ÇERKES TANIMININ KÖKENİ


Biliniyor; dil insanda önemli bir olgu. Bir canlı organizma… Ve bir üretimdir aynı zamanda. Sürekli değişmektedir o. Her dil konuşulduğu coğrafyada üretim ilişkileriyle şekillenmiştir. Kapalı bir kutu gibidir o. Yorganla örtülüdür üzeri. Aralandığında pek çok bilgi açığa çıkar. Dilin tarihi insanın, insanın tarihi dilin tarihidir. İkisinin kökeni çok uzaklara dayanır. “Çerkes” adı nereden kaynaklanmaktadır? Bu nitelendirmenin kökeni nereye dayanmaktadır? İlk defa ne zaman dillendirilmiştir?
Çerkesler tarihin uzak geçmişlerinden beri Kafkasya’da yerleşik olarak yaşamaktaydılar. Çerkes adı ve terimi konusunda onlarca görüşten kaynaklı farklı teori ve açıklamalar mevcuttur. Antik çağdan beri Çerkes kelimesinin kaynağı, kökeni üzerine yaygın görüşler ortaya koyan yazarların türlü tanımlamaları vardır. İlk defa Çerkes terimi eski Grek yazarlarınca kullanılmıştır. Kelime onların görüşlerine dayanarak ortaya çıkartılmıştır.
Milattan çok önce Karadeniz sahillerine ticari topluluklar olarak gelen Grek boyları, Karadeniz sahillerinde yerleşik olan halklarla karşılaştıklarında ticari faaliyetler geliştirdiler. Geliştirdikleri ilişkiler içerisinde onlara “Kerket” ismini verdikleri bilinmektedir. Kerket kelimesinden hareketle “Çerkes” teriminin kökeni ve Çerkes adı değişik yazarların bakışlarında üç yaygın ana görüş olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüşler; Grek-Latin, İran-Arap, Tatar-Türk yorumlarıdır. Asıl yaygın görüş ve yorum ise “Çerkes” teriminin kökeninin Grekçe bir etnik isim olan “Kerket” (Kercetai) olduğudur. Grek dilinde “ç” foneminin var olmamasına dayandırıldığı üzerine yapılan açıklamalardan kaynaklanmaktadır. Çerkes adının etimolojik tanımları ortaya konulduğunda, hali hazırda pek çok kaynakta Kafkasya’daki Adığe-Abhaz etnisitesine verilen bir ad olduğu fikridir. Bu adlandırmanın Kafkasya’daki kalabalık boylar olan ve Çerkeslerin ataları olarak kabul gören Kasog, Zikh, Sind, Dandiri, Psess, Abask, Aspargianlar gibi değişik yirmiden fazla yerli boya ve kabileye ilişkin yapıldığıdır. Kerket-Çerkes, Adığe-Abhaz tarihinde, M.Ö. 2500-3000’lerde Antik Grek oymakları Karadeniz sahillerine geldiklerinde, Panhagoriha gibi karasal sınırları belirli site devletleri oluşturduklarını ve buralarda yaşayan yerleşik boy olan Meotilerle karşılaştıklarını pek çok kaynak açıklamaktadır. Bu yerleşik boylar içerisinde en güçlü olanlar Meotlar ve Sindlerdi. Bu kabileler Kerket-Çerkes etnik kökendeki boyların adlarıydı. Ve onlar bugünkü Adığelerin atalarıydılar.
Bölge halklarının ilişkileri, savaş karşısındaki tutumları, ticari faaliyetleri uzun yıllara yayılmıştı. 19. yüzyıl Kafkas-Rus savaşları ile Adığeler, Abhazalar, Vubıhlar, Çeçenler, Alanlar (Osetler) birlikte topraklarından farklı bölgelere sürüldüler. Osmanlı topraklarına sürgün edilenler, Anadolu ve Balkanlarda değişik bölgelere yerleştirildi. Çerkesleri Osmanlı kendi uyruğuna kabul etmişti. Bunun çok farklı nedenleri vardı. Osmanlı, Çerkeslerin Ruslara karşı uzun yıllar sürdürdüğü direnme savaşlarında pişmiş usta savaşçı olduklarını biliyordu. Direngen bu toplulukları kendi uyruğuna almak istemesinin tek sebebi elbette ki bu değildi. Balkan eyaletlerinde, Arap vilayetlerinde, Yemen’de ve Anadolu’da devam eden ayaklanma ve savaşlarda önemli oranda Osmanlı nüfusu kırılmış ve İmparatorluk içerisinde Müslüman nüfus Hıristiyan nüfus karşısında azalmıştı. Osmanlı, Hıristiyan nüfusa karşı Müslüman nüfusu dengelemek istiyordu. Ve ayrıca savaşlar devam etmekteydi. Osmanlı, Yemen savaşlarının ardından kopan Arap ve Balkan vilayetlerinden sonra Çerkesleri topraklarına kabul etmiş, Çerkes ileri gelenlerinden çok önemli kişileri orduya alarak sınır bölgelerinde görevlendirmişti. Osmanlı’ya karşı gelişen ulusal kurtuluş hareketleri sonucu Balkanlar ve Araplar ayrılmıştı. Ve Osmanlı kendisine karşı Balkanlarda, Arabistan’da, Anadolu’da geliştirilen milli kurtuluş hareketlerini Çerkeslerden oluşturduğu askeri birliklerle bastırmak istemişti.
Arsen Avagyan, Osmanlı topraklarına gelen Çerkeslerin devlet içerisindeki konumlarını şöyle anlatır: İmparatorluğun idaresi altındaki “ulusların kurtuluş mücadelelerinin bastırılması işinde Çerkes muhacirlerin etkin olarak kullanılması, tüm zulümlerin sorumluluğunun savaşkan Çerkesler ve Kürtler hesabına yazılmasına imkân vermiştir. Bu yabancı unsurun, Türkiye yönetimi tarafından, bir ulus eliyle diğerini yok etme sisteminin bir aracı olarak nitelendirildiğinin kanıtıdır. Böylesi bir siyaset kendisinden bekleneni çoğu durumda haklı çıkartmıştır. Bu nedenle Babıâli, 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde belirlenen reformları yerine getirerek, ‘Ermenilerin, Çerkesler ve Kürtlere karşı güvenliğini sağlamak’ zorunda kalmıştır. Türkiye’deki Kuzey Kafkas cemaatinin bir dizi neden ve rastlantının bir araya gelmesi sonucu Kemalist Milli Kurtuluş Hareketi’nde önemli bir rol oynaması, Çerkeslerin, Osmanlı’nın ve Kemalist Türkiye’nin devlet yönetimi sistemindeki rolleriyle örtüşmektedir.”
Çerkeslerin, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki konumları, Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin devlet sisteminde sürgün ve iskân politikaları bilinmektedir. Yine Rusya’nın Edirne konsolosunun 1860’taki raporlarına göre, Osmanlı İmparatorluğu sürgün Çerkeslerden taze bir ordu kurmak istemiştir. Çerkesler, Bulgaristan ve Yunanistan ile Arap çöllerine, Anadolu’da da farklı halkların arasına tampon bölge olarak serpiştirildiler. Çerkes sürgünlerinin Osmanlı’da karşılaştıkları sorunlar ise bir trajediydi.