ANADOLU ASUWA ( ABHAZ ) DEVLETİ


Lydia'nın kurulduğu döneme kadar incelenecek, bölgenin Homeros'ta anılan "Maionia/ Meonia" ve "Asia" adları,
Herodotos'ta anılan "Maionia" adı ve Strabon tarafından belirtilen "Maionia" adı üzerinde durulacak, Aşuwa halkının aynı dönemde Lydia bölgesi dışında, ama
Anadolu'da görüldüğü çeşitli yerleşim yerleri açıklanmaya ve belirlenmeye çalışılacak, bu halkla ilişkili olabilecek Anadolu dışındaki yerlerden söz edilmeyecek, başka bir çalışmada ele alınmak üzere, bu çalışmanın kapsamı dışında bırakılacaktır.

Hitit yazılı belgelerinde sözü edilen devletlerden biri de Asuwa/Aşuwa devletidir(2).
Batı Anadolu'nun Büyük Menderes ırmağının kuzeyindeki bölgesi, çok eski zamanlardan beri, M.Ö. 2000 tarihlerinden itibaren Assuwa/ Aşşuwa olarak anılmaya başlamışlardır(3). Aşşuwalar bölgenin yazılı kaynaklarda anılan ilk halkıdır.
Peki, kimdir Aşşuwalar?
Bilim adamları onların Hint-Avrupalı bir halk olduklarını söylüyorlar. Konuştukları dile de "Luwi Dili" diyorlar. Luwi soyundan Aşşuwa halkı, Hint-Avrupalı hiçbir halkla somut bir şekilde ilişkilendirilemiyor.Bilim adamları bu dilin artık konuşulmadığını söylüyorlar.
Ama yaşayan bir Aşuwa halkı var.
Aşuwa adını, kendi dilinde kendisi için kullanan bir halk var. Abaza'ların bir boy, kendisini Assuwa/Aşşuwa olarak adlandırıyor.
Bu adlandırma tamamen bir rastlantı mıdır? Yoksa ilkçağda Anadolu'da yaşayan ve bir devlet kuran Assuwa/aşşuwa halkıyla, Abhaz/Abazaların Aşuwa boyu arasında bir ilişki mi bulunmaktadır?
Bilim adamları bu soruları hiç sormadılar. Anadolu'daki Asuwa/Aşuwa devletiyle, Çerkes'lerin Aşuwa boyu arasındaki ilişki konusunu hemen hiç tartışmadılar.
Böyle bir ilişki bulunduğunu söyleyen az sayıdaki bilim adamı da çok ciddiye alınmadı. Bu ilişkiyi kuranlar, böyle bir ilişki bulunmadığına inananlar tarafından bilim adamlığına yakışmayacak şekilde ve bilimsel olmayan bir dille eleştirildiler(4).
Oysa bilim bu soruları sormak ve tartışmak zorundadır. Bilim bu konudaki gerçekleri araştırarak, bu ilişkiyi kabul etmek ya da reddetmek zorundadır.
Tartışmamak, Konuşmamak, araştırmamak!.. Bilim adamları olarak bunları yapmak, işte bu tavır anlaşılır bir şey değildir. Eğer bilim olarak tarih bu soruları sormaz ve tartışmazsa, bilim olmaktan uzaklaşır, masal ve söylenceye dönüşür.
Bilime güvenen, bilimin kendisine düşen görevi er-geç yapacağına inananlardanız. Ancak bilim adamları bu görevlerini ne zaman, nasıl yaparlar? Bilemeyiz. Bize gelince, kendimize düşen görevleri yapmaya çalışacak, karınca kararınca sorular soracak, araştıracak ve yazacağız.

Asuwa/Aşuwa devletiyle Çerkes'lerin Aşuwa boyu arasındaki ilişkiyi araştırmaya başlamadan önce yanıtlamamız gereken bazı sorular vardır. İki ayrı halkın, farklı diller konuşan iki ayrı etnik grubun, aynı adla anılma olasılığı nedir? Tarihte böyle örneklere rastlanılmakta mıdır?
Bu soruyu daha somut bir şekilde sorabilmek de mümkündür: Türk olmayan, Türkçe konuşmayan, ama Oğuz, Peçenek ve Kıpçak adlarını kullanan başka etnik grupların bulunma olasılığı nedir?
Böyle bir olasılık hemen hemen hiç yoktur. Aynı etnik kökenden gelmeyen, aynı dili konuşmayan, farklı etnik kimlikler taşıyan halklar aynı adla hiç anılmamışlardır. Türk olmayan Oğuz, Peçenek, Kıpçak vb. hiç yoktur, hiç olmamıştır. Tarihte bu isimlerle görülen her boy, başka bir kanıt aranmaksızın Türk sayılmıştır, Türk sayılmaktadır.
Bu durum diğer halklar için de böyledir.
Şunu da belirtmemiz gerekmektedir ki, ayrı etnik gurupların bir araya gelerek siyasi organizasyonlar oluşturdukları durumlar olmuştur. Bu siyasi organizasyonların içinde yer alan halklar kendi etnik adlarının da muhafaza etmekte, bir alt kimlik olarak kullanılmaktadır. Siyasi organizasyon son bulduğunda her etnik gurup zaten kullandıkları, ama bir süre öne çıkarmadıkları –çıkaramadıkları- etnik kimlerini tekrar kullanmaya başlamaktadır. Başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere bütün imparatorluklar bu konuda örnek oluşturmaktadır.
İlk kez bir siyasi organizasyonun adı olarak ortaya çıkan, etnik kimlik belirtmeyen adların tarihsel süreç içerisinde etnik kimlik belirtir hale dönüştüğü durumlar da olmuştur. Buna örnek olarak da Türk adını gösterebiliriz. İlk kez Bisutun yazıtlarında görülen Türk adı, "büyük güçlüler" anlamında (i) ve bir siyasi organizasyonun ismi olarak kullanılmıştır. İlk ortaya çıktığı bu dönemlerde etnik kimliği belirtmemiştir. Siyasi organizasyonun adı, daha sonraki dönemlerde aynı dili konuşan etnik gurupların ortak adı haline dönüşmüştür.
Bir de asimile olan halkların durumu var. Asimilasyon etnik olarak farklı olan iki ayrı halkın ortak kültürel değerler ve ortak dil kullanmaya başlamasıdır ki, çoğu
kez bir etnik gurubun, diğer etnik guruba ilhakı, onun dilini kullanması, kendisini onlardan sayması şeklinde ortaya çıkar.
Asimilasyon barışçıl olabileceği gibi, çoğu kez bir savaşın sonucunda gerçekleşir.
Nasıl gerçekleşir asimilasyon?
Tarihsel süreç içerisinde halklar aynı doğada yaşam mücadelesi vermişler ve birbirleriyle şu veya bu şekilde mutlaka ilişki kurmuşlardır. Bu ilişkinin en olumsuz ve istenilmeyen biçimi olan savaş, aynı zamanda en etkilisidir. Çoğu kez uygarlıkların yıkımına ve halkların felaketine yol açtığı gibi, iki halk arasındaki kültürel bütünleşmenin en hızlı ve en acımasız aracı da olmuştur. Yenen ve yenilen halklar aynı mekanı kullanmaya başlamışlar, hızla birbirlerine kültürlerini aktarmışlar, bir şeyler alıp, bir şeyler vermişler; süreç içerisinde bir gurup dilini de bırakarak diğeriyle bütünleşmiş, asimile olmuştur. Dilini değiştiren etnik guruplar, çoğu kez klan adlarını ve simgelerini, tanrı isimlerini, şahıs adlarını, inançlarını ve söylencelerini vb. bazen biraz değiştirerek, bazen de hiç değiştirmeden kullanmaya devam etmişlerdir. Hatta asimile olan halkın dili de, yeni kabul edilen dile tam uyum gösterememiş, kelimeler doğru bir şekilde telaffuz edilememiş, eski dilden ekler de almıştır. Eski dilden kelimeler de çoğu kez biraz değiştirilerek bazen de olduğu gibi yeni dilde kullanılmaya devam edilmiştir.
Asimilasyon tarihte sıkça rastlanan bir olgudur.
Asimilasyon sıkça görüldüğünden, bir halkın özgün tarihini yazmaya çalışan tarihçiye düşen görev, bu olguyu göz ardı etmemek, aynı adı kullanan ama farklı dil konuşan bir halkla karşılaşıldığında, halkın gerçek etnik kimliğini saptamak olmalıdır.
Asimilasyon sürecini saptamak, asimile edilen halkların gerçek etnik kimliğini araştırıp bulmak, elbette ki çok zordur. Bu iş, bilimsel sabır ve disiplinin yanında, tükenmeyen bir enerji ve öngörüyü, tam bir yansızlığı da gerektirir.
Ama gerçek tarihçiyseniz bunu yapmak, bu işi başarmak zorundasınız. Bunu yapmadan, böyle bir çabaya girmeden yazılacak tarih bilimsel olmayacak, bir spekülasyondan ibaret kalacaktı

