ÇERKESLERDE SAVAŞ DÜZENİ


Savaş ve Kuzey Kafkasya... Bu iki kavram asırlardan beri ayrılmadı... Dünya tarihinde hoş görülemez bir suç(!) olan 'ulusların kendi ülkesinde bağımsız yaşama hakkı' Kuzey Kafkasyalılara da tanınmadı. Yüzlerce yıldır savaş içersinde olan Çerkeslerin gelenekleri de bu çerçevede şekillendi. 'Savaş' adeta bir yaşam biçimi oldu...

İçinde bulundukları ülkenin coğrafi ve ekolojik konumu yüzünden saldırılar, yağmalar, sürgünler ve katliamlarla karşı karşıya bırakılmışlardır ve ne acıdır ki 21. Yüzyıl dedikleri, kardeş halklar masallarının okunduğu 'global ve medeni'(!) dünyada Kafkasyalılar hala bunlarla iç içe yaşamak zorundalar.
Doğdukları andan itibaren 'özgür' yetiştirilen Kafkasyalılar da asırlarca süren bağımsızlık savaşları meydana gelmiştir. Kimi çıkarcı devletler Kafkasya'yı kendi malıymış gibi birbirlerine peşkeş çekse de Kuzey Kafkasya bunu asla kabul etmemiştir. Bir Rus Generali Şapsığ beyine "Osmanlı hanedanı topraklarınızı Çarımıza bahşetti bundan sonra Kafkasya bizimdir!" der. Şapsığ beyi gülümseyerek şöyle yanıt verir "General şu havadaki kuşu görüyor musun?....O kuşu sana verdim git onu al!"
Çerkeslerin ne derece bağımsızlık şuuruna sahip oldukları İmam Mansur'un şu sözlerinden anlaşılmaktadır... "Bizim için en kötü durum, tüfeklerimizin barut ve kurşun ihtiyacından dolayı neredeyse tamamen kullanılmaz hale gelmeleridir. Fakat elimizde onlara sallayabileceğimiz kılıçlar oldukça gavura asla teslim olmayacağız. Eğer tüm dünya tarafından terk edilir ve gücümüzün son safhasına sürülürsek, işte o zaman Çerkeslerin neler yapabileceklerini tüm dünya görecektir. Karılarımızı ve çocuklarımızı, Rusların ellerine geçmemeleri için bizzat kendimiz öldürecek ve en son adamımıza kadar onların intikamını almak için öleceğiz...."
Çerkeslerin tarihte düzenli orduları olmamasına rağmen gerektiğinde süratle toplanabiliyor ve Xabzelerin öngördüğü şekilde liderlerini seçebiliyorlardı. Lider vasfında ki kişinin savaş yeteneğinin diğerlerinden fazla ve toplum içersinde sayılan bir kişi olması gerekiyordu. Osmanlı ve diğer devletlerde olduğu gibi savaşlarda liderler uzak bir yerden savaşı izleyerek emir yağdırmaz, savaşa giderken en önde, düşmanla ilk çatışmaya girenler arasında yerlerini alır, dönüşte ise arkadan gelebilecek tehlikelere karşı koymak için en arkadan kafileyi takip ederlerdi.
Tarihin bilinen dönemlerinden beri sürekli saldırıya maruz kalan Çerkeslerin kıyafetlerinde savaş unsuru etkili olmuştur. Her bir Çerkes her an bir savaş olacakmışçasına hazır bulunur, tüm silahlarını kıyafetleri ile beraber taşırlardı. Kafkasya'da evler son derece sade ve gösterişiz yapılırdı. Her hangi bir saldırı durumunda düşmanın eline geçmemesi için gerekli eşyalar alındıktan sonra ateşe verilirdi. Evlerin sade olmasına rağmen silah ve at takımları altın, gümüş gibi kıymetli eşyalarla donatılırdı. Bununla beraber yanlarına gereksiz eşyalar almaz yalnızca yetecek kadar yiyecek bulundururlardı. (Çerkeslerin doğuştan az yiyerek yetişmelerinden dolayı bu yiyecekler zaten ağırlık teşkil etmezdi.) Akınlarda at arabası, hayvan ve top mermisi gibi ağır silahları bulundurmayan -ne acıdır ki bu silahlar zaten Çerkeslerde bulunmazdı- bir Çerkes için düşmanın elinden kurtulmak zor bir iş değildi.
