Bir çocuk doğduğunda, bütün Therakesler toplanır ve ona ağlarlardı.
Yaşamı boyunca başına gelecek tüm kötülükleri ona tek tek anlatırlardı.
Birisi öldüğünde ise ona sevinirlerdi.
Balkan Çerkesleri Therakesler (Thrakesler-Traklar) ile Kafkas Çerkesleri arasındaki tarihi, kültürel, mitolojik ve dinsel aynılıklar üzerinde durmuştuk. Namitok, Tuna ve Balkan havzalarının varlığı ve bu bölgelerdeki halkların etnik oluşumu göz önüne alınmadan Çerkeslerin etnik oluşumunun izah edilemeyeceğini belirtmektedir.
Viyana Üniversitesinden Dr. Franz Hancar 1943 yılında düzenlenen III. Türk Dünyası Kongresine sunduğu “Kafkas İlk Tarihi Araştırmaları Işığında Anadolu’nun Yeni Eneolitik Buluntuları” adlı bildirisinde Nalçik, Kuban-Terek ve Maykop havzalarındaki kazılarda elde edilen verilerden hareketle Kuban-Terek bölgesi halkının MÖ 1950’den itibaren Tuna havzasıyla sıkı ticari ilişkilere girdiğini belirtmektedir. Aynı bilim adamı makalesinde söz konusu ticaret yollarının Troia savaşından sonra bozulduğunu ancak Kuban-Terek havzasının Tuna bölgesi ile ilişki kurduğu dönemde Urallar ile de ticari ilişkiler kurduğunu belirtmektedir.1 Balkanlar ve Kafkaslar arasındaki bu eski ilişkiler siyasi ve tarihi alanda da kendisini yakın zamanlara kadar göstermektedir. Nitekim Balkan Çerkesyası olan Trakya’da yaşayan Therakesler Deniz Kabileleri ile Mısır ve Doğu Akdeniz’e askeri seferler düzenledikleri gibi Bosfor-Kimmer devletinin siyasi çatışmalarında da göze çarpmaktadırlar.
Biri Balkan Çerkesyası’na yani Trakya’ya ve Kırım’a, diğeri ise Kafkas Çerkesya’sına hakim olan bu iki kol kendi arasında da zaman zaman güç mücadelesine girmiştir. Daha yakın dönemlerde Balkan Çerkesleri Therakesler'in kurmuş olduğu Bosfor Kimmer devleti ile Kafkas Çerkesyası'ndaki Sind ve Meot konfederasyonları arasında bir dizi mücadele yaşanmıştır. Öncelikle dile getirilmesi gereken konu Çerkesya Sindleri ve Çerkesya Meotlarının konfederal olduklarıdır. Aynı durum Balkan Çerkesyası için de söz konusudur. Balkan Çerkesleri Odrys-Adrış devletindeki gibi aristokratik olduğu kadar Triballer ve Trareler ve Sindler'deki gibi özgür olanları da vardı. Bu kabileler kendi aralarında birlikler kurabilmekteydiler. Dolayısıyla birçok kabile bu yapıların içerisinde yer almaktaydı.
Hem Sind’lerin hem de Meotların Kafkas Çerkesyası dışında başka bölgelerde de var olduklarını ve bu bölgelerde hemen hemen aynı adlarla tanındıklarını söylemek gerekmektedir. Bu nedenle tarihi Sind ve Meot coğrafyalarına değinmek yerinde olacaktır.
Balkan-Kafkas-Hint ve Mezopotamya Sindiaları
Herodot Therakesler'in Hintliler'den sonra dünyanın en kalabalık halkı olduğunu ancak aralarında bir birlik olmadığını bir gün aralarında bir birlik kurduklarında hiçbir ulusun onları yenemeyeceğini söylemiştir. Benzer bir ifadeyi Arap gezgin Mesudi Çerkesler için kullanmaktadır. Mesudi’ye göre “Çerkesler Alanlardan daha kalabalıktırlar ancak aralarında bir birlik olmadığı için Alanlar’dan zayıf görünmektedirler. Birleştiklerinde Çerkesleri yenmek mümkün olmayacaktır.”Birbirine benzeyen bu özellikleri dışında birçok ortak noktaları olan Balkan ve Kafkas Çerkesleri'nin ortak sahip olduğu bir diğer öge Sind adı ve bu adı taşıyan kabile(ler)dir. Aşağıdaki harita Murat Aslan’ın Mitridates VI Eupator adlı kitabından alınmıştır. Haritada Makedonia bölgesinin hemen üzerindeki Sintoi adı bu kabilenin yaşadığı bölgeyi göstermektedir. Yine Sintoi’lerin üzerindeki Maidoi adlı kabile de Kafkas Çerkesyası'ndaki Meotlar, diğer adlarıyla Medler'dir.