"Asuwa" adının, "Aşuwa" biçimimde de yazlılp okunması mümkündür. Esasen sayın Ömer Çapar böyle okumaktadır(5). Aynı durum "Asur" adı için de söz konusudur(6). Sayın Bilge Umar, Hitit'lerin s ile ş'yi birbirinin yerine kullandıklarını belirtmektedir(7). Bunun nedeni ise Hititlerin Akkad çivi yazısını kullanmaları ve Akkad çivi yazısında sa, se, si, su hecelerini belirtecek işaretlerin olmaması olarak açıklamaktadır.
Hititlerin Asuwa/Aşuwa dedikleri halka, Hellenler "Asia" diyorlardı. Asuwa Hellen Asia/Asya biçimine dönüştürülerek, önce Lydia bölgesinin, daha sonra Anadolu'nun ve bütün Asya kıtasının adı olmuştur.

Asuwa/Aşuwa adı, Abaza boylarından birinin adıdır Bu ad halen kullanılmaktadır. Kafkasya'da ve Anadolu'da Aşuwa boyundan insanlar halen yaşamaktadırlar.
İşin ilginç tarafı, Aşuwaların oturdukları köylere Abhaz/Abazalar, bizzat Aşuwaların kendileri, kralı Low/Loğ/Lo ailesinden dolayı, Luwi/Lowi(ii) adını çağrıştıracak şekilde "Low Kıt" low ailesinin Apsuwa'lar arasındaki adı Aç'tır. "Aç oğlu" anlamında, Aphazca "Açba" diye anılırlar. Bu sözcük Aşa/Şaşa biçiminde de söylenir. Aç sözcüğünün artikli almamış biçimi çı/çu/ça'dır. Bu aile Abhazya'nın kral ailesidir. Son Abhaz kralı da Açba/Çaçba ailesindendir(8).

Abhaz/Abaza dilinde halen kullanılan ve boy adı olan sözcük Asuwa/ Aşuwa'dır. Aşşıwa/Aşşuwa biçimlerinde de kullanılır. Ama bu sözcük "Asuwa" ya da "Assuwa /Assıwa" biçiminde halen hiç kullanılmaz.
Aşuwa/Aşıwa sözcüğü ek almamış biçimiyle, yani aşu/aşı olarak, ya da artikli almamış biçimiyle "Şuwa/Şıwa" olarak, ya da ikisini de almamış biçimiyle "şu/şı" olarak, boy belirtir biçimiyle hiç kullanılmaz. Halen kullanılan dilde buna hiç tanık olmadık.
Ama arkaik dönemde bu şekilde kullanıldığının da işaretleri bulunmaktadır. Diğer boy adlarının da Apsuwa'nın psu/psı, Sasuwa'nın sas/saş, Abaza'nın baza/basa/bas/pas/baz; Aşkaruwa'nın Aşkar/şkar/skar; Zakuwa'nın Zak / Sak/Zaka/Saka biçiminde kullanımlarının bulunduğu kanıtlanabilmektedir. Dilin yapısı da, sözcüğün kök sözcük olmaması, başta article, sonda "wa" ekinin bulunması da bu türden kullanılmasına olanak vermektedir. Esasen değerli thamada , araştırmacı yazar sayın Ömer Büyüka da bu görüştedir. Şimdiki dilde Aşuwa /Aşıwa biçiminde söylenen sözcüğün kökünün "As/sı/su olduğunu" olduğunu , "Abhaz Mitolojisi Anaç mı?" ve "Kafkas Kaynaklarına Göre İlk Yaratılışlar-İlk insanlık-Kafkas Gerçekleri" adlı eserinde uzun tahlillerle belirtmektedir.
Biz de bunun mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Akkad'ların "şa"ve "sa" sesini ayıracak şekilde işaret kullanmamaları ve Hititlerin de, Akakd yazısını kendi dillerine uydururlarken bu iki sesi ayıracak bir işarete gerek duymamaları, bu iki sesin birbirlerini yerine o zamanlarda da kullanıldığının bir kanıtı olabilir. Gerçekten de Samiler "Astarte" adını kullandıkları gibi, daha çok da "İştar" adını kullanmışlardır. Asur'un "Aşur" olarak telaffuz edilmiş olabileceği bilim adamları tarafından büyük bir olasılık olarak değerlendirilmektedir. Kaldı ki ilkçağlarda "s" olarak kullanılan bir ses, dilin
doğal gelişimi içerisinde zamanla "ş" ve "z" ya de dönüşebilir. Aynı şekilde de kalabilir. Çeşitleme olarak da kullanılabilir. Bütün bunlar mümkündür. Bunların olabileceğini gösteren bir çok kanıt sunulabilir.
Abahaz/Abaza dilinde Aşuwa/ Aşıwa ya da Aşuwa/Asıwa biçiminde kullanılan sözcüğün başındaki "a" article, sonundaki "w" ise Türkçe'deki "lı" ekinin karşılığı olan bir ek olup, "kök su/sı/şu/şı" sözcüğüdür. Sözcüğün en arkaik biçiminin "sı"/su biçiminde olması büyük olasılıktır. Sonradan değişerek "şu/şı" biçiminde kullanılmış olmalıdır. Sayın Ömer Büyüka'nın yaptığı tahliller dışında da böyle düşünmemizin temel nedenlerden biri de, Çerkes'lerin kullandıkları en arkaik isimlerin "sı/su/sa" kökünden kaynaklanıyor olmasıdır.
"Sı" sözcüğü Abhaz/Abaza/ dilinde can anlamına gelmektedir(9).
Abhaz/Abaza dilinde önde, ileride anlamındaki "pa"sözcüğünün "pı", egemen anlamındaki "ma" sözcüğünün "mı", anne anlamındaki "nı" sözcüğünün "na", baş anlamındaki "kha/ka" sözcüğünün "khı/kı", biçimlerinde çeşitlemeleri olduğuna bakarak "sı" sözcüğün "sa" çeşitlemesi olduğunu düşünüyoruz. Abhaz/Abaza dilinde can anlamında halen kullanılan "pısı /psı", Adiğe dilinde "pse" olması ve bu sözcüklerin Abhazca da "pı-sı" ve "p-se" biçiminde, ilk can olarak tahlil edilebilmesi de bu olasılığı güçlendiriyor.
Aslında abhaz/Abazaların dört temel boyu da "sı/sa" kökünden sözcüklerle adlandırılmaktadır.
Apsuwa/Apsıwa, Apsu/Apsı, Psu /Psı /Pısı...
Aşuwa/Asuwa, Aşu/Asu, Asıwa/Aşıwa, Ası/Aşı, aş/As, Şu/Su, Sı/Şı...
Açkaruwa/Aşkarıwa/Askarıwa, Açkar/Aşkar/Askar, Çkar/Şkar/Skar...
Sasuwa(Sadsuwa)/ Sazuwa(Sadzuwa) , Sas/Saz/Şaş...
Aynı şekilde Adiğe halkının da tarihte kullandığı sözcükler "Sı/Sa" kökünden sözcüklerdir Sakuwa/Zakuwa, Zak/Sak, Zaka/Saka, Sıga/Zığa/zıka/zık/Sık...
Bu kök sözcüklerle ilişkili olabilecek pek çok klan aile bulunmaktadır. Ancak birebir ilişkilerini saptayabildiğimiz Abaza ve Adiğe klan aileleri; Abhaz/Abaza ların arasında yaşamakta olan Aş/Aşu, Aşba/Aşıba ve Sı /Sıba /Dsıba aileleri ile, Adiğelerin arasında yaşamakta olan "Şık" klan ailesidir(iii).

