ÇERKES KIYAFETİNİN TARİHİ HİKAYESİ

Çerkes Kıyafetinin Tarihi Hikayesi ı
Khasede kabul edilmeyen – Khabze değildir !
      Khasede söylenmeyen       — Söylenmemiştir !
Çok oldu bunun gerçekleştiği. O zaman Nartlar daha küçüktü. Çerkesler Kafkasya’da yaşayan halkların önderlerindendi. Dünya sürekli bahar havasında, ırmaklar kıyıları taşarak, ağaçlardan bal suları akarak, toprağı işlemeden ürettiğini sana vererek, ağrı sızı olmadan, insanın da ölümsüz  yaşadığı zamandı. Geçen yüzyıllar dünyayı değiştirdi. Yaz, sonbahar, kış mevsimleri yaşamda yerini aldı. İnsanlar mal-mülk edinmeye başladı, toprak altını su altını çevirdiler. Düşünce yüzü ağarttı, iş yapmak elleri aşındırdı, rekabet insanları düşmanlaştırdı. Yaşamda yapışık sınırlar oluştu… Köyler, bilinmeyen halklarca saldırıya uğramaya, talan edilmeye başlandı. İnsanlar kendilerini savunmaya, ormanlara ya da dağlara sığınmaya başladı. Korunmasızlarla yaşlılar kendilerini korumakta zorlanıyorlardı, başını alıp giden köy yok ediliyor, düşmana esir düşüyorlardı. Esir düşmek onurlu insanlar için ölümden beterdi. Köylerden alınanlar uzak ülkelere satılıyor, köleleştiriliyorlardı. Gençler gözetlenerek, yeterince savaşabilir şekilde eğitiliyor, yaşlıların da ayak bağı konumuna gelecekleri kabul ediliyordu. Bundan ötürü, yaşlanmış olanlar yeterince gücü kalmamış olduğu için dağdan atılmaya başlandı. Dağ da belirlendi. Yaşlıların tepesine giden yol çetindi. Kocaman büyük taşların üzerinden yükselen sivri uçlu tepeler görünüyordu. O dönem Karadeniz kıyısındaki Çerkes köyünde usta avcı Kahir oğluyla yaşıyordu. Oturmadan, durmadan çalışarak yaşamda yüz yıla ulaşmıştı. Ancak onu da düşünceleri yaşlandırdı, yüzü buruştu, güçsüzleşti. Khabzeyi denetleyen gurup gelip Kahir’in oğluna söylediler :
– Zamanı geldi babanın! babanı ihtiyarlar tepesi bekliyor.
Oğlu bahaneler uydurmaya başladı, ama onaylamadılar.
– Senin için özel karar alınmadı. Götürülenlerin en iyisi değil baban. Khabzeyi bozuyorsun,- ikinciyi kesinleştirdiler.
Başka çıkar yol bulamadan zorla babasının yanına gidip, asık yüzle durdu. – Ne zaman? Diye sordu.
– Şimdi, -zor duyulan sesle söyledi oğul.
Oğul, ağırlığı hissetmeden babasını çantaya oturtup dağa yöneldi. İhtiyarlar tepesine yönelik yolda ot yetişme olanağı olmuyordu. Oğulun gözümü yaşardı, yoksa yorgunluktan mı, sivri taşa takılıp yere düştü. Sepet de tökezleyip kenardaki dikenin köküne düştü. Üzgünlükten oğul bir müddet yattı ama gülme sesi kendisini kaldırdı. Babası güleç yüzle  gülerek oğluna bakıyordu.
– Neden gülüyorsun baba ? – Diye sordu.
-Gülmemi anlatayım oğlum. Ben de dedeni o çantanın içinde götürürken, aynı yerde takılıp düşmüştüm… Düşürmeden çantayı al. Senin de oğluna yarayacak çanta. Oğul uzandığında, çantaya büyük bir yılanın dolanıp yattığını gördü. Yılan başını dikçe kaldırıp, gözlerinden ateş fışkırtarak oğlana baktı, iğneli dilini püskürtüp  korkutarak, dişi olmayan nenenin kalmık çayı içmesi gibi ses çıkarttı. Oğlan ayağa kalkıp yılana bakarak gülmeye başladı.
– Sen niye gülüyorsun oğlum? Diye babası sordu.
– Tha (tanrı) seni atma yetkim olmadığı için haber verdi.
Kahir bakınca, onurlandırılmış gibi, çıplak başlı yılanı çantada gördü.