Çagar/Çegrech./Çagray
Kabardey beylerinin koruması altında bulunan hür bir sınıf.
Anadolu’da Kabardey Adigeleri arasında araştırma yapmış olan L.
Kosswig (1974;342) ise beylerin koruması altında olanlar için
Slukhukhol olarak tespit etmiştir.
ÇIache-к1ахэ,
dil bilimcilerce batı Adige dillerinin tanımı için kullanılan
linguistik terminolojilerinden biridir.
ÇIade-к1адэ,
fıçı. Pcheçay- пхъэчай adı da verilir.
ÇIakIo-к1ак1о,
bütün Kuzey Kafkas halkları tarafından kullanılan koyunyününden
yapılma literatürde burka olarak da bilinen bir çeşit kepenek.
ÇIakIo Kabardeylerce yapılanlar Petzhold'a göre (1867. c. 2;
23) hafif, su geçirmemekte ve en iyi kalitededir ve diğer Kafkas
halklarınca aranır ve daha pahallı olarak satılırdı.
ÇIale qıfechuğ-к1алэ
къыфэхъугъ,
çocuğu oldu. Adigelerde çocuk doğurdu demek geleneklere göre
ayıptır. Kişiler için negatif anlamda kullanılırdı. Doğurmak-"лъфэн
' sözcüğü genelde hayvanlar için kullanılırdı.
ÇIale yığotığ
- к1алэ игъотыгъ,
çocuk doğuran kadından bahsedilirken 'o çocuk buldu' da denirdi.
Çamçan (Tschamtschan)
Ermeni tarihi yazarlarındandır ve eserinde Çerkeslerden de söz
etmektedir.
Çamtuch,
kara renkli koyunlara denilmektedir. Bu koyunlar diğer koyunlardan
daha iridir ve yünü kıvırcıktır. Gerek yünü gerekse eti daha çok
aranan bir hayvandır.
ÇIapş-к1апщ,
genellikle hastalar ve yaralılar için genç kız ve erkeklerin
düzenledikleri eğlenceye denilir. Bu eğlencenin arkasında eski
Adige inançları yatmaktadır. Karanlığın uğursuzluğundan
korkulduğundan hastanın uyumaması ve kötü ruhlardan korumak için
bu eğlenceler yapılmakta idi. Hastayı ziyarete gelen içeri
girerken kenarda bulunan demire vurarak hastayı uyandırırdı.
Ayrıca demirin iyileştirici bir kuvveti olduğuna da inanırlardı.
ÇIapş oyunu da bu eğlencelerin bir tanesidir. ÇIapş mayasız
hamurdan yapılma yuvarlak ve üstünde çok çeşitli motifler bulunan,
taş gibi kuru pişirilen simit şeklinde ya da çok süslü bir
ekmektir. Bu yuvarlak ekmek ortasından tavana asılır, etrafında
elleri arkada bağlı olan gençler dizilirler. Kendi ekseni
etrafında dönen, aynı zamanda sağa ve sola sallanan bu ekmekten
oyuna katılanlar dişleriyle yakalayarak bir parça koparmak ve
bitirmek gerekmektedir. Oyunun kurallarını iyi bilmeyenlerin
dudakları yarıldığı gibi dişlerini de yitirebilmektedir.
Bu
eğlencelerde Adige inançlarıyla ilgili bazı ilginç bilgileri ve
dini inanç ve merasimleri literatürde da okuyabiliyoruz; 'hasta
eve taşınır taşınmaz kapı eşikleri kalın tahtalarla yükseltilir ve
çivilerle çakılır. Hastayı kötü gözlerden korumak için, on beş
yaşından küçük olan bir kız çocuğu, inek pisliği ile odanın dört
duvarına bir çizgi çizer. Hastanın başucuna içinde bir yumurta
bulunan bir tas su ve karasaban demiri ile demirden bir çekiç
konulur. Hastayı ilk defa ziyarete gelen kişi, içeriye girince
çekiçle üç defa karasaban demirine vurur, içinde yumurta bulunan
suyla da hastanın örtüsüne birazcık parmaklarıyla sıçratarak,
hastaya '' Tanrı seni tekrar sıhhatine kavuştursun'' iyi
dileklerinde bulunur. Arkasından yataktan uzaklaşarak kendine
uygun bir yerde yerine alır.