Aşuwa devleti Bat Anadolu'da kurulmuştur. Batı Anadolu'nun doğal koşulları tarıma elverişliydi. Bu nedenle bölgede yaşayan insanlar, Büyük ve Küçük Menderes ırmakları çevresinde erken çağlarda yerleşik yaşama geçtiler ve tarıma başladılar.
Bölgede yerleşimin M.Ö. 3000'lerde başladığı kabul edilmektedir. Bilim adamlarına göre taş temel üzerine kerpiç duvarla yapılan evlerin tarihi bu çağlara kadar inmektedir(10).
Bu çağın tarihini ve kültürünü en iyi yansıtan yerleşimler Erytrai(Ildırı Çeşme), Bayraklı ve Klazomenai'dir(Urla). Bu yerleşimler Truwa 1 ve 11'le çağdaştır.
Bu çağda Batı Anadolu'da yaşayan halklara Pelasg, Leleg ve Kar adları verilmektedir. Bu halkların birbirleriyle ve Hititlerle akraba olduğu kabul edilmektedir(11). Bu halklar Yunanlardan önce Ege adalarında ve Mora yarımadasında da yaşamışlar ve hatta oralara ilk yerleşen halklar olmuşlardır(12). Bu halkların Truwa'yla, Ege adaları.Mora yarımadası, Kıbrıs adası ve Anadolu'daki Hatti'lerle ticari ilişkiler içerisinde bulundukları bilinmekte-dir.
M.Ö. 2000'li yıllarda ise artık Anadolu'da yazlı tarih başlamakta ve bölgede Aşuwa'lar tarih sahnesine çıkmaktadır.

Hitit belgelerinde söz edilen Asuwa/Aşuwa devletinin sınırları tam olarak bilinmemekle birlikte, Menderes Havzasında, İzmir-Manisa dolaylarında olduğu bilinmektedir. Daha sonra Lydia' başkenti olan Sardis(Sard) kentinin Asuwa /Aşuwa devletinin de başkenti olduğu kabul edilmektedir. Aslında Sart/Sard şehrinin daha arkaik olan adı Asuwa'dır(13).
Asuwa/Aşuwa'nın kuzeyinde Mysia ya da Masa denilen ülke, güneyinde Ahhiyawa ve Arzawa devletleri bulunmaktadır. Arzawa'nın yeri ve sınırları tam olarak bilinmemekle birlikte Başkentinin Ephesos/Apasa olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır(14). Aslında aynı belirsizlik Ahhiyawa devleti için de söz konusudur. Hatta bu devletin Anadolu'da olup olmadığı bile tartışıl-maktadır(15).
Yunan ana karasında bir devlet kurmuş Ahhiyawaların 14.Yüz yıldan itiba-ren Asuwa'nın güneyine yerleştikleri anlaşılmaktadır. Arzawa'da Asuwa'ya komşu olan bir devlet olarak kabul edilmektedir. Ahiyyawa merkezi bir devlet, Asuwa ve Arzawa ise konfederasyon devletleridir. Asuwa /Aşuwa konfederasyonunda yirmi devletçik bulunmaktadır. Bu dev-letlerden en güçlüsü olan Asuwa devleti, konfederasyonun önderi-dir. Yirmi dört kadar devletçik de Arzawa konfederasyonunda bu-lunmaktadır.
Merkezi konfederasyonun yapısının çok gevşek olduğu anlaşılmak-tadır(16).
Asıl egemenler konfederasyonu oluşturan küçük devletlerdir. Büyük bir olasılıkla birbirleriyle sürekli rekabet ve mücadele içerisinde olan, ancak soydan gelen, aynı dili kokuşan halkların oluşturduğu küçük devletler, bir tehlike anında ortak düşmana karşı savaşmak için ya da yağma amacıyla bir araya gelmekte, Bir tür siyasi-askeri organizasyon oluşturmakta, sonra da dağılmaktadırlar.

Asuwa/Aşuwa devletinin M.Ö.2000 yıllarında kurulduğu kabul edilmektedir. M.Ö. XV. Yüzyılda ise küçük Asuwa, devleti Mısırla ilişki kuracak kadar gelişmiştir. Mısır belgelerinden öğrendiğimize göre "Firavun 111. Thotmes'in tahta geçmesinin 34, 36, 39. yıldönümlerinde yani İ.Ö. 1472, 1470, 1467'de Asuwa'dan ona armağanlar gönderilmişti"(17).
Yine aynı yıllarda Hitit Kralı 11. Tudhaliya'nın (İ.Ö. 1460-1440) Asuwa/Aşuwa üzerine sefer düzenlediğini biliyoruz(iv). 11. Tudhaliya kent devletlerinin buradaki bileşik gücünü yenmiş, Asuwa'da birçok yeri yakıp yıkmıştır. Birleşik gücün başkanı olan Asuwa kralı Dsum-Dlama'yı Oğlu Kukkulis'i Ve damadı Malazitis'i, çocuklarıyla beraber tutsak alarak Hattuşaşa'a götürmüştür. Kukkulis daha sonra bağışlanarak vasal kral sıfatıyla Asuwa'ya gönderilmiştir. Ama bir sure sonra yeniden başkaldırmış çıkan savaşta da öldürülmüştür(18).

11. Tudhalya'nın seferinden sonra Hitit tabletlerinde Asuwa devletinden söz edilmemektedir.
Artık bölge başka adalarla anılmaktadır Homeros"Asia"(Asya) olarak anar. Asia adının Asuwa'nın Başka halkların dilindeki ya da daha sonraki dönemlerdeki değişik söylenişi olduğu anlaşılmaktadır. "Asia"adının Asuwa'dan kaynaklandığı kesin olarak söylenebilir. İlkçağ bilginleri de aynı görüştedir.
"Asia" dediği aynı bölgeyi Homeros "Maionya"ve "Meonia" şekillerinde de anmaktadır. Herodotos, " "Maionia" demekte, Strabon da " Maionia" olarak anmaktadır. "Meon", "Mean" diyen yazarlar da bulunmaktadır.
Bölge Lydia'lılar döneminden önce bu adlarla anılmıştır.
Bu adları nasıl açıklamak gerekir? Bölgeye bu adlar niçin verilmiştir? Bu adlarla bölgenin ilk adı olan Aşuwa arsında bir ilişki var mıdır?
Sorular, sorular, sorular!...
Yanıtlarını bilmesek de, bu soruları sormak ve düşünmek zorundayız. Çünkü soru sormaya başlamak yanıtlamaya başlamak demektir. Yanıta giden ilk adımdır soru. Kaldı ki bu sorular, yanıtlanabilecek sorulardır.
Önce elimizdekilere bakalım: Asuwa ve Maionia...
Asuwa/Aşuwa nedir? Kimdir?
Çerkes halkının bir boyu.
Öyleyse bölgenin diğer adı "Maionia" da, Çerkeslerle ilgili bir boy ya da klan adı olabilir. Akla gelen ilk olasılık budur. Ancak bu olasılık doğru mudur?
Şimdi bu olasılığın doğruluk derecesini inceleyelim.
Acaba Çerkes'lerde bu isimde bir boy ya da klan bulunmakta mıdır?
Evet, vardır.
Halen Abazaların arasında yaşayan Maan/ağan ailesi!... Üstelik Abaza/Abhazlar bu aileyi krali aile olarak(Ah, ahı, Aha, yani bey ailesi) kabul etmektedirler(v).
Acaba Mağan/ Maan adıyla, "Meon" ve"Maionia"adı arasında bir ilişki var mıdır? Yoksa bu sözcükler, tamamen rastlantısal bir şekilde mi benzemektedir?
Bölgede bir nehir adı olarak da olsa "Aphas/Aphaz" sözcüğünün saptanması, bu sözcüğün değişmiş biçimi olabilecek Ephes adının bulunması, Ephes kentiyle Apasa kentinin aynı sayılması, yine aynı yörede asuws/Aşuwa devletinin kurulmuş olması, Blögedeki yer ve tanrı adlarının Abaza/abhaz diliyle açıklanabilmesi, Çerkes klan ailele-rinin adlarının tespit edilebilmesi böyle bir olasılığı güçlendirmektedir. Ancak bu sözcükler arasında bir bulunup bulunmadığını kesin olarak anlayabilmek için sözcüklerin tahlil edilerek incelenmesi gerekmektedir.