Genellikle savaş anlamına gelen kırık ok düşmana gönderilirdi. Geleneklere göre elçinin can güvenliği ve şahsi dokunulmazlığına riayet edilirdi. Efsanelerde, Çerkeslerin gündüz savaştıkları düşmanlarını gece ziyaret etmeleri ya da onları davet ederek ağırladıkları ve savaşın onuruna şenlikler düzenlendiğini, hiçbir art niyeti olmayan görüşmelerin yapıldığı anlatılmaktadır. Çerkeslerde düşmanlarla olan münasebetlerde de Xabze söz konusudur. Esirlere acımasızca davranmak uygun görülmeyen bir davranıştır. Bu kurallara düşmanın evini ve tarlasını yakma yasağı da eklenmiştir. Sadece başkaları tarafından kaçırılan kişinin eşi kaçıran kimsenin yaşadığı evi ve köyünü yakma hakkına sahiptir. Aynı zamanda Çerkes gelenekleri ev içerisinde insan öldürülmemesini emreder. Ölen düşmanlarının naaşlarının ailelerine iadesinin olanaksız olduğu durumlarda, tüm gerekli koşullar yerine getirilerek toprağa verilmesi gelenekler gereğidir. Ayrıca savaşta elde edilen bayan esirlerde sadece at üstünde taşınmıştır. Üç yıl Kafkasya'da yaşamış olan bir Polonyalı subay: "Adiğeler yapıları itibariyle cesur, kararlıdırlar ancak yersiz yere kan dökmeyi hunharlığı sevmezler cesetlerin sakatlanması, uzuvların kesilmesi, silahsızların öldürülmesi, kadınlara yönelik hakaretler ve benzerleri görülmemektedir" der.
Çerkesler düşmanlarına bu derece insani davransalar da Ruslar katliamlarından asla vazgeçmemiştir. Bir Rus subayının da şu sözleri bu iddiayı kanıtlar niteliktedir: "Dağlılar yalnız savaş alanlarında değil, halkın eylemlerinde de katı bir direniş gösteriyorlardı. Bir tek kişi kalsa bile koca bir orduya teslim olmuyordu. Birkaç kez uygulanan yıkım ve yağmadan sonra bile avlularından ayrılmıyor, yurdunda inatla, ısrarla direniyorlardı.
...Dağlılar teslim olmuyor diye başladığımız işten cayacak değildik Çerkeslerin silahlarını almak için Dağlıların yarısını kırmak gerekiyordu...Katliama giriştiğimizde kadın ve çocukların birçoğu ormana sığınıyordu. Bunların çoğu gezici birliklerimiz tarafından bulunuyor, genelliklede öldürülüyorlardı.
...Bu kanlı kırımda, çoğu zaman analar elimize düşmemesi için çocuklarını kendi elleriyle öldürüyorlardı. Birçok dağlı kabile tamamen yok edildiler. Yeryüzünden silindiler.
...Dehşet verici savaş bitip, Kafkasya'daki egemenliğimiz yerleştiği için biz bugün, vatanı ve özgürlüğü son nefesine, son kanına kadar savunan yiğit ama yenik düşmanımızın bu olağanüstü kahramanlığına duyduğumuz hayranlığımızı da belirtmeden geçemeyeceğim....."