Hasta
ziyaretçileri içeri ve dışarı çıkarlarken yükseltilmiş kapı
eşiğine çarpmamağa dikkat ederlerdi. Eğer biri tüm dikkatine
rağmen çarparsa kötülüğe ve uğursuzluğa yorumlanırdı. Ziyaretçiler
içeri girince çekici öyle kuvvetli vurmaları gerekir ki, tüm ev
halkının duyması gerekiyordu. Eğer içeri giren kişi, kardeş ya da
suçsuz birini öldürmüş katil ise, çekiçle vurduğu zaman ses
çıkarmayacağına ve parmaklarıyla suya değer değmez içindeki
yumurtanın da çatlayacağına inanırlardı. Katillikleri açıkça
bilinen kişilerin hastaları ziyaret etmeleri katiyetle yasaktı.
Ziyaret ederlerse hastaya zarar vereceğine inanıyorlardı.
Tabi ki bu
merasimlerle yetinmiyorlar, halk doktorları da göreve çağrılarak,
çeşitli bitkilerle hastalar tedavi ediliyordu. Daha önceden
hastası olan aile reisinin daveti gereği ebeveynler bekar
kızlarını seve seve hastayı ziyarete gönderirlerdi. Aynı ziyareti
ise akraba ve tanıdık evli kadınlardan başkası yapmazdı. Akşam
karanlığı başlayınca genç kızlar ve erkekler gece yarılarına kadar
hastanın odasında eğlenirler çIapşı (el vurma) oynarlar, beraber
yemek yerler ve hastayı eğlendirirlerdi. Hastanın gece uyumasını
önlerler ve bu tür eğlenceler, hasta iyileşinceye ya da vefat
edinceye kadar her akşam düzenlenirdi. Hasta eve gelen her
ziyaretçi için yatağından doğrularak kalkması gerekmektedir. Çok
hasta olan ya da ağır yaralılar bu gelenekten dolayı çok acı
çekmektedirler. Ancak gelenekler bunu gerektirmektedir; kim ki
yatağından doğrulmaz, ahlar uhlar, yüzünü buruşturur halk
arasındaki bütün saygısını yitirdiği gibi kendisiyle de alay
edilirdi.
Hasta
iyileşince, hastanın tedavi edildiği evin reisi kendisi için bir
şölen düzenler ve hastaya baştan aşağı donatılmış bir binek atı
hediye ederdi. Hastanın iyileşmesinde önemli rolü olan doktora da
pek çok hediyeler verildiği gibi, tedavi boyunca kesilen tüm
hayvanların deri ve pöstekileri de kendisine verilirdi. İyileşen
hasta da; hastanın pansumanlarını yapan evin hanımına, kendisine
hizmeti geçen herkese ve evin iç duvarlarını inek pisliği ile
çizen genç kıza hediyeler verir. Bu sayede hasta ile hastayı
tedavi edenler arasında kopmaz bir dostluk ta kurulmuş olurdu.
Çareviç bkz. Çerkes marşı. Çeçen, Kuzey doğu Kafkasya’nın yerli halklarından birisidir. Ptolemus 'Tuseka' ve 'Didur' adıyla söz ederken, 'Kist' ve 'Mizceg' olarak da bilinirler. Literatürde şu kabile adları aktarılmaktadır; Nazren, Galaş, Karabulach, Galgay, Zori, Kist, Cerach, Ako ya da Akınz, Psşechoi ya da Şopot, Şubuz ya da Şatoy, Şaro ya da Kialal, Dşan-Butri, Çarbeli ya da Tatbutri, İçker, Kaçakaluk, Miçkov, Avchov, Terek Çeçenzi, Sunşa Çeçenzi ve Bragun Çeçeni
Çeçenay,
bkz. Bjedığu
Çeçenoğlu
Hassan,
Trabzon Paşası iken 1827 senesinde Ahmet Paşa'nın yerine Anapa
kalesine komutan olarak gönderilmiştir. Ç. Anapa kalesine birçok
Adige thamate ve reislerini davet ederek, Osmanlı devletinin
korumasını teklif eder. Çerkesler bu teklifi, bağımsızlıklarına
katiyetle karışmamak şartıyla, kabul ederler.
ÇIeğ-çIetlıbze
ya da MezçIeğıbze de denilir. Adige geleneklerine göre zeches
denilen toplantılarda ya da psetlıcholarda genç kız ve
erkeklerin kullandıkları dilin adıdır. Bu dilde edebilik, zekilik
ve çabukluk aranır. Karşılıklı olarak bir birlerini sözlerle,
mısralarla, dörtlüklerle vs. zor duruma getirmeye çalışırlar.