Önce sayın Bilge Umar'ın bu sözcüğü nasıl tahlil ettiğini görelim. Sayın Umar "Maionia"nın Lydia denilen bölgenin İliada'da kullanılan adı olduğunu belirttikten sonra "Ancak oradaki ai(ay okunur) sesi, İliada'da eskiden a'ya yakın değer taşıyan eta(H) harfiyle verilmiştir; "o" yerine de mikron(o) değil uwa sesine işaret eden omeğa kullanılmıştır. Oysa, daha sonraki dönemin Hellen dilindeki yapıtlarında yazım, Maionya şeklindedir(Örneğin Strabon, 12 VII 12'de).
Maionia, aynı zamanda, o bölgedeki bir ilkçağ kentçiğinin adıdır (Ramsay, s.132 No.12).Bunun adı Türk ağzına Menye biçiminde uydurularak kullanılmıştır ve kullanılmaktadır; şimdi bu 4000 yıllık öz Anadolu adının yerine Gökçeören diye uydurma bir ad geçirildi.
Hellen ağzında –onia bitişli edilen ve üstelik bu bitiş içindeki(o), çoğu kez, uwa sesine işaret eden omega harfiyle yazılan adlarda, söz konusu bitişin aslı hemen hemen daima Luwi dilinin wana takısıdır. Örneğin Hellen ağzında önce İonia, sonra ionia olmuş adın (o'su omega ile) aslı İwana'dır. Lykaonia'nın aslı Lukkawana, Kataonia'nın aslı Hattiwana (Khattiwana)'dır. Bunlara bakarak, Maionia biçiminin de Mawana..." olduğu sonucuna varmaktadır(19).
Sayın Umar "Mağan" sözcüğünü hiç duymadığı halde, Maionia sözcüğünü Mağan Sözcüğüyle özdeşleştirecek bir tespit yapabilmektedir: Mawana / Mağan'ya /Mağan'a...
Tesbit gerçekten takdire şayandır.
Şimdi aynı sözcüğün tahlilini bir de biz yapalım.
Tahlile başlamadan önce sözcüğün işlevini, hangi amaçla kullanıldığını belirlemek durumundayız. "Maionia"sözcüğü bir tanrıyı mı, bir halkı mı, bir ırmağı ya da kenti mi göstermektedir? Yoksa şahıs adı mıdır?
"Maionia" adı, bir bölgenin ve bir kentçiğin adıdır. Bu saptama önemlidir. Çünkü büyük bir olasılıkla, yerleşimi belirten sözcüklerin sonunda yerleşimi belirten bir ek bulunur. Araştırmaya konu olan sözcüğümüzde böyle bir ek var mı dır?
Evet, vardır.
Sözcüğün sonundaki "ia" eki, ülkesi-yeri anlamına gelir. Bu eki attığımızda kök sözcük, Maion-ia/ Maion biçiminde karşımıza çıkar. "Maion" kök sözcüğü büyük bir olasılıkla, bir boy, bir halk ya da klanın adıdır. Yine büyük bir olasılıkla bu kök sözcük Hellen dilinde değiştirilmiş biçimidir.
"Maion" sözcüğündeki "ai" bölümünün "ay" olarak okunduğunu biliyoruz. Bu durumda ilk üç harf "mai" Hellen dilinde "may" olarak okunuyordu. Sözcükteki "on"kısmı ise Hellen dilinde zaten bu şekle sokulmuştu, yazıldığı gibi de okunuyordu. Bunu biliyoruz. Çünkü Hellen dilinde "yeri" anlamına gelen ve sözcüklerin sonuna getirilen "-ion" eki bulunmaktadır. Bu nedenle zaten sözcük eğer halkı değil de bölgeyi gösteriyor olsaydı, "Maion"/Ma-ion" sözcüğü "Ma" yeri anlamına gelecekti. Bu du-rumda Maion sözcüğünün "Mayon" şeklinde okunup söylendiğini kesin olarak söyleyebilecek durum-dayız.
Bu kök sözcüğün Menderes ırmağının adıyla da ilişkili olduğu görülmektedir: Maian/dros... Mağan sözcüğü burada hiç değişmemiş aslına en yakın biçimiyle çok açık biçimiyle görülmektedir. Bu sözcükteki tek değişiklik asıl kök sözcükteki "ğ"sesinin "y" haline getirilmesidir. "ğ" sesinin bulunmadığı bütün dillerde bu ses normal bir şekilde "y" olarak okunmaktadır. Batı dillerinde halen Büyük Menderes ırmağı "Mean der" olarak söylenebiliyor(20).
Kök sözcüğün aynı klanın adı olarak bir nüans farkıyla söylenen çeşitlemesi de Abhaz/Abaza dilinde "Maan"dır. Öyle anlaşılıyor ki sözcük o dönemlerde bu şekliyle de kullanılmış. Çünkü bazen "Mean" biçiminde söyleyişlere tanık olmaktayız. Halikarnas Balıkçısı bu sözcüğü "Meandros" biçiminde kullanmakta, Pelasg dilinden olduğunu belirtmektedir(21). Homeros"un hem "Maion", hem de "Meon" demesi bu kullanımların ikisini de bildiğinin kanıtı sayılabilir. Ancak Herodatos'da, Strabon'da yalnızca "Maion" şeklini kullanıyorlar.
Acaba bu sözcük Anadolu'da nasıl okunuyor ve nasıl söyleniyordu? Bu soruyu yanıtlamak da mümkün. Çünkü sözcüğün coğrafi bölgeyi gösteren şeklinin "Menye" olarak yakın zamanlara kadar yaşatıldığını biliyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, birçok yerleşim birimlerinde "Men" ve "Man" biçimleriyle halen yaşatılıyorlar. Bu konu özel bir çalışmada tekrar ele alınacağı için bu çalışmamızda daha detaylı bir açıklamaya girmeyeceğiz. Ancak sözcüğün Ana Tanrıçayla ilişkisini belirtmekle yetineceğiz.
Sayın Umar, bu sözcüğü Ana tanrıçayla dolaylı bir şekilde ilişkilendirmektedir. Oysa bizce sözcük ana tanrıçayla kökten ilişkilidir . Hatta Ana tanrıçanın da adı olan "Ma" sözcüğü bileşik bir sözcük olan "Maion" sözcüğünün başında yer almakta, dolaysız bir şekilde Ana Tanrıçayla ilişkiyi belgelemektedir.
Aslında sözcüğün biraz sonra inceleyeceğimiz Abaza/ Abhaz dilindeki anlamı da Ana Tanrıçayla ilişkili olduğunu göstermektedir.

Mağan/Maan sözcüğünü Abhaz klan ailelerden biri halen kullanmaktadır. Daha önce de belirtildiği üzere konu özel olarak inceleneceğinden bu çalışmada etimolojik tahlil yapılmayacak, yalnızca sözcüğün anlamı belirlenmeye çalışılacaktır.
Mağan/Maan sözcükleri Abhaz/abaza dilinde bileşik sözcüklerdir. "Maan" bileşik sözcüğü egemen anlamındaki "ma" ve anlamındaki "an" sözcüklerinden meydana gelmiş olup "Ma-an/Maan" sözcüğü "egemen ana, ana egemen" anlamına gelmektedir(22). "Mağan/Ma-ğa-an" sözcüğü ise , "ana güçlü egemen, egemen güçlü ana" anlamındadır.
Sözcüklerin bu anlamı Abaza/Abhaz dilinin atası olarak belirlediğimiz Luwi dilinde de aynıdır. "Ma" Ana Tanrıçayı doğrudan belirtmekte, "Anni, An, Nı" sözcükleri ise ana anlamına gelmektedir(23).

Maan/Mağan ailesinin adı tabletlerde M.Ö.1300 yıllarından itibaren görülmeye başlamaktadır. Firavun 11. Ramses'e karşı Kadeş savaşında Hititlerin müttefiki olarak savaşan "Mauma" halkının "meoniler" olduğu kabul edilmektedir(24).
Ancak daha önceki dönemde "Mağan/Maan adının kullanılıp kullanılmadığı, Maan'ların Aşuwa'nın ilk kralları olup olmadıkları konusunda elimizde bir belge bulunmamaktadır. Ancak bu çok güçlü bir olasılıktır. Halikarnas Balıkçısı'na göre M.Ö.1900 yıllarında Gediz Havzası Maonia olarak adlandırılmaktadır.
11. Tudhaliya'nın Asuwa üzerine yaptığı seferden Lydia devletinin kurulduğu döneme kadar olan yaklaşık yedi yüz yıllık dönemde ise bu topraklar, "Maiona" olarak anılmaktadır. Bu dönemde Mağanların egemenliği kesindir.