Balkan ve Kafkas Çerkesyaları'ndaki bu kabile birliği zamanla Hint Avrupalı kabilelerin araya girmesiyle yitirilmiştir. Ne varki aynı anda birçok yerde görülen Sintler Kafkasya’da Çerkesler'in, Balkanlar’da Therakesler'in, Kuzey Hindistan’da Sindlerin, Mezoptamya’da ise Kürtlerin arasında göze çarpmaktadır. Namitok bu kabilelerin MÖ III. Binyılda Ege, Balkan Çerkesyası, Avrupa ve Kafkas Çerkesyası'ndan hareket ederek Kuzey Hindistan’a göç ettiklerini belirtmektedir. Ona göre Therakes, Pelasg, Kelt, İllyria, As, Med ve Karia-Leleg (en geniş anlamında Luviler) bu büyük göçe katılan Kafkasyalı kabileler olmuştur. İşte bu büyük kabileler göçü bizim bugün Sint halkının dünyanın birçok bölgesinde aynı adla karşımıza çıkmasının nedenini anlamamıza yardımcı olmaktadır.2
Ege bölgesinden Kafkasya’ya, İran ve Mezopotamya üzerinden Hindistan’a kadar uzanan bu konfederal yapıya Namitok dışında dikkat çeken bir başka araştırmacı da Bilge Umar’dır. Umar, İlk Çağda Türkiye Halkı adlı çalışmasında Namitok’un dikkat çektiği bu büyük kabileler göçünün izlerini Karia-Leleg-Lidya-Likya (en geniş anlamıyla Luvi)3 halkları üzerinden okumuştur. Umar, Zeki Velidi Togan’ın çalışmaları üzerinden konuya değinmektedir.
Umar çalışmalarını Luvi-Pelasg halkı kültürü ve dili üzerinden ortaya koymuştur. Bu nedenle Pelasg-Abhaz ortak kültürü üzerine birçok eser ortaya koyan Beygua Ömer’in bize daha önce söylediği birçok şeyi, Abhaz kültürü ve dilini bilmeden de olsa dile getirmektedir.4 Nitekim Beygua Orta-Asya ve Hindistan bölgesinde çok geniş bir alanda Pelasg-Abhaz kültürü ve diline ait yer isimleri tesbit etmiş ve bu konuya ait bulgularını tartışmaya açmıştır.
Umar, konumuz açısından önemli olan ve Namitok’un da üzerinde durduğu Ege-Kafkasya-Mezopotamya-Orta Asya-Hindistan bağlantısı ile ilgili olarak ilginç öngörülerde bulunmakta ve tersinden bir kültürleşme örneğini savunmaktadır. Ona göre, Orta-Asya bölgesi alfabe dahil bir çok veriyi Ege bölgesindeki Luvi kültüründen almıştır ve nitekim Therakes-Frig ve Luvi runik alfabesi ile Orhun yazıtlarındaki runik yazı hemen hemen aynıdır. Bu bölgeler arasında yani Orta-Asya-Hind-İran ve Soğdia ülkeleriyle ilgili Umar şunları yazmıştır:
“Tarihsel adlar üzerine yaptığımız inceleme sırasında, birçok kez, Luvi diliyle, ilk Hind-İran dillerinin yakın hısımlığını kanıtlayan örneklerle karşılaştık.5 Nice kez Anadolulu bir adın tıpa tıp aynı ya da benzeri İran, Hindistan, Afganistan, bugünkü Batı Türkistan6 Pakistan ülkelerinde karşımıza çıktı.7”
Umar, “Türkiye’deki Tarihsel Adlar” adlı kitabında Luvi-Pelasg dilleri ile ortak olan ve Media-Soğdia bölgelerinde var olan benzer isimlerin listesini çıkarmıştır. Yine aynı kitabın 837. sayfasındaki tabloya göre Trakya ve Makedonya’daki Sindel, Sintos ve Sintia isimleri Luvice’dir. Umar, Media- Soğdia ve Hint ülkesinde birçok ismin Luvice olduğunu söylerken Kuzey Hindistan’daki Sind isminin de Luvice olduğunu ileri sürmüş olmaktadır. Zaten Hind isminin, Büyük İskender’in bölgeye yaptığı seferde, Sind adının Yunanca telaffuz edilmesiyle Hind telaffuzuyla ortaya çıkmış bir isim olduğu kabul edilmektedir.
