkeme heyeti problemi çözünceye kadar, öncelikle arasında kavga olan iki sülaleye köyün yollarını paylaştırırlardı.
Kavgalı iki aile bireylerinin de gezeceği yerler, geçeceği yollar belirlenerek durum kendilerine bildirilir, böylece arasında problem olan aile fertlerinin karşılaşması önlenirdi.

Eğer mevcut problem çok tehlikeli ve riskliyse, veya hatalı görülen taraf sürekli saldırganlıkta bulunan arsız bir aile değilse, yaşlılar heyeti o sülalenin büyüklerini çağırarak ikinci kez bu tür bir olayla gelmemeleri konusunda uyarır, haksızlığa uğrayan taraf için tazminat belirlerlerdi.
Olayda yaralanan veya ölen varsa, yine bu yaşlılar heyeti zarar gören kişi için kan parası tayin eder bunu diğer tarafa ödetirdi.

Eğer ölen kişinin küçük çocukları varsa o çocuklar yetişinceye kadar bakımlarını hatalı görülen tarafın üstlenmesine karar verilirdi.

Bu tür bir kavga sonucu ölüm olmamış fakat, yaralı ve iş göremez durumda mağdur kimseler olmuşsa, zarara uğrayan kişinin tedavisini ve iyileşinceye kadar evinin odun su yiyecek gibi ihtiyaçlarını hatalı görülen kişinin veya sülalesinin üstlenmesine karar verilirdi.

Bu tür problemler yaşlılar tarafından çözüme bağlanıncaya kadar kavgalı ailelerden iki kişi bir şekilde karşılaşırsa birbirlerinden uzak durmaları, icap ederse yollarını değiştirmeleri gerekiyordu Çerkes xabzesine göre.
Bu tür durumlarda genellikle de haksızlığa uğrayan taraf olurmuş yolunu değiştiren.

Fakat bunun nedeni eski zamanlarda yaşayan Temir Kasbot’tan rivayetle şöyle anlatılır:

İki ailenin arasında kan davası olmuşsa, zarar gören ailenin yaşlısı kendi sülalesindeki herkesi toplar ve onlara şöyle tembihlermiş:
“Bu gün hasmımız olan sülalede eğer gerçekten sözü geçen yaşlı olsaydı, xabze olsaydı böylesi bir olay başımıza gelmezdi.Bu cemiyette xabze var, yaşlılarımız var ve onların alacağı kararlar geçerlidir.

Bu karar alınıncaya yaşlılar bu işe el atıp çözünceye kadar, şu andan itibaren içinizden hiç kimse hasmımız ile karşılaşmayacak, eğer bir yerlerde rastlaşırsanız yolunuzu değiştirin, tartışmayın saldırmayın muhatap olmayın.Haklıyken haksız çıkmayalım.”

Haksız durumda olan sülalenin yaşlısı da kendi sülalesini bir araya toplar onları şu şekilde uyarırmış:
“Artık olan oldu. Ortalıkta çok fazla dolaşmayın,hasmımızla karşılaşmamaya çalışın. Eğer hasmımız bir saldırıda bulunur, evimizi basmaya kalkarsa acımadan vurmakta serbestiniz.Bunun dışında kendinizi koruyun dikkat edin ve alınacak kararı bekleyin”.

Her ne kadar yaşlılar kendi ailelerini kontrol etmeye çalışsa da, zaman zaman bu tür baskınlar olduğu olurmuş kavgalı aileler arasında.
Buna Çerkesce de wunaje yнажэ deniliyor.

Fakat bu tür bir öfkeye kapılan,bu tür bir hata yaparak hasmına baskına yeltenen aile masum bile olsa saldırgan taraf durumuna düştüğü için,bu hoş karşılanmaz ve baskına yeltenen aile çoğu kez haklıyken haksız duruma bile düşebiliyormuş.

O nedenle bu tür olaylarda oluşturulan yaşlılar heyetinin kararı beklenir, onların kararı netleşip taraflar uzlaştırılıncaya kadar iki hasım sülale birbiri ile karşılaşmamaya dikkat edermiş.