Asuwa/Aşuwa bölgesinde Mağan/Maion'lardan başka Tirhen, Sard ve Lidi boylarından bahsedilmektedir.
Ancak bunlardan Lidi'ler, Lydia devleti döneminde anılmaya başladığından bu çalışmanın kapsamı dışında tutularak ayrıca incelenecektir.
Sard'lar ise "sard/Sart" kentinden dolayı bu adla anılan, bu kente adını veren akraba klanlardan oluşan bir boy olabilir. Hatta Asuwa boyunun Sar/Sur/Sır/ şeklinde biçimlerinde de söylenebilir. Ancak "Sard" denilen halkın, "Şardana" olarak da anılması başka olasılıkları da gündeme getirmektedir. Bu sözcük bileşik bileşik bir kelime olarak Abhaz "Dan/Adan, Tan/Atan" klanını işaret ediyor olabilir. Yani konunun bütün olasılıklarıyla ve detaylı olarak incelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle biz bunları, incelenmesi gereken olasılıklar olarak not ediyor, incelenmek üzere konuya ilgi duyanların da incelemesi dileğiyle geçiyoruz.
Aşuwa bölgesinde bu dönemde görülen boylarından biri de "Turşa" adıyla anılmaktadır. Turşa boyu, Tirsen ve Tirhen olarak da anılmakta, daha doğrusu, Tirhen ve Tirsen denilen boylarla Turşalar aynı halk olarak kabul edilmektedir(25).
Çerkesler arasında Tirhen ya da Tirhen adıyla bir boy bulunmamakla birlikte, her iki ad da Abhaz/ Abaza dilinde bileşik sözcüklerdir. Okuyucuyu bıktırmamak için anlamını ve etimolojisini vermediğimiz bu sözcüklerin başındaki "Tir" bölümüyle, "Turşa" sözcüğünün başındaki "Tur" bölümünün bir çeşitleme şeklinde, aynı klanın adı olarak kullanılması büyük olasılıktır.
"Turşa" klan ailesi ise Abhazlar arasında halen yaşamaktadır. Adapazarı, Düzce ve Abhazya'da yaşayan bu aileye Abhazlar "Atruş oğlu" anlamında "Atruş-ba" demektedirler. Baştaki "a" articledir. Kök sözcük "Turuş/Truş" şeklindedir. Bu klanın adı Abhaz /Abaza dilinde çoğul yapıldığında "Atruşko/Atruşk, Truşko/Truşk" sözcükleri elde edilir.
Bu noktada okuyucunun sabrına sığınarak, değerli bilim adamı Günaltay'dan uzunca bir alıntı aktarmak istiyoruz:
"Lidya'nın üç büyük unsurunu teşkil eden Tirhen "Turşa"'ların M.Ö. 13. Asrın ikinci yarısına Mısır vesikalarında adı geçen Turşalar olduğu kabul edilmektedir. Mısır kaynaklarından öğrendiğimize göre Ege göçlerinin başladığı tarihlerde, bazı Egeli Anadolulu insanlar, Afrika kıyılarına yerleşerek Libyalı'larla birleşmiş Mısır üzerine yürümüşlerdir. Bu aralık Mısır Fravun'u olan Merneptah(1232-1224) 1230 tarihine doğru bunları Delta bölgesinde perişan etmiştir. Bu olayı kaydeden belge Libyalıların müttefiki olarak sayılan kabileler arasında Ahayivaşa'lar, Turşa'lar, Luka'lar, Şardana'lar, Şekeleş'ler adıyla anılan anılan birliklerden bahsetmiştir. Bunlardan Ahayivaşa'ların Güney Anadolu'ya veya Rodos ve Kıbrıs gibi Ege adalarına sokulmuş olan Aka'lara, Luka'ların sonraki Likya'lılara, Turşa'ların Tirsen(Tirhen)'lere tekabül ettikleri kabul edilmektedir. Bu kavimlerden Turşa'lar sonraları Tirhen adıyla İtalya'ya Etrüsk'lerdir. Şardanalar ise Sardunya adasına adını veren kabileler, Şekeleş'lerin de Sicilya'ya göç eden Sikul'lar veya Pisidya'daki Skalassos şehri ahalisi olmaları tahmin edilmiştir. Herhalde Mısır kaynaklarından, Fravunu ciddi bir suretle tehdit ettiği anlatılan bu birleşmiş milletlerin büyük kütlesini Aka'larla Lik'lerin teşkil ettiklerinim kesin olarak biliyoruz.
Kuzey İtalya'ya ilk medeniyeti kuran Etrüsk'lerin Lidya'dan geçen Tirhenler oldukları Herodot tarafından da rivayet edilmektedir. Amerikalıların son zamanlarda Sard'da yaptıkları araştırmalar, Meonya'lılarla Hatti'ler ve Etrüsk'ler arasında dilce bir yakınlık olduğu iddiasını kuvvetlendiren neticeler vermiştir. Her iki bölgede de yapılan araştırmalarda ele geçen mücevherat üslubu, bronzlar, fildişleri ile Lidya ile Etrurya arasında sıkı bir bağlılık ve yakınlık bulunduğuna şahadet etmektedirler.
Etrüsk eserleriyle Van gölü bölgesindeki Urartu eserleri arasında da büyük bir benzerlik ve yakınlık bulunduğu iddiasını kuvvetle müdafaa edenler vardır"(27).
Turşa(Atruşba)konusu özel bir incelemenin konusu yapılacak olmakla birlikte George Thomson'dan son bir saptamayı daha yapmak istiyoruz:
"...Etrüsk'lerin dili Kafkasya 'da halen konuşulan dillerle bağlantılıydı.Bunu ilk kez, elli yıl önce Thomsen ortaya çıkarmış, Marr da onaylamıştır(28).

