BİR ÖYKÜ (DAVETSİZ MİSAFİR)



İhtiyar Çigu Hasan, avludaki ağacın gölgesinde, biricik oğlu Tem ur için, inek derisinden ayakkabı dikiyordu. Bir ara köpek havlamasına basını kaldırdığında bir delikanlının çiti atladığını, avluya girmekte olduğunu gördü. Kalktı misafirini karşıladı.- Hoş geldin oğlum evime buyur.
Misafir tedirgin: - Hoş bulduk... Öldürülmek üzere aranıyorum. Ne olur sakla beni! - Gel, bu tarafa gel. Çabucak getirip duvara dayadığı, merdiveni göstererek devam etti. Yukarı çık oğlum, tavana. Oradaki didilmiş yünde saklanırsın. Korkma gelenleri ben görürüm.- Kimsin oğlum? Öldürülmek üzere arandığını söyledin ama kimseler yok görünürde. Korkma... Anlat bakalım ne oldu ? - Atımı koşturuyor eğleniyordum. Kamçıyla atıma vurdu. Bu da bana vurması demekti. - Dilini biraz farklı buluyorum oğlum. Ashuwa misin - Evet. - Bilirim, atınıza birinin vurması siz Ashuwalarca büyük bir hakarettir. Öldürdüğün kim? - Kim olduğunu da bilmiyorum.İlk kez görmüştüm zaten. Köyünüze de ilk gelişim. Altsgu'nun düğünü için gelmiştim. Agu Altsgu'nun düğünü... Bu sırada köpek yine havlamaya başlayınca "Geldiler herhalde" diyen Hasan etrafa bakınmaya gittiğinde, köpeğin havladığı yönde, tepede, kalabalık bir grubun eve doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Az sonra öne geçip kapıyı açan bir kaç gencin arkasından, bütün kalabalık avluya girdi. Taşıdıkları sedyede yamçı örtülü biri vardı. Sedyeyi sessizce gölgelik bir yere bıraktılar. Hasan henüz; "Kim bu? Ne oldu"diye sormadan hem komsusu hem de iyi dostu Baz Habib yanına yaklaştı ve; - Metin ol dostum. Hayatta olmayan şey yoktur, der. Biricik oğlunu Tem ur’u öldürdüler bu gün. Hasan, dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti ve olduğu yere çöktü. Baz son derece üzgün devam eder, - Eh ne yaparsın "oğlu öleni oğluna ağlatma" derler. Bu gün senin basına gelen geçen yıl da benim basıma gelmişti. Bu şekilde Baz’ın teselliye çalıştığı Hasan hiç bir şey duymuyor, kulakları da uğulduyordu. Bir an ağlamaklı oldu ve kendini kaybetti. Kendine gelir gelmez de " Kim yedi? Kim öldürdü oğlumu?" diye sordu. Bir delikanlı: - Ashuwa’nin biriyle at oynatırken münakasaya tutuşunca Ashuwa tabancasını çekip vurmuş. Eceli ondanmış ne yapabilirdik ki? - Nereli nereden geliyor o Ashuwa? Bileniniz var mi? - Kimse bilmiyor dedi başka biri. - Bugün gelmiştir belki ama kazadan sonra kendini tanıtmadı kimseye. Hasan kuşkulu: - Neden münakasa etmişler peki ? - Kozca Dide’nin dediğine göre, Ashuwa Atina Tem ur’un kamçıyla vurmasını büyük bir hakaret saymış ve... - Anladım, hepsini anladım, dedi Hasan sessizce...
Tem ur’un arkadaşları Ashuwa’yi aramak, bulmak öldürmek arzusundaydılar.- Ashuwa’nin mutlaka ölmesi gerekiyor.Yakında bir yerdedir.Ormana saklanmıştır belki. Yolları tutmalı.Her yerde arıyoruz henüz elimize geçmedi,Buluruz nereye gidebilir ki.. - Sen onu kaybettin ama biz arkadaşları, oğlunun borcunu ödemeliyiz. Ben Tem ur’un öcü alınmadan rahat edemem. Bu gece sabaha kadar köprüyü gözetleyeceğim. Ya sen Sakır? - Benim şu Sohum’um evinin önündeki harabeye pek güvenim yok, oraya bakacağım. Böylece delikanlılar anlaşıp dağıldığında yalnız kalan Hasan, misafirine azık hazırladı ve merdiveni getirip seslendi. - İn artik oğlum, yalnızım, kimse yok. - Bunu da al, yolda yersin, diyerek azığı yanına gelen misafire verdi. Sonra tepeye tırmanan gençleri göstererek devam etti. - Öldürdüğün gencin arkadaşlarının dediklerini duymuşundur. Sen bu yoldan ayrılmadan git. Kimseye görünmeden ana yola çıkmanı sağlar, sonra da sağ salim yoluna devam edersin. Haydi yolun açık olsun. Misafir eğildi ve saygıyla Hasan’ı selamladı ve tek kelime söylemeksizin, karanlıkta tarif edilen yola koyuldu..