Taraflardan birinin sorulara cevap bulamamsı halinde yenilgiyi
kabul etmiş olur ve iki genç arasındaki bu tür konuşmalara da son
verilirdi.
Çegreg
/Çagray,
Klaproth'a göre bir Abasin kabilesidir.
ÇIe ığ/
ÇIeşIeIeIete-к1эыгъ, к1эщ1э1э1этэ, Kabardey Adigelerinde asil
kadınların eteklerini taşıyanlara verilen addır.
Çeh Svatopulk,
19. yy da Çerkesya'yı gezerek Adigeler üzerinde hikayeler
yayınlayan bir yazardır.
Çelechset-Чэлэхъсэт,
Nart mitolojisindeki kahramanlardan birisidir. Çelechsetle ilgili
tekstlerin pek çoğu kayıp olmuştur. Elimizdeki tekstler ise daha
çok Abedzech, Şapsığ, Hatıkoy ve Kabardeyler arasında
toplanabilmiştir.
Çemxeğase-чэмхэгъасэ,
gelinle beraber damat evine gelenlere denilir.
Ç1eraşçe
Tembot-К1эращэ Тэмбот,
Adige edebiyatının temelini atan, Adige Mak gazetesinin ilk
sayısını 500 adet olarak el yazısıyla yazarak yayınlayan ünlü
ozanımızıdır. Kendisi sayısız edebiyat armağanları almıştır.
Bunlardan birisini de Sovyetler birliği devlet madalyasını Nasıpım
Yığogu 'Nasibin Yolu' adlı romanı ile kendisine layık görülerek
verilmiştir. Ç1eraşçe 16 Ağustos1902 tarihinde Koşçhable
köyünde doğar ve 1988’de hayata gözlerini yumar. Yaşamı boyunca
Adige halkına ve kültürüne hizmet etmeye çalışmıştır. Eserleri:
Nasibin Yolu, Yalnız atlı, Şapsığ kızı, Kahraman Abzeh Avcısı vs.
Çerkes,
Kuzey, Orta ve Batı Kafkasya’da yaşayan, Adige dilini konuşan
halklara, yabancılarca verilen ve literatürde kullanılan addır.
Türkiye'de Çerkes kavramı daha geniş alınarak tüm Kuzey
Kafkasya'dan Osmanlı devletine sürgün edilen halkları kapsayan
birçok etnik gurupların tümüne de dendiği gibi, sadece asıl
Çerkeslerle birlikte Abazaları da kapsayacak şekilde dar anlamda
kullananlar da olmaktadır. Kuzey Kafkasya halk guruplarının
hiçbiri kendini Çerkes olarak bilmez ve tanımlamazlar. Türkiye’de
bazı Çerkes kökenli aydınlarca en geniş anlamda kullanılarak suni
bir Çerkes Halkı yaratılmak istendiyse de, haklı olarak bu tanım
diğer Çerkes olmayan halklarca benimsenmemiş kabul edilmemiş ve
sadece pek çoğu Adige kökenli olan çok dar bir aydın çevresince
benimsenmiştir. Eski Sovyetler Birliği’nin politikasının sonucu
olarak günümüzdeki tanımı da yanlıştır; Rusya Federasyonu’na dahil
Karaçay Çerkes Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayanlar Çerkes kabul
edilmekte ve kendilerini 'Çerkes' olarak görmektedirler. Diğerleri
ise Adige, Kabardey ve Şapsığ’dır ki, bu da kökten yanlıştır.
Dadıan Wamek
Christaw’ın, Kopi’de Kıral VI. Bagrat adına yaptırdığı kilisedeki
bir kitabede Çerkeslerden ‘Dschick’ diye söz etmektedir.
Çerkes
kelimesinin anlamı üzerinde literatürde, spekülatif denecek kadar
çok değişik ve çeşitli açıklamalar yapılmış olmasına karşın, doğru
olanı yunanca; 'Cercetea, Kerketai' sözcüklerinin zaman içerisinde
evolusion-değişiminden ortaya çıktığıdır.
Spekülatif
açıklama tarzlarından bazılarını burada yazmakta yarar görüyorum.