George longvorth anılarında bu konudan bahsederken;
“Bu meselede taraflar o kadar dikkatli o kadar temkinli davranırlardı ki, Çerkes xabzesini bilmeden gözlem yapan bir kişi bunu rahatlıkla hasımların korkaklığına cesaretsizliğine verebilirdi, fakat işin aslı öyle değildir.

Eğer iki kişi arasında bu tür olay olmuşsa, artık o sorun kişilerin değil sülalelerin arasında bir mesele sayılıyordu.

Eğer kişi bir başkasını öldürmüş,yaralamış malını çalmış veya benzer bir zarar vermişse onun cevabını bütün sülale veriyordu ve çoğu kez de haksız olan tarafa karşıya verdiği zarar misli misli ödetiliyordu.

Dolayısıyla kişiler kendi başlarına hareket edemiyorlardı,böyle hareket edenler çıkarsa da kendi sülalesi onu dışlıyor ve yapayalnız bırakıyordu.” diyor.

Bütün bu olayların içerisinde bir önemli detay vardı; hiç bir suçu yokken saldırıya uğrayan, pusu kurularak öldürülen tamamen masum bir insanın öcü mutlaka alınır, hiçbir şekilde bunun affı olmazdı.

Yine Longvorth şöyle yazıyor bu konuda:
“Tüfek tabanca ve kamanın erkek kıyafetinin bir parçası sayıldığı bu toplumda, silahın herkese bir güven bir cesaret verdiğini görebiliyorsunuz.
Fakat öte yandan aynı kişiler o bellerindeki silahın boyunlarına yüklediği sorumluluğun çok iyi farkındalar ve o nedenle de buna uygun davranıyorlar genellikle.”

Yukarıda anlatılanlara örnek vermek gerekirse : Eğer bir kişi bir cinayet işler ve onun mahkemesi görülüp kan bedeli ödetildikten sonra bu tür bir olayın tekrarı olursa, yaşlılar o sülalenin yaşlılarını çağırırlar ve şu kuralı bildirirler kendilerine: “Arsızınızı kendi kuyunuza gömün, cezasını kendiniz verin.”

Hiçbir sülale bu kararı uygulamazlık edemezdi.

Eğer böyle bir şey olursa o ailenin düğününe cenazesine girilmemek üzere karar alınır ve aileye köy terk ettirilirdi.

Bununla ilgili eski kaynaklarda örnekler de vardır.

Mesela bir sülalenin, tekrar tekrar suç işleyen kendi oğullarından birisini yaşlılar heyetinin kararı ile boynuna taş bağlayarak nehre attıklarını anlatan bir olay vardır eski yazılı belgeler arasında.


Kaza ile ölüme sebep olmak:

Kazaen bir insanın öldürüldüğü olaylarda ise başka bir xabze uygulanıyordu.

Bu xabzeye mate pılhe Матэ пылъэ deniliyordu.

Örneğin, kişi bir kavgayı ayırırken veya bir masumu korumak isterken saldırganın ölümüne neden olmuşsa, iki sülale arasına kan davası girmemesi için kendi evinin bahçe kapısı yanında bir sopaya boş bir sepeti tepe üstü takar çeker gidermiş köyünden.

Bunun anlamı, “ben bir adam öldürdüm ama bilerek isteyerek veya düşmanlık nedeni ile olmuş bir şey değil, tamamen kaza ile ölüme sebep oldum fakat saldırgan ve hatalı olan taraf ölen kişiydi” demekmiş.

Böyle yapıp giden bir kişinin sülalesine düşmanlık eden cemiyette haksız görülürdü.

Fakat ölüme neden olan kişi bir yerlerde bir şekilde yakalanırsa kana kan mı olur, kan bedeli mi alınır, artık o ölü sahibinin vicdanına kalmış bir şeydi.

Kişiyi aşağılamak:

Bir insana kamçı veya sopa ile vurmak hele hele çiğ et ile yüzüne vurmak çok aşağılayıcı bir hareket olarak görülürmüş Çerkeslerde ve bu durumda kama çekilirmiş.