Luwi halkı atı tanımaktadır. Atlı bir kültürdür. Aslında Anadolu'da at çok eski zamandan beri kullanılmaktadır. Atın ilk kez Kuzey Mezopotamya'da Hurri'ler tarafından evcileştirildiği kabul edilmektedir. Atın Anadolu'dan Hellen'lere ve Girit'e geçtiği görüşü de aynı şekilde genel kabul görmektedir(29). C. Şakir Kabaağaçlı'ya göre atlar önce "şar" denilen savaş arabalarının ve arabaları çekmekte kullanılmıştır. Süvarilik daha sonraki ve daha ileri bir uygarlığın simgesidir.
Asuwa bölgesinde at kültürünün gelişkin olduğu anlaşılmaktadır. İliada'da Homeros, Asia(Asya) çayırlarından; Maionia'nın atlarından, ata binen altın üzengili Maion kadınlarından söz eder.
Luwi dilinde at, Asu/Asuwa olarak adlandırılmaktadır. Yani Asuwa halkına verilen ad ata da verilmektedir(30).
Bir boyun adı ata niçin verilir bunun mantıki açıklaması nedir?
Arabistan'dan getirilen atlara "Arap atı" deriz. İngiltere'den getirilen atlara da İngiliz. Belki de bu durum çok eski bir gelenektir.
Büyük bir olasılıkla, Asuwa halkı atı ilk evcileştiren halk olduğu için, diğer halklar da atı Asuwa'lılar da görmüş ve ata "Asu /Asuwa"demişlerdir.
Bu açıklama atın Hurri'ler tarafından evcilleştirildiği şeklindeki bilimsel tespitle çelişmez mi?
Çelişmez.
Çünkü Huri halkı Çerkes'lerle ilişkili bir halktır. Büyük bir olasılıkla bu halkın arasında Asuwa /aşuwa boyu da bulunmaktadır(31). Belki de Aşuwalar daha arkaik dönemde Kuzey Mezopotamya'da yaşamışlar, M.Ö 2000'li yıllarda da Ege bölgesine gelmişlerdir. Bu olasılık az değildir. Kuzey Mezopotamya'daki bulgular da bun olasılığı artırmaktadır. Özelikle Hürri'lerin torunları olan Urartu'larla, Aşuwa'ların torunları olanLydia'lılar arsındaki birilişkiyi bilim adamları hep gündemde tutmaktadırlar. Güçlü olasılık olarak değerlendirdiğimiz şekilde, atı Asuwa'lar evcileştirdiği için evcileştiren halkın adıyla Luwi halkı tarafından (at) adlandırılmışsa, Luwi'ler Asuwa halkını hem Asu/Aşu, hem de Asuwa/aşuwa olarak anıyor olmalıdırlar. Çünkü ata hem Asu/Aşu, hem de Aşuwa/Asuwa diyorlar.
Luwi'lerin bir parçası olan ve atı evcilleştiren Aşuwa'lar da, at için Aşu/Aşuwa sözcüklerini kullanmışlarsa, bu kendi adlarını verecek kadar atla özdeşleştiklerini gösterir. Bulgulara göre bu halkın atla özdeşleştiğin-den kuşku duymamak gerekir. Ama yine de biz, Aşuwa boyunun at için başka bir ad kullanma olasılığının yüksek olduğunun düşünüyoruz. Elimizde hiçbir belge bulunmamasına rağmen böyle düşünmemizin nedeni ata kendi adlarını vermeleri halinde ortaya çıkacak pratik sorunlardır. Atı her gün kullanmak durumunda olan bir halk için kendi adını ata vermek hiç de pratik olmazdı. Ancak Aşuwa'lar Luwi halkının bir parçası olduğundan ve bu dönem-de at için Luwi'lerden farklı bir sözcük kullandıklarına dair belge de bulunmadığından, luwi dilinde kullanılan sözcüğün Aşuwa'lar tarafından da kullanıldığını kabul etmek durumundayız..
Aşuwa/Asuwa adını tahlili yapılırken kök sözcüğün, su/şu, article almış biçiminin ise Aşu/Asu olduğu görüldü. Halen konuşulan Aşuwa lehçesinde Article her zaman kullanılmaz. Eğer Aşuwa'lar asu/aşu sözcüğünü kullanmışlarsa, Articlesiz şekliyle su/şu, sı /şı biçimlerinde de kullanmış olmalıdırlar.
Bu saptamanın önemi şuradadır ki, Çerkes'lerin bir kolu olan Adiğeler halen at için "şı/şu" sözcüğünü ve atlı için "şuw" sözcüğünü kullanmaktadırlar.
"Şuw" sözcüğünün, "Aşuwa" sözcüğüyle aynı köken kaynaklanmakla kalmadığını, aynı özcük olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Adiğe'lerin, sözcüğü bu şekilde değiştirebileceklerini gösteren çeşitli örnekler bulunmaktadır. Örneğin Adiğe'ler, Aşkarıwa /Açkarıwa sözcüğünü de buna benzer biçimde değişikliğe uğratarak "Şkarow/Çkarow" demektedirler. Bu sözcükler hiçbir şekilde Aşkarıwa/Açkarıwa biçiminde söylenmiyorlar. Aşkarıwa sözcüğünün başındaki ve sonundaki "a"harfleri söylenmediği gibi, "atlı" anlamındaki "Aşuwa" sözcüğünün başındaki ve sonundaki "a" harfleri de söylenmeyerek "Şuw"denilmiş olabilir.
Fars kökenli olup Türkçe'de de aynı anlamda kullanılan Suwari/Süwari sözcüğü de, Luwi/ Asu/Asuwa kökenlidir. Eğer Asuwa'lar tarihi dönemlerde at için "su/şu /şı" adını kullanmışlarsa, atlı için "-lı" ekiyle "suwa" diyeceklerdir. "Suwa-ri/Suwari" sözcüğü ise bu dilde "atlı adam" anlamına gelir. Çünkü "ri" sözcüğü Abhaz/Abaza dilinde halk/insan anlamına gelmektedir.
Aslında Abhaz/Abaza dilinde halen kullanılmakta olan ve bu dilde bileşik sözcük olarak "atlı insan" anlamına gelen "Çıwari" sözcüğü de"Süwari" sözcüğüne çok benzer. Aynı kökten, aynı ilkelere göre kurulmuş gibidir. Şimdi isterseniz Abaza/Abhaz dilinde atla ilgili olan sözcükleri inceleyelim:
Çı:At, Çıwa:Atlı, Çıwari:Atlı insan, Çıwaüi:Atlı insan; Çıcıs/Çısıs:At yavrusu (tay), Şhegö/Aşhegö: Aygır, Çı-an/Çan:Kısrak v.b.
Eski İran/Pers dilinde aygır anlamında Aspa sözcüğü de, yalnız As kökenli olmakla kalmaz, aynı zamanda Abaza dilinde As-pa, As oğlu anlamına gelir. Suwariden sonra bu da çok ilginç benzerliktir.

Aşuwa/Asuwa toplumu yerleşik bir toplumdu. Bu toplumda tarım ve hayvancılık yapıldığını, ticaretle uğraşıldığını ve madenlerin işlendiğini biliyoruz.
Menderes havzasının doğal koşulları tarım için çok uygundu. Bu bölgede hububat tarımının Aşuwa'ların yerleştiği dönemlerde yapıldığı söylenebilir. Yine küçük ve büyük baş hayvan yetiştirildiği bilinmektedir. Çevredeki doğal şartların uygunluğu ve yaşam düzeleri göz önüne alındığında, üretimin ihtiyaçları karşıladığı ve hatta üzerinde olduğu söylenebilir.
Öyle görünüyor ki, Asuwa /Asia çayırlarında at da yetiştiriliyordu. Hatta atçılık çok önemliydi. Daha önce de belirtildiği gibi Homeros, altın üzengili ata binen Maion kadınlarından ve Asya'nın güzel çayırlarından övgüyle söz etmektedir(32).
Yine başkent Asuwa(Sard) şehrinden geçen ırmakta altın bulunduğu ve altından ilkçağdan beri yaralanıldığı anlaşılmaktadır. Lydia'lılar döneminde de bu nehirden altın çıkarılıyordu. Ve Lydia Kralı Krezüs/Karun dünyanın en zengin adamı sayılıyordu.
Asuwa'ların yaşamında ticaretin de önemli bir yerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Sard şehrinin ve bölgenin, o zamanki önemli ticaret merkezleri olan Hatusa /Hatuşa ile Kayseri yakınlarındaki Kaneş/Kaniş şehriyle bağlantıları vardı. Kaneş, Hatuşa, SardAsuwa), Ephes, ve Miletos gibi şehirler çağının en büyük şehirleriydi. Bu konuda Halikarnas Balıkçısı "Mezopotamya'dan Anadolu'ya giden yolda Kaneş, Anadolu'nun ilk Ticaret merkezidir. Ta uzak doğudan çıkan bu kral yolu iki ana kola ayrılır. Bir kolu Gediz sularınca Sardis'e gelir, oradan Troya'da, Kime'de ve İzmir'de denize varır. Öteki kolu Büyük Menderes'i kıyılayarak, Milet ve Efes'de denize ulaşır"(33).
Eldeki belgeler yetersiz olduğundan çok kesin olarak söylenemese de, Asuwa'da kadınların sosyo-ekonomik yaşamda çok etkin oldukları söylenebilir. Büyük bir olasılıkla Aşuwa kadınları toplumsal yaşamın her alanında söz sahibiydiler. Asuwa'dan 1300-1400 yıl sonra aynı topraklar üzerinde, aynı halkın kurduğu Lydia devletinin ana erkil olup olmadığının tartışılmasına ve pek çok bilim adamı tarafından anaerkil bir toplum olarak kabul edilmesine bakarak(34). Aşuwa toplumunun anaerkil olduğu söylenebilir. Özellikle soyun anayanlı olduğunun kesin olarak söylenebileceğini düşünüyoruz. Aslında bu tespit, Kydia'lılar için de yapılabilir.