Albrecht, Preußen Prensi (1860) 'Kahraman ve Kahramanca davranan
ve bu özellikleri Kazaklarca taklit edilmeye çalışılan', Lapinski
(1863;Cilt I, 61-62) Türk-Tatar dilinden yararlanarak 'yol, baş
kesen' olarak açıklarken, Vasmer (1953:518) 'kendini beğenen ve
kendini çok öven', Jenkin (1962;186) eski Adige dilinde 'Kartal'
anlamına geldiği şeklinde bir birlerine uzak açıklamalar
vermektedirler. bkz. Adige. Lampert, Kurt eserinde ( tarihsiz;
334), ''bütün Kafkas halkları içinde Çerkesler en asil, çalışkan,
yenilgiye uğratılamayan halkın sembolü olarak kabul edilirler'',
diye yazmakta ve Prusya Prensi (s.357)devamla’ Kafkaslarda her
yiğit kişiye Çerkes denilir’ diye yazmaktadır.
Çerkes kızı (Tschekessen-Jungfrau), Ernst Hermann tarafından 1877 de yayınlanan dört perdelik dramatik şiir. Yazar 1853 yılının da geçmiş bir olay olarak ele aldığı konusunda, bir Çerkes ailesini konu olarak almaktadır. P’ur olarak alınan ve eğitildikten sonra geri getirilen Şatemir’in oğlu Aslan ve kız kardeşi Almıtha’nın başrolü oynadığı eserde savaşta erkek kardeşin Ruslar esir alıyorlar, babası da yaralı bir Rus subayını esir alıyor. Almıtha Rus subayına aşık oluyor babası kabul etmiyor ve Osmanlı sarayına cariye olara satmaya karar veriyor. Oğluyla subay değiş tokuş ediliyor. Aslan kız kardeşinin saraya verilmesine karşı olsa da babasına karşı gelemez. Aslan bir plan yapar. Kız kardeşi götürülürken, Anapa kalesine gider ve subayı bularak olayı anlatır. Hızlı bir buharlı gemiyle cariye götüren yelkenli yakalanır ve Almıtha kurtarılır ve Rus subayıyla evlenir.
Çerkes marşı adlı müzikal tiyatro ilk kez 1886’da Pawlowska’da sahneye konmuştur. J. Strauss müzikal tiyatroyu Çar III. Alexandr’e Çerkes marşı adı altında armağan etmiştir. Daha sonraki yıllarda Çareviç adı altında filme alınmıştır.
Ayrıca aşağıda Rudi Rogoll’in marşını bulacaksınız.
ZOGEN VIELE STRASSEN
C (em) F C
Zogen viele Straßen, sangen ihr stolzes
G7 C em F
Lied. Wo sie sich trafen, Flamme zum
CG7C am
Himmel stieg. Ob im Schein kalter
Eam
Sterne des Nordens, in den Felsen, vom
E am D
Eismeer umspült, oder im Licht eines
G D
Mondes, wie so mild es im Süden nur
GG7 C (em)
fällt. Sie zogen viele Straßen und sie
am E am
hörten die Lieder der Welt, und sie
E am
hörten die Lieder der Welt.
C (em) F C
Kreuzten alle Meere, folgten der Flüsse
G7 C em F
lauf, stürmten Felsenmauern, zwangen
C G7 C am
der Gipfel hauf. Wo zum Tanze der
E am
Stolzen Tscherkessen, man die wilden
E am D
Gesänge noch spürt, oder der
G D
pfeilschnelle Gaucho mit der Herde die
G G7 C
Pampa durchzieht. Sie kreuzten aller
(em)am E
Meere und sie sangen die Lieder der
am E
Welt, und sie sangen die Lieder der
am
Welt.
Melodie und Text:Rudi Rogoll
Çerkes
Muhammed Paşa,
İstanbul'a köle olarak satılan ve orada okuyarak IV. Murad
(1033/34 '1624') zamanında sarayda eğitim görerek büyük vezir olan
ÇMP. Suriye valisi olarak atanır. Tokat valisi olan Abaza Muhammed
Paşa Sultan’a isyan edince ordusuyla üstüne yürür ve yenilgiye
uğratır. Bu başarısından hemen sonra 1034 '1624' de Tokat'ta vefat
eder.