Bu şekilde yüzüne çiğ et ile vurulan bir kişinin kamasını çekerek karşısındakini üstten aşağıya doğradığı ve sonra da matepılhe yaparak çekip gittiği anlatılır eskiler tarafından.

Yine bir başka olayda genç çobanın dalgınlığına gelmediği ve sürünün bir adamın ekinine girdiği, ekin sahibinin öfke ile gelip çobana sopa ile vurduğundan bahsedilerek; çobanın “ben hayvan mıyım bana nasıl sopa ile vurursun” diye kamasını çekerek adamı yaraladığı anlatılır.

Yaşlılara havale olan bu olayda,kurulan mahkemenin çobanı haklı görerek yaralanan adamı suçlu çıkarttığı belirtiliyor.

Böyle durumlarda taraflar arasında dargınlık olmaması için aynı mahkeme önünde hatalı olanın kafası haklı bulunana tıraş ettirilirdi.

Hatalı olan da bir sofra donatarak iki tarafında katıldığı bir ziyafet verir, bu şekilde iş tatlıya bağlanırdı.

Hırsızlık:

Bir hırsızlık olur da mal sahibi çalınan malının izini sürerek bir köye kadar girerse, o malı köyün bütünü ya bulup teslim etmekle veya hep birlikte ödemekle yükümlüydü.

Gizli şahitlik:

Bu tür bir hırsızlık yapan kişiyi gören olur da mal sahibine durumu bildirirse, mal sahibi o kişinin şahitliğini başka üç adama daha dinletirdi, fakat hepsi birlikte kişinin adını açıklamayacaklarına yemin ederlerdi.

Mahkemeye bu üç kişi şahidin söylediklerini duyduklarına dair isim açıklamadan bilgi verirlermiş.

İki topluluk arasındaki sorunun çözümü:

İki köy veya kabile arasında bir sorun çıkmış bir anlaşmazlık olmuşsa, meselenin çözümü konusunda Adige töresi çok önemli bir örnek teşkil eder.

Bu tür anlaşmazlıklarda olayın tarafı olan her köy veya topluluk, kendisini temsil edecek, dürüstlüğüne insanlığına güvenilen, itimat edilen ve her zaman doğrudan yana olabilecek kişilerden oluşan birer vekil heyeti seçerdi öncelikle.

Daha sonra bu iki heyet her iki köye de aynı mesafede olacak şekilde belirlenmiş bir yerde toplanırdı. Fakat iki köyün de heyetleri birbirine yaklaşmaz, karışmaz çok uzaktan karşılıklı otururlardı.

Bu tür bir toplantı olacağına karar verilmiş, sorun bu şekilde çözülmek üzere ele alınmışsa, öncelikle Jı-ak’ue (жыIакIуэ) denilen bir kişi görevlendirilirdi.

Jı-ak’ue aracı veya bir tarafın kararını diğer tarafa bildiren kişi demektir...

Bu göreve seçilmek kişiler için çok önemli bir itibar göstergesi olurdu.Çünkü böyle bir göreve seçilmiş olmak herkesin güvenini kazanmış olmak demekti aynı zamanda.

Hatta bu jıak’ue denilen kişiler vasıtasıyla pşılerin arasında barış sağlandığı, anlaşma yapıldığı zamanlar da oldu eskiden.

Jı-ak’ue (жыIакIуэ) olarak seçilen kişi, karşılıklı olarak toplanmış iki köy heyetinin arasında dururdu.

Anlaşmazlığın her iki tarafındaki heyetlerin kendi arasından seçtiği birer kişi de ona yardımcı olarak verilirdi ve başında Jı-ak’ue (жыIакIуэ)nin olduğu bu arabulucu grup üç kişiden oluşurdu.