Çerkeslerde, düşmanın eline diri olarak ele geçmek son derece utanç verici bir durumdur. Bir Çerkes çaresiz kaldığında teslim olmadan evvel mutlaka olabildiğince direnir, genellikle de canını vermeden önce birkaç Rus'un da canını alırdı. Onursuz bir şekilde ölmek kabul edilemez bir olgudur Kafkasya'da... Onursuzluk olarak kabul edilen başka bir olayda silah ya da atın düşmanın eline geçmesidir. "Atlının savaşta ölmesi evinde ağlayıştır, silahının kaybedilmesi köyünde ağlayıştır" der bir Çerkes atasözü...Savaşta şehit olanların arkadaşları, onun silahlarının korumak zorundadır. Ölenin naaşına olan saygı çok ileri derecededir. Bu sebepten naaşın düşmanın elinden alınması için arkadaşları ne pahasına olursa olsun saldırıya geçerlerdi. Ne acıdır ki bu gelenek kimi savaşlarda gücün bölünmesi nedeniyle Çerkeslere büyük zararlar vermiştir. Çerkeslerin savaş taktiği genellikle gerilla şeklinde olmuştur. Ufak gruplara ayrılıp düşmana ağır kayıplar vermişlerdir. Bu taktiği bir Rus subayı şöyle yorumlar... "Bizimle doğrudan doğruya savaş alanında karşılaşın. İşte o zaman, sayınız ne kadar fazla olursa olsun sizi yeneriz. Fakat şimdi bir arı sürüsü gibi çevremizde uçuşarak bizi taciz ediyorsunuz ve biz de, karşılık vermek üzere etrafımıza baktığımızda kimseyi göremiyoruz" ve ardından bir avuç barutu havaya saçarak, " işte otlardaki bu taneler kadar bulunmaz oluyorsunuz" der...
Çerkesler savaşı bir şenlik havasında görürlerdi. Çatışmalarda zengin at koşumları ve silahları ile en iyi giysilerini giyerlerdi. Anlatılan eski bir gelenek; "ceguako" denen müzisyenler savaşlarda yerlerini alır, çatışmaları yükseklerden seyrederek kişilerin yaptıklarını adlarıyla zikrederek beste yaparlarmış. Böyle bir şarkı da bir kimsenin adının korkak olarak geçmesi yüzyılların getirdiği olmazsa olmaz bir zorunluluk olan 'savaşçılık' karakterini taşıması gereken bir Çerkes için ölüm demektir. Toplumda korkak damgası yemiş bir kimse insanlar arasında ne saygı ne de arkadaş bulabilir. Böyle birisi kadınlarda dahil herkesin ayıpladığı bir kişi olur, kendisiyle evlenecek bir kız dahi bulamaz.
Her savaşçı sadece kahramanlığı değil ayni zamanda onurlu ölümü de düşünür. Bu yüzden kimin elinde öldüğü önemli değildir. Yeter ki bu kişi kendisi gibi cesur ve buna layık bir savaşçı olsun.
Çerkesler tarihte hiç bir zaman başkalarının emrine itaat etmemişlerdir. Kendi iradeleri dışında kimse onları savaşa gönderemez, onlar kendilerini tehlikeye karşı koyarlar, dövüşürler ve gönüllü ölürler! Yaralanmaları en büyük ödüldür. Öldürülürler, ailelerini kimse hor görmez. Herşey 'cesur' denmeleri içindir. İşte budur onlar için gerçek ödül! Bu tek kelime için ölüme giderler' Diğer halklarda ise böyle değildir, onlar emir alırlar, iradeleri dışında savaşa giderler, ödülleri ise o kadar büyüktür ki, en korkak olanı bile bir anlık cesur olur.
Gelişmiş silahlardan yoksun Çerkeslerin Rusya'ya karşı bunca yıl direnebilmelerinin en büyük nedenlerinden birisi, herkesi sosyal görevini yerine getirmeye zorlayan toplum duygusu ve buna bağlı olarak yaptırım gücü bulunan adetler, diğeri de kişiler arasındaki kahramanlık yarışmasıdır. Bu kahramanlık yarışması yalnızca Rus ordusunu seyrekleştirmek ve kendilerinden korkmaya zorunlu kılmakla kalmıyor, aynı zamanda Kuzey Kafkasya'ya seçkin kahramanların vatanı olmak onuru da kazandırıyordu.
Bir çatışmada şehit olan birisinin ailesi için böyle bir olay büyük bir şerefti. Analar evlatlarını kaybetmenin acısının yanında bunun hakli gurur ve sevincini de taşırlardı. Bu kahramanların adları yıllarca anılır, onurlarına ağıtlar yakılır, yiğitlikleri neşredilirdi. Ruslarla yıllarca çarpıştıktan sonra şehit düşen Bjeduğ Prensi Pşıkuy'un adına yakılan aşağıdaki ağıtta 'kahramanlığa' verilen değeri göstermektedir.
PŞIKUY BEY'IN AGITI
Ne kadar cesur bir kalbe sahip!