Çerkes Örnek
Okulu,
1918 yılında İstanbul’da öğrenime başlar ve 5 Eylül 1923’de yeni
kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nce kapatılarak, öğretim kurulu
üyeleri istiklal mahkemelerinde yargılanmışlardır. Seza Puch; okul
müdüresi, Lami Jankat; Adige dili, tarihi ve coğrafyası, Hilmi Zey;
Adige dili ve edebiyatı, Zekiye Venye; osmanlıca, İhsan Bey; okul
idarecisi, Lütfullah Sav; fransızca, Namık İsmail Zeyf; resim,
Blenav Harun; Adige dili, tarihi ve coğrafyası, Prof. Hege; müzik,
Şemi Tümer; Adigecenin fonotiği ve akzenti, İkbal Hanım; solfeggio,
Saime Beşuk Hanım; elişleri, Albay Sait Nechuş; beden eğitimi ve
ermeni kökenli Meliha Hanım; modern dans öğretiyorlardı.
Çerkes
sürgünü,
14 Mayıs 1864 de Ubuhlar silahı bıraktıktan sonra, Sotscha da
sözleşme yapılmıştır. Çar memur ve generallerinin baskısıyla,
İngiliz ve Osmanlı casuslarının propagandası ve Osmanlı devletinde
ayrıcacıklarını devam ettirebileceği umudunda olan pşıların da
baskısıyla sonun başlangıcı olan sürgün başlamış oldu. 600 bin ile
bir milyon üstünde Adige vatanlarını terk ederken Osmanlı
devletine ulaşabilenler İmparatorluğun çeşitli yerlerine Babı
Ali’nin planlarına uygun yerlere yerleştirilmişlerdir. Babı Ali
her Türk köyüne üç dört Çerkes ailesi yerleştirmeyi İngilizlere
teklif ettiyse de İngilizler ret ederler. İngilizlerin arzusu ise
hepsini Karadeniz kıyısına yerleştirmeyi planladıysa da bunu da
Osmanlılar ret ederler.
Göçte takip
edilen yerleştirme politikası; "Çerkesler genelde stratejik önemi
olan geçitlere, hıristiyan köyleri ile müslüman köyleri arasına
bir set olarak yerleştirildiler. Bu sayede Bulgarların
ayaklanmalarını bastırmada kullanılmışlardır. Osmanlı devleti
onları kolanisatör olarak değil askeri çıkarları doğrultusunda
yerleştirmiş ve kullanmıştır. Balkanlarda korku salan Çerkes atlı
birlikleri de, Osmanlı askeri çıkar politikasının neticesidir.
Daha sonraları Sultan kendi koruma birliklerini hepsini
Çerkeslerden seçmiştir.
Anadolu’da ise
merkezi hükümete isyan eden örneğin Uzunyayla’da Avşarlara karşı
kullanılmak için yerleştirilirken, Payı Taht’ın olduğu İstanbul’u
Anadolu’dan gelebilecek tehlikelere karşı koruyabilmek amacıyla
Bolu ve Sakarya ovalarına yerleştirilmişlerdir
Sürgün edilen
Adigelerin sayısını Osmanlı devletine ulaşabilenlerle saymaya
kalkarsak yanılırız. Yazdığı gibi; "on binlercesi Trabzon, Samsun
ve Dersek'te açlıktan, salgın hastalıklardan ve Karadeniz’de
gemilerin batması ve batırılması ile hayatlarını yitirmişlerdir.''
Büyük Vezir’in raporlarına göre) de göç edenlerin sayısı 1
milyondan fazla olarak verilmektedir. Bunlardan 600.000 Avrupa
yakasına geri kalanları da Asya kısmına yerleştirilmişlerdir. Ali
Suavi'nin yazdıklarına göre 1867’de sayıları 1,5 milyonu aşmıştı.
1880, 1905 ve daha sonra göç edenleri de bunlara ekleyince en az
iki milyon civarında Çerkes Osmanlı devletine gelmiştir. "Tuz
gölü, Niğde, Konya ve Beyşehir'e yerleştirilenler ise iklime
alışamadıklarından ve bulaşıcı hastalıklar nedeniyle hayatlarını
yitirmişlerdir." Günümüzde Konya ili ve çevresinde yaşayanlar ise
1884 yıllarında göç etmişlerdir. (Salaeddin sayfa 213 de
Ubuccini et Pavet de Courteille 1876;37,. L. Kosswig 1974;336)
Çerkes Teavün
Cemiyeti,
1908’de meşrutiyetin ilanıyla birlikte kurulmuş ve 10 Aralık
1923’de yeni kurulan T.C. devletince yasaklanarak kapatılmıştır.