Önce Sayın Umar'ın bu konudaki açıklamasını görelim:
"Gerek Sardeis, gerek Sardis, kentin asıl adına (Swarda) Hellen dilinde "-lılar, halkı" anlamında –eis takısının ya da "-Sal, - ülkesi anlamında is takısının eklenmesiyle Hellen ağzına uydurulmuş biçimleridir"(35).
Sayın Umar'a göre "Sard-eis", Sard halkı, Sard'lılar; "Sard-is" ise Sard ülkesi anlamlarına gelir. Yani kent adı olan kök sözcük Sard/Sart sözcüğüdür. Ama Umar'a göre Sard sözcüğü de değişmiştir, onun da kökenindeki sözcük "swarda" sözcüğüdür.
Sayın Umar'ın görüşü ciddi bir olasılıktır. Ancak "Swarda" sözcüğünün kökünü ve asıl dayanağını açıklamıyor. Oysa bunun da açıklanması gerekir. Kanımızca "Swarda" sözcüğü, kentin ve kente oturan halkın daha arkaik adıyla Asuwa'yla ilişkilidir. "Swa- rda" adında Asuwa adı, baştaki article düşmüş olarak bulunmaktadır. Abhaz /Abaza dilinde "Swa-r-da" sözcüğü "Swa halkı yeri" anlamına gelir.
Bununla birlikte Pers halkının bu kente "Saparda" demesi başka bir olasılığı da gündeme getirir(36). Sapa-r-da adı "Sa oğlu halkının yeri" anlamında Luwi dilinden bir sözcük olabilir. Yaşayan Abhaz /Abaza dilinde de bu anlama gelir. Bu da daha önce sözünü ettiğimiz "sı/sa" çeşitlemesinin Asuwa sözcüğünün kökünde bulunduğunu ve o çağlarda da kullanıldığını gösterir. "Sa" çeşitlemesini kullandığımızda, kent adı "sa halkı yeri" anlamında "sa-r-/sard" olur. Yani "Swarda" çeşitlemesi hiç kullanılmamış olabilir.
Bizce bu daha büyük bir olasılıktır.
Bu durumda Pers'lilerce kullanılan Saparda sözcüğünün "sı" kökünden çeşitlemesi, "Sıparda" adının Pers halkı ya da Luwi dilini konu-şan başka halk toplulukları tara-fından bu kent için de kullanılmış olması gündeme gelir. Bu durum-da kent Sıparta /Ispartanın adaşı olur ki, kentin "Ispartalı göçmenler"tarafından kurulduğu şeklindeki Yunan söylemine niçin gerek duyulduğu da anlaşılmış olur.
Ancak bu durumda "Asu/Ası" halkıyla Ispartalılar arasında bir köken ilişkisi gündeme gelir. Yoksa ilk Ispartalılar da "Sı" halkından mıdır? Mora yarım adasında kaybolan "sı"halkının atası Pelasg'lılar, yoksa Isparta'da yaşamış mıdır?
Biz şimdi bu soruları bırakıp Anadolu'ya dönelim. Anadolu'da Aşuwa halkının yaşamış olabileceği diğer yerleri tespite çalışalım.

M.Ö.2000 yıllarında İzmir-Manisa dolaylarında bir devlet kumuş olan Asuwa/Aşuwa halkı, Anadolu'nun başka yerlerinde ya da yakın ve uzak çevrede yaşamış mıdır? Devlet, kent yada halk olarak adından söz edilmekte midir?
Bu soruları doğru yanıtlayabilmek için Asuwa/Aşuwa sözcüğünü oluşturan kök sözcüğün articleli Asu/Aşu/As/Ası/Aşı ve articlesiz su/sı/şu/şı biçimlerinin, Abhaz /Abaza dilinde halk adı ve yerleşim adı olarak alabileceği biçimlerin, ayrıca çoğul biçimlerinin incelenmesi gerekmektedir. Doğru yargıya böyle bir çalışmadan sonra, daha kolay ulaşılabilir.
a) Abaza/Abhaz dilinde özel bir ek:"-ra" eki
Abaza/ Abhaz dilinde çok özgül durumlarda kullanılan bir ek "ra" eki bulunmaktadır ki, bu ek çok önemlidir. Sözü edilen dilde bu ek iki şekilde kullanılır. Birinci şekilde klan adının sonuna, ikinci şekilde şahıs zamirlerinin sonuna eklenir.
Klanın bir üyesi tanıtılırken kalan adının sonuna, "o klandan, onlardan" anlamında "An-ra Ali, An'lardan Ali, xan klanından Ali" şeklinde; ya da bireye sorulan "kimlerdensin" sorusunun yanıtı olarak, "Sid-ra"(Sid'lerdenim, Sid ailesi'ndenim.) şekillerinde kullanılır. Yani bu ek "-lardanım, -lardan" anlamında yalnız, klan adlarıyla birlikte kullanılan bir ektir(vi).
Bu ekin klanla, klanı oluşturan insanlarla, tanrı arasındaki ilişkiyi gösteren arkaik bir anlamı bulunmaktadır. Sözü edilen klanın yaratıcı güç olan "Ra" ile bütünleştiğini, ondan bir parça olduğunu anlatır. Bu ekin temel işlevi budur.
İkinci durumda bu ek, şahıs zamirlerinin sonuna eklenir. Sa-ra/Sara, Ba-ra /Bara, Wa-ra/ Wara...vb. Ekin buradaki işlevi de aynıdır. Bireyin "Ra" ile bütünleştiğini ondan bir parça olduğunu anlatmaktadır(37).
"Ra" eki bu durumlar dışında hiç kullanılmaz. Bu ek kullanılarak kelimeler çoğul yapılmaz. Abhaz/ Abaza dilindeki çoğul eki "-kue, -ko, -kı" biçimlerinde kullanılan ektir. Şimdiki durumda Apsuwa boyu, "Ra" ekini klan ilenin adıyla birlikte kullanmayı da bırakmıştır. Ama yakın zamana kadar bu ek onlarda da kullanılıyordu.
Bu ekin yaşayan dilde, boy adıyla birlikte kullanıldığına hiç tanık olmadık. Ama klan adıyla birlikte kullanıldığından, daha büyük bir klan olarak düşünülen boy adıyla birlikte de arkaik dönemlerde kullanılmış olabilir. Bu olasılık hiç de az değildir.
b) Abhaz /Abaza dilindeki "ra" sözcüğü
Abhaz/Abaza dilinde bir de "ra" sözcüğü bulunmaktadır. "Ra" sözcüğü tek başına kullanılabildiği gibi, başka sözcüklerle bileşik sözcükler de oluşturabilir. Yapısına girdiği kelimelere "güçlü, yaratıcı güç, halk, hız ve hareket" anlamları verebilir. Bileşik kelimelerde "ra, -re, -rı, -r" vb. şekillerde bulunabilir.
Şimdi Asuwa/Aşuwa sözcüğünün kökü olan "sı/şı, su/şu" sözcüklerinin ve article almış biçimlerinin oluşturabilecekleri toplum, birey, tanrı vb. adlarını ve bunların anlamlarını belirleyelim.
Sur(a)/Şur(a), Sır(a)/Şır(a) : sı/şı, su/şu halkı.
Güçlü, yaratıcı sı, şı, su, şu. Asur(a)/Aşur(a), Asır(a)/Aşır(a) : Asu/Aşu, Ası/Aşı halkı
Güçlü, yaratıcı Asu/Aşu, Ası/Aşı
Sıbara/Sıbar, Şıbar/Şıbara : Sı/Şı oğlu halkı.
Subara/Şubara, Subar/Şubar : Su/Şu oğlu halkı.
Yine aynı şekilde rus/arus, rusa/arusa, ars, ras/aras adları, yaratıcı canlı, güçlü canlı anlamlarında toplum adı tanrı adı ve birey adı olarak kullanılabilir.

Bu konuda da Sayın Umar önemli bir tespit yapmaktadır:
Eski Hellenler, Luwi dilinden ya da onun ardılı olan daha sonraki Anadolu dillerinden gelme –sa (o arada –asa, assa) bitişli sözcük-lerde bu -sa bölümünü bazen olduğu gibi bırakmışlardır... Bazı örneklerde bu bitişi kimi zaman–sa diye, kimi zaman bir okunuş ve söyleniş farkı söz konusu olmaksı-zın, -ssa diye yazmışlardır... Kimi örnekte ise, -sa bitişini –sos'a çevirmişlerdir... Helenlerin –sa bitişini -sos ettikleri adlarda, o bitişi kimi zaman, yine bir okunuş ve söyleniş farkı söz konusu olmaksızın –ssos diye yazdıkları görülüyor."(38).
Yine Sayın Umar, önemli bir tespitte daha bulunuyor:
"Luwi /Pelasgos sözcüklerinde baştaki a yerine İ'nin çeşitlemeler görmekteyiz."
Sayın Umar'ın bu saptamaları, Asuwa/Aşuwa yerleşim birimlerini tespit ederken çok işimize yarayacaktır.