Bu üç kişilik grup öncelikle bütün vasıflarını bir kenara bırakıp sadece doğrudan ve adaletten yana olacaklarına dair yemin ederlerdi.
Jı-ak’uenin (жыIакIуэ) yardımcısı olan ve anlaşmazlığa taraf heyetlerden seçilmiş birer yardımcı için bu tarafsızlık bazen zor olsa da onların çok önemli bir görevi yoktu bu işte. Onların bütün görevi, Jı-ak’ue (жыIакIуэ) bir heyetin kararını veya düşüncesini diğer tarafa anlatırken bir şeyi atlar, unutur veya kastedilenin dışında bir mana vererek ifade ederse bu yanılgıyı düzeltmekten ibaretti.

Fakat bu arabulucunun her ne olursa olsun kesinlikle kızmak sinirlenmek, bir tarafa hak verir veya bir tarafı hatalı bulur şekilde davranışlar sergilemek şansı yoktu.

Bu tür bir şaibe doğması bile çok büyük bir ayıp olarak görülürdü.

Oluşturulan bu üç kişilik heyet atlarına biner, Jı-ak’ue (жыIакIуэ) ortada diğer iki yardımcısı ise yaş durumuna göre onun sağında ve solunda yer almak üzere dizilirlerdi.

Öncelikle suçlamayı yapan tarafa gidilerek o köyün temsilcilerinin söyleyecekleri dinlenirdi.

Jı-ak’ue (жыIакIуэ) ve iki yardımcısı, şikayetçi tarafın heyeti ne söylüyor neyi savunuyorsa hepsini dinledikten sonra, üçü birlikte tekrar atlarına binerek şikayetçi adına görevli heyetin düşüncelerini taleplerini diğer tarafa iletmek üzere giderlerdi.

Suçlanan tarafın heyeti, karşı tarafın düşüncelerini suçlamalarını,sorunun çözümü için isteklerini dinledikten sonra kendi arasında görüşme yapar, ya suçu kabul etmediklerini veya kabul ediyorlarsa sorunun çözümü için önerilerini tartışırlar, aldıkları kararı yine bu üç kişilik heyete bildirirler ve onlar da karşı tarafa durumu anlatırlardı.

Arabulucu heyet burada zaman zaman kışkırtıcı veya öfkeli ifadeler olsa bile onu biraz yumuşatarak karşıya anlatır, mümkün olduğunca sorunun her iki tarafın da rızası ile çözümü için çalışırdı

Bu şekilde arabulucu heyetin iki taraf arasında defalarca gidip geldiği, hatta bir toplantıda bir günde, zaman zaman bir ayda sorunun çözülemediği durumlar da olurdu.

Bu süre ne kadar uzarsa uzasın, meselelerin çözülemediği ve bir Adige grubunun veya köyünün diğerine saldırdığı hiçbir zaman görülmemiştir.
Süre ne kadar uzarsa uzasın,görüşmeler ne kadar çetin geçerse geçsin mutlaka sonunda çözüme ulaşılırdı.

Bu tür çetin geçen görüşmelere en iyi örnek olarak, 18.yy. ortalarında Baksan grubu ve Kaşkataw grubu olarak bölünmüş bölge Adigeleri arasında kan akmadan anlaşma sağlanması gösterilebilir.

Bu büyük çatışma nedeni, yukarıda anlatılan mahkeme yöntemi ile çözümlenmiş ve iki grup arasında yeniden barış sağlanmıştır.

Komşu haklarla olan anlaşmazlıkların çözümünde, pşıler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde de aynı yöntemi kullanırlardı Adigeler.

Toparlarsak, gücün hükümran güçlünün hükümdar olduğu 17.-18. yy.larda, Adigeler bu gün sorunların çözümünde en medeni usul olarak sunulan ikili görüşmeler yoluyla çözüm arama yöntemini kullanıyorlardı.

Dünün yabani halkları bizi dağlı vahşi eğitilmemiş olarak dünyaya tanıtıyorsa da, gerçek bunun tam aksidir ve Çerkesler toplumsal sorunların çözümünde kendi çağına göre en medeni yöntemi kullanmışlardır.

Xabze bütün cemiyeti altına alan bir şemsiye olarak hükmetmiştir Çerkes yaşamına.