Anlatılanlara göre, kurulan derneğin zengin kütüphanesi cumhuriyet
hükümetinin devlet adamlarınca diğer bir iddiaya göre de
İngilizler tarafından, dernek bahçesinde açıkça yakılmıştır.
Dernek yöneticileri İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmışlardır.
Kurucu üyeler; Ahmet Cavit Paşa, Mareşal Abdullah Merted, Mareşal
Zeki Berzek, Ahmed Hamdi Loch paşa, Gnrl. Nazmi Puch, Osman Şhaplı
paşa, Albay Met Cunatıko İzzet, Yussuf İzzet, Mareşal Fuat Tchığo,
Yüzbaşı İsmail Berkok, Yüzbaşı Ahmet Kişiko, Yüzbaşı Hilmi Makaş,
Yazar Ahmet Mithat Hağur, Dr. med. Mehmet Ali Pçıhaluk, Hayriye
Melek Hunç, Yazar Mehmet Fetgerei Şöenü, yazar Hayrullah Süleyman
Yedıc, Yazar Ayuguyuko Mehmet Tevfik, Aziz Meker, öğretmen
Mustafa Bütbe, öğretmen Seza Puch, Lami Cankat, Blenav Harun
Hatuk, Ömer Hilmi Zey, Nuri TzIağo, Yusuf said Neğuç, hukukçu
Hüseyin Şemi Tümer, Selahaddin Tamukh, Meşödz Ömer Hikmet, Khit
Tevfik Talat, Albay Kudey Bertıko Salih, Albay Hüseyin Tosun
Şhaplı, İsmail Chasık, Lütfullah Sav, Dr. Suat Asyok, Rekinda
İsmail Zühtü, Zekerriya Zühtü Baj, İbrahim Hızel.
Çerkes
Kadınları Teavün Cemiyeti,
Met İzzet Cunatıko'nun teşebbüsleriyle Eylül 1918’de İstanbul'da
kurulmuştur. Kurucu üye olarak Hayriye Melek Hunç başkanlık
görevini üstlenmiş ve yönetim kurulunda Makbule Berzek, Emine
Reşit Zalıko, Seza Puch ve Faike Hanım görev almışlardır. Bu
dernekte diğer Çerkes dernekleri gibi yeni kurulan nasyonalist
Türk devletinin hışmına uğrayarak kapatılmıştır.
Çerkes kumaşı,
Kabardey Adigelerince dokunan bu kumaşlar 19 yy sonlarına kadar
kalitede üstün, değerli ve çok aranıyordu. Kumaş endüstrisinde 19.yy’da
Lyon ve İsviçre'de (Landmann, U. 1976; 31) imal edilen kumaşların
adı da 'Circassienne ya da Circassia'dır.
Çerkes Muhafız
Alayı,
Çerkes, Gürcü, Çeçen, Kazak ve Lezgi gibi birçok Kafkasya
halklarından seçilme süvarilerden oluşan ve Çar’ın resmi
merasimlerine katılan alaydır. Aynı türde bir alay bir zamanlar
Ürdün kıralını da korurken, şimdi sembolik olarak bir kaç kişiye
indirgenmiştir.
Çerkes Ovası,
Kırım Tatarlarınca Kaça ile Belbek nehirleri arasındaki ovaya
verdikleri addır. bkz. Kabarda
Çerkes Qaması,
General C. Stücker'in yazdıklarına göre İstanbul'da Sultan
Abdülmecid'in fermanıyla sadece Çerkesler kama taşıyabiliyordu.
Gerekçe olarak da Çerkeslerin dinlerine göre Çerkes Qaması’nı
taşımaları dini bir gereklilikti. Osmanlı devleti kanunların göre
resmi güvenlik kuvvetlerinin dışında hiç bir kimse silah taşıması
yasaktı. (bkz.. Polonya’da yargılanan Çerkesler)
Çerkesset'ler,
Rommel'e (1808;56) göre Digor kabilesinden olan kutsal ağaçlara
tapan barışı seven bir halktır. Senede sekiz gün oruç tutarlar.
Çok misafirperver olduklarını anlatılır.
Çerkeska,
bkz. Tzıye
Çerkesskaya
Pravda-Черкесская правда,
K. Golodoviç'in redaktörlüğünü yaptığı gazetenin ilk sayısı 13
Ekim 1922’de yayınlanır.