Bu bölümde, Asuwa'yla ilişkili olabilecek kentlerden ve halklardan yalnızca Anadolu'da görülenler incelenecektir.
Hitit karlı 1. Hattuşili'nin (M.Ö.1660-1630) seferleri anlatılırken şöyle denil-mektedir:
"Gelen yılda Hattuşili sefere çıktı ve büyük kral aslan gibi Puran(Fırat) ırmağını geçti. Haşşu(va) kentini bir salan pençesi gibi eline geçirdi. Üstüne toz yığdı ve aradan aldığı mallarla Hattuşa'yı doldurdu;gümüş ve altının ne başlangıcı vardı, ne de sonu ."(39).
Yine aynı tablette anlatılmaktadır:
"Ama ben, büyük kral, Tabarna, Huhhu kralını, Hassu kralını yendim. Kentlerinin içine ateş attım ve dumanını göğün güneş tanrısına ve fırtına tanrısına çıkarttım ve Haşşu kralını yük arabasının önü-ne koştum."
Hassu /Haşşu ve Haşşu(va) sözcükleri ne anlama gelmektedir. Çok zengin bir kent olduğu anlaşılan ve Hattuşa'yı altınlarıyla dolduran, Haşş(va) kenti nerededir, Neresidir?
Bilinmiyor , bilinemiyor.
Fırat nehrinin ötesinde, belki de kıyısında, zengin bir kent olduğu anlaşılıyor.
Hassu /Haşşu ve Haşşuwa adıyla anılan bu kent yada halkla Assu/aşşu / Aşşuwa'lar arsında bir ilişki var mı dır? Yoksa yalnızca adları mı benzemektedir?
Daha önce de tartışıldığı üzere farklı dilerde aynı etnik adların kullanılma olasılığı çok az, hata hiç yoktur. Bu nedenle bu halkın Aşuwa'yla aynı halk olma olasılığı çok fazladır. Hassu/Haşşu/Haşşuwa'dan farklı okunmasını sağlayan "H" harfi iki şekilde bu sözcüğün başına gelmiş olabilir.
Birinci olasılık olarak belirtelim ki, bilim adamlarının saptadığı üzere, Luwi dilinden sözcüklerinin başında bulunana "a" harfi , tam "a" değerinde değil, "a" ya yakın bir değerde idi. Hellenler bu sözcüğü "a" ya yakın bir şekilde okudukları halde , Latin'ler "ha" ya yakın bir şekilde okuyorlardı. Örneğin La-tin'lerin "Hektor"dedikleri sözcüğe, Hellenler 'Ektor' diyordu.
Aslında aynı özellik Abhaz /Abaza dilinde de bulunmaktadır. Bu dilde article olarak kullanılan ve Türkçe'de "a" değeri verdiğimiz ses, aslında tam "a" değerinde olmayıp a, h, ğ, arasında söylenen bir sestir. Sayın Büyüka'nın da belirttiği üzere bu ses yalnızca article de olmayıp "üstün, yüce" anlamında bir ululama terimidir. Bu ses apsuwa'larda "a" ya dönüşmüş olmakla birlikle, diğer üç boyda da "ğha" değerinde söylenmektedir. Büyük bir olasılıkla Luwi dilinde de ses bu değerde söyleniyor-du.
Luwi dilinin bu özeliğinin sonucu olarak, aslında Asu/Aşu /Aşuwa olan sözcükler, Hasu /Haşu /Haşuwa biçimlerinde söylenip yazılmış olabilir.
İkinci olasılık olarak belirtelim ki, Abaza/Abhazlar "bey1" dedikleri ve asalet sıralamasında birinci sıraya koydukları klan ailelerine ah, ahaı, aha diyorlar ki, Bu sözcüklerde article almayabilir. Bu sözcüklerin article almamış içimi olan "ha" sözcüğü Abhaz /Abaza dilinde "yüce" anlamına gelir(40). Hassu /Haşşu /Haşşuwa sözcükleri de yüce anlamındaki "ha" sözcüğü ile bileşik kelime oluşturmuş olabilirler.
Tyana /Bor yakılarındaki Kemerhisarın yerinde olduğu kabul edilen Asbamaion yerleşimi de büyük bir olasılıkla Asuwa/Aşuwa halkını işaret etmektedir. Sözcüğün başındaki "Maion" bu çalışmamızda Abhaz/Abaza klanı olduğunu belirlediğimiz Maan / Mağan'ları işaret ediyor olabilir. "As-ba" sözcüğü ise "As oğlu" anlamındadır. Bu durumda "Asba-maion", "As oğlu Maan" anlamına gelir.
Pontos Kapadokya'sında bir yerleşim olan "Asiba" kenti, "Asi oğlu" biçiminde Abhaz/Abaza dilinden bir sözcük olarak "sıba" klan ailesini ya da as halkını işaret ediyor olabilir.
Bodrum-Akyarlar civarında bir kale olan Aspat kenti, As/Aş oğlu yeri anlamında olabilir.(41).
Ankara-Aksaray arasındaki "Aspona" kenti, "Aspana" biçiminde olabilir. Bu da Bu da "as/aş oğlu yeri demektir(42).
Truwa bölgesinde bir kentin adı, Aiolis bir ılıcanın adı, Edremit yakınlarında bir köyün adı olarak görülen "Astrya" adı da(43), As-ty-ra biçiminde "As/Aş büyük yeri" anlamında bir yerleşimi belirtebilir.
Çanakkale yöresinde Assos kentinin kök sözcüğü "As-Sa" biçiminde, "As yeri" anlamında olabilir. Kilikia'da şimdiki Dörtyol yakınlarında bir ilkçağ kentçiği olan "İssos" da "Assos"un bir çeşitlemesidir ve aynı anlama gelir.
İsba kenti d "As oğlu" anlamındadır. Zaten Bilge Umar'da aynı saptamayı yapmaktadır: "Hierokles'de Sabaion(o'su Hellen yazımında Omega ile; böyle olunca, Hellen dilinde "Saba'lıların anlamını belirtir.) Adın Anadolu'lu öz biçimi Sba, Swa olmalıdır"(44).
Daha önce sözünü ettiğimiz Sıba klan ailesi tekrar karşımıza çıkıyor. İşin ilginç yanı bu aileye "Saba"da deniliyor. Bu ailenin Türkiye'deki kollarından biri de "Seba" soyadını kullanıyor.
Aşuwa'yla ilişkili görülen kentlerden biri de Hurri-Mittanni başkenti olan Waşşukani / Wassukani'dir.(vii) Habur bölgesinde Mardin'in güneyinde Tel Feheriye'de olduğu sanılan Waşşukanin yeri kesin saptanamamaktadır(45). Wassukani/Waşukkani sözcüğü Abhaz/Abaza dilinde kurulu buluyor. Ek almış bir şekilde Asu/Aşu yerleşim yerini göstermektedir.
Baştaki "wa" bu dilde halen kullanılıyor ve dost anlamına geliyor. Sondaki "nı/ni" sözcük olarak düşünüldüğünde "ana" anlamına gelmektedir. Coğrafi yerler gösterilirken "-yeri" anlamında kullanılan bir ektir ve halen kullanılır. Bu sözcükte de bu anlamda kullanılmaktadır. "Ka" ise Abahaz /abaza dilinde "-yeri" kullanıldığı gibi aynı zamanda baş anlamına da gelir. Bu sözcükte de baş anlamında kullanılmaktadır. Bu durumda "Wa-su-ka-ni /Wassukani"sözcüğünün anlamı "dost Asu/ Aşu baş yeri/Dost/iyi) Asu yeri" anlamına gelir.
Son olarak da İssuwa ülkesinden söz edeceğiz. Daha önce de belirttiği gibi Luwi dilinde "a" ile başlayan sözcüklerin "i" çeşitlemesi de bulunmaktadır. Daha doğrusu article olan "a", "i" şeklinde de kullanılmaktadır. Bu durumda İssuwa ile Assuwa eşitlenir. Yani bu iki ülke de "sı/şı/su/şu" ülkesi-dir. Peki, nerededir bu ülke?
Günaltay'a göre Munzur Dağı'nın güneyinde, Hozat ve havalisindedir(46). Balıkçı'ya göre Malatya'nın doğusunda, Fırat ırmağının sol kıyısındadır. Umar'a göre bu ad Assuwa'nın çeşitlemesidir ve Elazığ Altınova yöresi olduğu kesindir