Oysa ne kadar da genç,
VE de cesur olduğu kadar da cömert;
Kendi evi değildi savaştığı,
Korumak için uğruna can verdiği!
Ay-a-ri-ra
Dinle General Zass'ın davulunun sesini!
Gör, bak nereden geliyor Kazaklar;
Korkusuz Pşikuy, onların arasına dalıyor
Davula yöneltiyor kılıcını
Ay-a-ri-ra
Evi sonsuza kadar çökmüş bulunuyor,
Yıkılmış çünkü direği!
Kız kardeşi ağlıyor; ne evi var,
Ne de kaçacak yeri o günden.
Ay-a-ri-ra
Yırtıyor, parçalıyor kuzgunu saçlarını,
Leipsic ipeğinden daha siyah ve parlak,
Göğsünü yumrukluyor, çünkü
Evinin direği, cesur Pşıkuy yok artık.
Ay-a-ri-ra
Doğruca General Zass'ın üzerine sürdü atını
Canını kurtarmak için açtı Zass;
Ama O da, atını getirdi zafer içinde,
Atını ve süslü koşumlarını!
Ay-a-ri-ra
O ölüm kalım gününde
İki at yordu, değiştirdi;
Fakat kendi ruhu yorulmadı,
O kadar güçlüydü ki yüreği!
Ay-a-ri-ra
Bir aşık olarak gittiği o ülkeden tabutun içinde döndü!
Tuzlu gözyaşları döken annesi,
Islattı cansız yüzünü Pşıkuy'un.
Ay-a-ri-ra
"Allah'a şükürler olsun!" dedi, kadın ağlarken,
"Bir yağmacı değildi, O:
Fakat elde kılıç öldü,
Allah ve Adiğe için!"
Ay-a-ri-ra
Köyün diğer bütün kadınları da,
Göğüslerini parçaladılar, ağladılar,
Eyvah ey gün! Eyvah ey zaman!
Öldü artık bizim koruyucumuz.
Ay-a-ri-ra
Köyün diğer bütün kadınları acılı yaşlar döktüler,
İçleri yandı, koruyucularının gitmesine;
Çok iyi biliyorlardı ki, kendileri ve çocukları
Kurtulmuşlardı, Pşikuy kılıcını çektiği zaman
Ay-a-ri-ra
O hayatını kaybetti, fakat
Tabutunu hala süslüyor silahları;
Orada duruyor siyah tüfeği de,
Patladığı zaman Rusları korkuyla çökerten.
Ay-a-ri-ra
O gün giydiği kan kırmızısı elbisesi
Bütün gün parladı, durdu,
En koyu yıldırım bulutları içinde yer alan
Bir güneş gibi.
Ay-a-ri-ra
Kara atı, bir şahin gibi dönerken
Pşikuy onu savaş alanına sürdü;
Elbisesinin kolları sallanıp durdu
Kılıcını savurmasından çıkan rüzgardan.
Ay-a-ri-ra
"Atımı alı n kız kardeşime götürün!"
Dedi, can verirken Pşikuy,
"Onun gözlerinden kanlar dökülmeli,
Diğer gözler sadece su akarken".
Ay-a-ri-ra
Ve bir şehid bu şekilde düşerken
Açıldı bütün cennet kapıları
Karşılamak için Kahraman!,
Erenlerle sonsuza kadar kalması için.
Ay-a-ri-ra
Kuzey Kafkasyalılar, kendi topraklarına el uzatılmadığı, vatanlarının ve özgürlüklerinin ellerinden alınmaya çalışılmaması halinde tüm dünyayla kardeş olarak yaşamayı tercih etmişlerdir. Yüzyıllardır çok şey değişti...medeniyetler, milletler, anlayışlar... Fakat Kafkasya tarihi adına değişmeyen iki şey var; birisi Rusların barbarlığı, saldırganlığı ve yalanları, diğeri de Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlık aşkı. Bu gün Çeçenistan'da asırlardan süre gelen 'Kafkasyalı' mantalitesi devam ediyor. Kahramanlıklarını Ruslar da dahil tüm dünya kabul ediyor... ama ne acıdır ki böyle bir millete bağımsız yaşama hakkı çok geliyor dünya için 'dengeler adına'... kahramanlık da yetmiyor, zafer de 'bağımsızlığa'...