Çerkaskoy
Aleksey Michailoviç,
Rusya imparatorluğu müşaviri ve imparatorluk başbakanıdır. Kendisi
16.yy’da Çar Ivan Vassiliyeviç'e bağlılıklarını sunan Çerkes
asillerinden gelmektedir ve 4 Aralık 1742’de vefat etmiştir.
Babası Tobalsk valisi idi.
Çeşane-чэщанэ,
kule
Çeşdes-чэщдэс,
genç kızlar yiyecek ve içecek hazırlayarak, köyün delikanlılarını
davet ederek beraberce yiyip, eğlenmelerine denilir. bkz. Zeches
ÇIen,
1. Aşık kemiği bkz. ğurğur 2. Dama oyunu.
ÇIevıpşIen,
Adige geleneklerine göre misafirlerin ya da herhangi bir
yolculukta gurup reisinin beraberinde gittiği kişilerin
ihtiyaçları hakkında bilgi almasına denilir. Düğün ve eğlencelerde
ise misafirlere, ya da gençlerin beğendikleri kişilere karşılıklı
bazı sembolik küçük hediyeler göndererek, dikkatlerini çekmelerine
de denilir. Gönderilen hediyeyi alan kişi, gönderene aynı şekilde
karşılık vermesi gerekmektedir.
Çılı ye Çelı-чылы
е челы,
çalı çırpıdan güneşe ve yağmura karşı korunmak için yapılan küçük
geçici çardak.
Çınt-Чынт,
Nart Efsanelerinde devamlı sözü edilen ve Nartların bazen düşmanı
bazen dostu olan ve surlarla çevrili bir kentte yaşayan efsanevi
halkın adıdır. M.Ö. IV. yy’da Karadeniz kıyısında şehir devleti
kuran Adigelerin atalarından biri olan 'Sind'ler olduğu tahmin
edilmektedir.
Çıpche-чыпхъэ,
Tamğe ve Damğe anlamındadır. Çıpche Adigece’dir ve
diğerleri Tatarca’dan alınmıştır. Bilhassa atlara ve büyük baş
hayvanlara vurulan damgadır. Bkz. Ünlü at soyları.
bkz.. Thabze
Çıre-чырэ,
Adigelerde kısa bir zaman için ev işlerinde yardımcı olmak
amacıyla, para ya da mal karşılığında evde çalıştırılan erkek
kişidir. Çıre genelde ev halkıyla birlikte de üç öğün
yemeğini yerdi.
Çich (Tschich),
Danilevski'nin (1847;80) Kuban'da oturan Adigelere verdiği addır.
Çiçek günü-Къэгъэгъэштахь,
yaşamı ve yaşama hele hele tabiata çok tutkun olan Adigelerin
sosyal yaşamlarında 7 Nisan gününün ayrı bir değeri vardı. Bu
günde genç kadınlarla kız çocukları tarla ve ovalara dağılarak
çiçekler toplarlar, şarkılar söyler ve eğlenirlerdi. Topladıkları
çiçekleri bir birlerine hediye ederler ve evlerine
Çift sürme
merasimi,
ilkbaharda, toprağı sürmeye başlamadan önce köyün en güçlü ve
kuvvetli öküz çiftinin etrafında toplanıp merasimle boynuzlarında
yumurta kırmak Adige geleneklerindendir.
Çocuk doğumu,
yeni kurulan ailenin ilk çocuğu doğunca, ailede bir hafta boyunca
yemek pişmezdi. Akrabalar, komşular ve dostlar bir hafta boyunca
hazır yemekler getirirler ve tüm ev işlerini yaparlardı. Gerek
Nart efsanelerinde gerekse Cenevizli gezgin Georg İnteriano'nun
1500 yılında yazdıklarına göre çocuk doğar doğmaz hemen, hava ve
ırmağın soğukluğuna bakılmaksızın akarsuda yıkarlardı. Adigeler bu
metotla doğuştan nesillerini sağlıklı, güçlü ve kuvvetli
tutmaktadırlar. Afrika’da yaşayan, hemen hepsi uzun boylu, güçlü
Massai kabilesi de aynı amaçla, çocuk doğar doğmaz, inek
sidiğiyle, yeni kesilmiş göbekleri yıkarlar. Bu sayede doğuştan
zayıf çocuklara yaşama şansı tanımazlar. Yeni doğan çocuğa eğer
köyde ya da evde konuk varsa onun adı verilirdi.