Umar, İskender’in bölgeye yaptığı sefer sırasında bile Egeli bir Luvi’nin Soğdia ya da Hindistanlı bir yerli ile aynı dilde anlaşabileceklerini ileri sürmektedir. Umar’a göre iki bölge arasındaki etnik ve dilsel yakınlık o kadar açıktır:
“Hatta, sanırım, Arrianos’da8 okuduğumuza dayanarak “dil hısımlığı öylesine güçlü idi ki, İÖ 330 dolaylarında bile, İskender ordusundaki Lykialı bir batı Anadolu insanı Marakanda-Semerkand yöresinin halkıyla konuşup anlaşabiliyordu” 9
demektedir. Aynı bölgeye dair onlarca ismi Pelasg-Abhazca olarak tanımlayan Beygua da Buhara isminin Pelasg-Abhaz dilinde Okuma Yeri anlamında Pıhara'dan geldiğini iddia etmiştir. Namitok bölgeye MÖ III. Binli yıllarda yapılan Kafkasyalı Kavimler göçüne Luvi, Pelasg, Therakes, Med ve Aslar'ın yanı sıra Keltler'in de katıldığını söylemektedir. Cames Churchward ise Kuzey Hindistan ve Nepal bölgesinde Keltçe konuşan yerlilerle ilgili bir çok anekdot anlatmakta ve bu bölgelerin Keltlerin eski ülkesi olduğunu belirtmektedir.10 Umar, ilk Hind-Arya dilinin bölgeye Anadolu’dan geldiğini ve Luvi’ler tarafından getirildiğini iddia etmektedir:
“İÖ 1600 dolaylarında ilk Hind-Arya dilinin yayıldığı Afganistan yöresinin doğusunda yahut kuzeyinde, güneyinde daha önce bir Hind Avrupa dilinin konuşulduğunu gösteren hiçbir kanıt, hatta belirti yoktur; Ama böyleleri Anadolu’da, Bursahanda kentinin Eski Akad Kralı Sargon döneminde, İÖ III. Binyılda kullanıldığını belge ile saptayabildiğimiz adından başlayarak, binlerce sayıda bulunuyorlar. Öyleyse, bu ilk Hind-Arya dilini konuşan en eski göçmenler, İran, Afganistan, Hindistan yöresine doğudan, kuzeyden, güneyden gelmiş olamazlar; ancak Anadolu’dan gelmiş olabilirler.
Zeki Velidi Togan, Aryalar'ın şimdiki Türkistan dolaylarına Ön Asya yoluyla geldiklerini “sabit” görüyor ve hatta Orkhun alfabesinin kökenini, onların Ön Asya’dan getirdiği bir yazıya bağlıyor. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş kitabının bir başka yerinde Orkhun alfabesi konusuna değiniyor ve yazının Ön Asya’dan geldiğini kuşkusuz sayıyor, fakat bu kez yazıyı Saka (İskit) ların Ön Asya seferleri sırasında öğrenmiş ve getirmiş olabileceklerine işaret ediyor. Gerçekten, İÖ I. Binyıl Anadolu dillerinin (Lydia, Karia, Phrygia, Lykia, Phampylia dilleri yani oranın Helen olmayan Anadolulu insanların dilleri) alfabeleri hem birbirlerine, hem de Orkhun anıtlarındaki alfabeye benzer.11
Bu yukarıda yazdıklarımızın Sind halkı ile alakası ise açıktır. Çünkü Umar, Hindistan yakınlarındaki Sind adının Luvi kökenli olduğunu ileri sürmekte ve Sind adını en başından beri Luvi kökenli saymaktadır. Dolayısı ile nerede bir Sind adı varsa Umar’a göre orada Luvi varlığından söz edilebilir olmaktadır. Namitok ise Sind halkının bazen Pelasg (yani Luvi) bazen ise Therakes (Çerkes) olduğunu, üstelik de Pelasg ile Therakes’in ve İllyrialı'nın ayırt edilemeyeceğini söylemekte, kabilelerin birçok bölgede iç içe olduğunu belirtmektedir.